
BU yazımızda, bundan 84 yıl önce, 27 Ocak 1937 tarihinde
Milletler Cemiyeti’nde bağımsızlığı kabul edilen Hatay’ın kısa geçmişinden bahsedeceğiz.
Hatay, Fransızlara nasıl terk edildi?
Yeni rejimin sahiplerinin
sarmaş dolaş dostluk kurduğu işgalci yabancılardan biri de Franasızlardı. Hatay,
Hataylıların gözyaşları içerisinde Fransızlara bırakılmıştı.
Bu hazin olayı dönem mebuslarından Fahreddin
Erdoğan şöyle anlatıyor:
“l921’de Ankara Mukavelenamesi yapılmaya başlandı. Bir gece önceki gizli
celsemizde Atatürk kürsüye çıkarak Fransızlarla aramızda yapılacak olan bu
anlaşmanın maddelerini okumaya başladı. Hudut İskenderiye’den başlayıp
demiryolu hattını takip ederek Irak hududuna kadar uzanıyor, Suriye ile
birlikte Hatay Fransızlara terk ediliyordu.
Bu haberi işiten Hatay milletvekilleri ağlayarak kürsüye geldiler, ‘Biz
kanımızı dökerek size kavuştuk, bizi düşmana nasıl bırakıyorsunuz?’ diye feryat
ediyorlardı.
Meclis bu konuşmayı umumiyetle reddetti. Atatürk ise, ‘Ben de sizin gibi
bir Türk vatandaşıyım, bu reddinizi o ihtiyara bir defa daha söyleyeceğim ve
aldığım cevabı size getireceğim’ dedi ve Meclis kapandı.
Dört gün sonra kürsüye gelerek yeni mukaveleyi okumaya başladı. ‘Artık
Fransızlarla bu anlaşmayı kabul edelim’ dedi. Anlaşmayı ekseriyetle kabul
ettik. Hatay milletvekilleri durmadan ağlıyorlardı.” (Erdoğan, 2007:218)
Atatürk’ün kurmay
kadrosundan Binbaşı Hüsrev Gerede, Lozan’da bu anlamda yaşananları “bir feda
edilme” olarak niteledikten sonra sebebini şöyle izah eder: “24 Temmuz 1923
tarihinde Lozan Antlaşması imzalandı. Anadolu’nun uzantıları sayılabilecek
Süleymaniye ve Kerkük petrol yüzünden, Hatay ise İskenderun limanı yüzünden
feda edilmekle birlikte, ulusal egemenlikle hukukî ve ekonomik bağımsızlığımız kurtarılmış
oldu.” (Gerede-Önal, 2003:225)
Mîsak-ı Millî’nin Lozan’da gerçekleşmeyerek Musul, Batı Trakya, Boğazlar, Patrikhane, Hatay, 12 Ada gibi konuların Türkiye’ye geri verilmemesi, Meclis kadar kamuoyumuzu da hayâl kırıklığına uğratmıştı.
Hatay’ın geri alınması
İki kişi arasındaki en
önemli ihtilaf noktası “Hatay Meselesi” idi. Atatürk, Hatay’ın geri alınmasını
savunuyor, Başbakan İnönü ise bunun Fransızlarla bir harbe sebep olacağından
endişe ederek Atatürk’e karşı çıkıyordu. İnönü, “İş Bankası hâdisesinde Mustafa
Kemal’in Celâl Bayar’ı tutmasından beri” (Ekinci,1997:107) Paşa’ya karşı soğuk
hisler beslemekteydi.
Atatürk ile İsmet Paşa’nın
her konuda fikirleri örtüşürken sadece dış politikaya bakış açıları
örtüşmüyordu. “Bu zihnî ayrışma Hatay meselesinde çok bâriz bir şekilde ortaya çıkmış,
Atatürk, İnönü hükûmetini gazetelerde yazdırdığı yazılarla açıkça eleştirmişti”
(Uyar, 1999:329).
Mustafa Kemal Atatürk ile
İnönü arasındaki kadim dostluğun kırılma günleri, Hatay Meselesi’nin zirveye
dayandığı günlere kadar gider. O günlerde Hatay vilâyetinin Türkiye’ye katılma
kararlılığıyla hareket eden Cumhurbaşkanı ile devletlerarası dengeleri bütün
ihtiyatıyla gözetmeye çalışan Başbakan arasında çıkan tavır farklılığı, iki
tarafın birbirini kınama ve kırmasına kadar varmıştır.
İnönü’nün Devlet işlerinin
sofrada konuşulmasından hoşlanmadığı çok açıkça belli oluyordu. Koçak’a göre
İnönü, “Hatay konusunda da Atatürk’e sabır ve itidâl tavsiye ediyordu”. Hele bir
de Atatürk’ün bütün ısrar ve eleştirilerine rağmen İnönü, Fransızlarla
görüşmelerin sonucunun beklenmesinden yanaydı. Oysa Atatürk sabırsızdı;
hükûmeti eleştiriyor, hattâ askerî harekâtı dahi masa üzerinde bir ihtimâl
olarak tutuyordu. İnönü, anılarında buna kesinlikle karşı çıktığını
anlatmaktadır. (Koçak, 2013:219)
Halil Bingöl, Atatürk’ün
(Cumhurbaşkanı iken) 25 Ocak 1937’de “Asım Us” imzasıyla Kurun Gazetesi’nde bir
makale yayınladığını şöyle ifade ediyor:
“Arşive bakarak teyit ettiğimiz yazının, beş gün
boyunca baş makale olarak yayınlandığını görüyoruz. Atatürk’ün Hatay Meselesi
ile ilgili, başında İsmet İnönü’nün bulunduğu hükûmeti kıyasıya eleştirdiği
yazısı, Atatürk ile İnönü’nün derin ayrılığına da önemli bir kanıt oluşturuyor.” (Bingöl, 2007)
Kılıç Ali de Hatay
konusunda Atatürk’ün izlediği politikayı şöyle anlatır: “Atatürk şöyle diyordu: ‘Benim niyetim şuydu: Cumhurbaşkanlığından
istifa ederek, toplayacağım mücahitlerle birlikte sınırı geçmek… Tabiî bizi
bekleyen Hataylılar da, belki bazı askerî birlikler de bana katılmış
olacaklardı. Bu şekilde Hatay Meselesi’ni fiilen hâlletmiş olacaktım. Bu
hareketim karşısında tