Hatay’ın “şahsî mesele” olması

Deprem felâketi on bir ilde yaşanmışken, bu on bir ilin içinden Hatay’ı diğerlerinden daha önemli ya da diğer on ili Hatay’dan daha önemsiz edecek bir sebep olabilir mi?

TÜRKİYE’nin yaşadığı, on bir ili kapsayan büyük depremin ardından, millet can derdine düşmüştür. Büyük can kayıpları yaşanmıştır. Türkiye nüfusunun yüzde 20 kadarı bu depremin kapsama alanı içinde kalmıştır. Antakya, Kahramanmaraş ve Adıyaman gibi şehirlerin il merkezleri neredeyse “Haritadan silinmiş” denilecek ölçüde yıkıma maruz kalmıştır. Nüfusun önemli bir bölümü barınma ve beslenme problemi yaşamaya başlamıştır. Can kayıpları dışında çok ciddî boyutlara ulaşan ekonomik yıkımı, Türkiye’nin bu sorunu nasıl, ne şekilde ve ne zamana kadar ortadan kaldırabileceği sorusunun makul bir cevabı yoktur.

Bu hengâmede tek teselli edici husus, milletin görülmemiş derecede dayanışma içinde seferber olması, nüfusun ezici çoğunluğu kendi şartlarına göre bu felâketin yaralarını sarmaya koşmasıdır. Yardıma koşanlar Türkiye ile sınırlı kalmamıştır. Başta Azerbaycan ve Pakistan olmak üzere Ermenistan, Yunanistan ve İran’a varıncaya kadar pek çok ülkeden yardım gelmiştir.

Ancak bu sınır tanımayan insanî dayanışmayı gölgeleyecek seslerin Türkiye’den gelmesi de unutulmayacak işler arasındadır. “Hatay’ın gözden çıkarıldığı, arama kurtarma çalışmaları için Hatay’ın kasten ihmâl edildiği, CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’nın “Hatay benim şahsî meselemdir” demesi gibi akla ziyan iddialar bazı çevrelerce tekrarlanıp durulmuştur.

Yurdun bir bölümü neden bir kişinin şahsî meselesi olsun? Misak-ı Millî sınırları içinde olduğu hâlde günümüz Türkiye sınırları dışında kalan Batı Trakya, Adalar, Kıbrıs, Halep, Musul, Batum gibi yerleri Kemal Paşa şahsî meselesi saymadığı hâlde, niçin “Hatay benim şahsî meselemdir” demiş olsun?

Deprem felâketi on bir ilde yaşanmışken, bu on bir ilin içinden Hatay’ı diğerlerinden daha önemli ya da diğer on ili Hatay’dan daha önemsiz edecek bir sebep olabilir mi? Görüldüğü gibi akla ziyan iddialardır bunlar.

“Hatay” adı nereden ortaya çıkmıştır? Hiçbir Osmanlı belgesinde “Hatay” adı yer almamıştır. Bazen Antakya Halep’e bağlı bir sancak, bazen de İskenderun Adana’ya bağlı bir sancak olarak Osmanlı belgelerinde değinilmiştir. Buna karşılık, bir görüşe göre, Milât öncesi 1200’lerde Amik ovasındaki Genç Hitit Prenslikleri birleşerek Hattena Krallığı’nı kurmuştur. 1932’de ortaya atılan Türk tarih tezine göre Hititler de Türk sayıldığından, Hattena adından yola çıkılarak Antakya ve çevresi, CHP Genel Başkanı Kemal Paşa tarafından “Hatay” diye adlandırılmıştır.

Ancak Antakya’nın isim babası, 1936’da TBMM’de Siirt Milletvekili unvanını taşıyan İsmail Müştak Mayakon olmuştur. Çünkü Mayokan, 10 Ekim 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ndeki “Tarihten Bir Yaprak” başlıklı makalesinde “Antakya, İskenderun ve çevresinde kırk asırdır Türklerin yaşadığını”, Çin’in kuzey bölgesinden gelip buraya yerleşen Türklerin Hıtay, Hata, Ata, Eti adıyla bilindiklerini, bu yüzden Antakya ve çevresinde yaşayanların da Hatay Türkleri olduğunu ileri sürmüştür.

Elbette Mayokan’ın yazdıkları kendi makalesiyle sınırlı kalmamıştır. Dönemin Türkiye’sinde basın, bir parti (CHP) basınıdır. Cumhuriyet Gazetesi’nde ileri sürülen bu iddianın CHP Genel Başkanı Kemal Paşa tarafından benimsenmesi üzerine yayılmış ve kalıcı hâle gelmiştir. Gerçi Kemal Paşa, 1 Kasım 1936’da TBMM’yi açış konuşmasında Antakya sorununa yer vermiş ama Hatay adından söz etmemiştir. Tayfur Sökmen, anılarında, Kasım 1936’da Çankaya Sarayı’na çağrıldığını ve Antakya çevresi için “Hatay” adını kullanmasının kendisinden istenildiğini belirtmiştir.

Antakya meselesi nasıl ortaya çıkmıştır?

Birinci Dünya Savaşı’nın son ayında, 7’nci Ordu Komutanı Kemal Paşa, İngilizlere karşı savaşmadan geri çekilmiş, bütün Suriye ve bu arada Antakya ve çevresi de İngiliz işgaline uğramıştır. İngiltere sonradan yaptığı ikili bir anlaşma nedeniyle Suriye’yi ve Antakya’yı Fransızlara bırakmıştır.

Antakya ve çevresinde Fransız işgaline karşı Tayfur Sökmen öncülüğünde silahlı direniş başlamıştır. İngiltere ile görüş ayrılığına düşen Fransa, Ankara Hükümeti ile 20 Ekim 1921’de yaptığı Ankara İtilafnamesi’nde, Suriye idaresine karşı İskenderun Sancağı ve çevresinde yaşayan Türkler için idarî ve kültürel bir muhtariyet vermiştir. Fransa, 1936’da Suriye’deki manda idaresini bırakmak için Suriye yerel yönetimi ile bir anlaşma imzalamıştır. Bunun üzerine Türkiye Hükümeti, Fransa’ya bir nota vererek Ankara İtilafnamesi ile İskenderun Sancağı’na verilmiş olan idarî ve kültürel özerkliği ortadan kaldıracak gelişmeleri kabul etmeyeceğini bildirmiştir.

Fransa’ya verilen nota ile birlikte Türkiye’de, basında, eski adıyla “Antakya”, yeni adıyla “Hatay” meselesi ortaya çıkmıştır. Türkiye’deki parti basınında Antakya adı yerine Hatay adı kullanılmıştır.

Türkiye ve Fransa arasında, 3 Temmuz 1938’de yapılan anlaşma ile iki ülkeden eşit sayıda beş bin kişilik bir askerî kuvvet, Antakya’nın güvenliğini sağlamakla görevlendirilmiştir. Anlaşmanın gereği olarak 4 Temmuz 1938’de Türk birliği, Antakya’ya girmiştir. Seçimler ile kurulan Antakya Meclisi, 2 Eylül 1938’de bağımsız Hatay Cumhuriyeti’ni ilân etmiştir. Tayfur Sökmen, bu meclis tarafından Hatay Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

23 Haziran 1939’da, Fransa ile Türkiye, “Türkiye ile Suriye Arasında Toprak Sorunlarının Kesin Çözümü Hakkında Anlaşması”nı imzalamıştır. Bu anlaşma ile Fransa, Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını kabul etmiştir. Hatay Devleti Meclisi ise 29 Haziran 1939’da, 23 redde karşı 24 “Evet” oyu ile Türkiye’ye katılma kararı almıştır. Türk tarih tezine göre Hatay’daki Arapların Türk sayılmalarına karşılık, Hatay Meclisi’ndeki Arap temsilciler Hatay’ın Türkiye’ye katılması kararına karşı çıkmıştır. Türkiye’de ise 7 Temmuz 1939’da çıkarılan bir kanun ile Hatay’ın Türkiye’ye katılmasının (ilhakının) kabul edildiği ve Hatay ilinin kurulduğu kararlaştırılmış, bir ay sonra, 23 Temmuz 1939’da Fransız askerî birliklerinin Hatay’dan çekilmesi ile Hatay’ın Türkiye’ye katılması sonuçlanmıştır.

Hatay Türkiye’ye katıldıktan sonra, Türk Hükümet makamları tarafından öncelikle Samandağı ve Altınözü gibi yeni ilçe ve köy adları bölgede kullanılır olmuştur. Medreseler kapatılmış, ezanın Arapça olarak “Allah-u Ekber” yerine “Tanrı Uludur” şeklinde okunması zorunlu hâle getirilmiştir.

Hatay’da meskûn olan Türklerin yanı sıra Arap nüfusu için de eski alfabeyle (Arapça) yazı yazma yasağı getirilmiştir.

1936 sonu itibarı ile Hatay’ın Türkiye’ye katılma çalışmalarının başladığı dönem, İkinci Dünya Savaşı hazırlıklarının olduğu dönemdir. Almanya ve İtalya’ya karşı Avrupa’da İngiltere ve Fransa’nın öncülük ettiği bloklar ortaya çıkmıştır. Türkiye her ne kadar 1923’ten itibaren hemen hemen her konuda İngiltere’nin yanında yer almış ise de Almanya ve İtalya bloğuna karşı tercihini kesin olarak İngiltere ve Fransa’dan yana yapması için, İngiltere ve Fransa, özellikle de İngiltere tarafından Hatay ile ödüllendirilmiştir.

Şahsî mesele

Hatay’ın adı kadar, bir “şahsî mesele” sayılması da temelsizdir. Evet, Antakya Misak-ı Millî sınırları içinde olmasından dolayı Türkiye için önemli bir yerdir. Ancak Antakya, niçin savaşılmadan İngilizlere bırakılmıştır?

1921 Ankara İtilafnamesi’nde, Antakya’nın yanında niçin Halep’e yer verilmemiştir? O dönemin şartlarında Halep’teki Türk nüfusu Antakya’dan çok daha fazladır. Buna rağmen itilafnamede Halep yer almamış, Antakya ile sınırlandırılmıştır. Hatay konusunda Türkiye’ye destek olan İngiltere, Musul konusunda Türkiye’ye destek olmamıştır. Kemal Paşa yönetimindeki Türkiye ise İngiltere’ye karşı Musul’u asla bir sorun hâline getirmemiştir.

1939’dan sonra Hatay’ın nüfus yapısı, iç göçlerden dolayı Türklerin lehine olacak şekilde değişmiştir. Arap nüfusun bir bölümüyse Hatay’dan Suriye’ye göç etmiştir. Ancak 1939’dan beri iş başına gelen hiçbir Suriye hükümeti, Hatay’ın Türkiye’ye ait bir yer olduğunu kabul etmemiştir. Hatay’da meskûn olan Arap Nusayri nüfusunun günümüzde daha çok Sol gruplara ve Kemalist anlayışa yakınlık göstermesi de önemli bir gelişmedir.

1939’dan beri Suriye hükümetleri, bastırdıkları haritalarda Hatay’ı Suriye içinde göstermeye devam etmiştir. Elbette Suriye resmî makamlarının bu tutumu umutsuz bir vakadır. Hatay’ın yeniden Suriye’ye katılması mümkün değildir. Buna karşılık Türkiye’nin hiçbir zaman Suriye’ye karşı Halep’i dâvâ etmemiş olması dikkat çekicidir.

Hatay’ın Türkiye’ye katılmış olması, Halep ve Lazkiye gibi yerlerde meskûn olan Türk nüfusunun daha çok baskı görmelerine, hatta tehcirlerine yol açmıştır. Günümüz Suriye’sinde Türklerin nüfusu ortalama yüzde 10’na karşılık gelmektedir. Suriye’de hiçbir il ve ilçede nüfus çoğunluğu oluşturmayacak şekilde dağıtılmışlardır. Ancak Hatay’ın sonradan Türkiye’ye katılmış olması, Türkiye ile Suriye arasında her zaman kullanılacak bir siyâsî sorun hâlini almıştır. Manda idaresi kuran sömürgeci Avrupa ülkeleri, komşular ile sınır anlaşmazlığına yol açan bu tür sorunlar icat etmişlerdir.

 

Kaynakça

Tahir Sezen, Osmanlı Yer Adları Sözlüğü, Ankara 2017.

Hamdi Selçuk, Bütün Yönleriyle Hatay’ın O Günleri, İstanbul 1972.

Mehmet Tekin, Hatay Devlet Reisi Tayfur Sökmen, Antakya 2002.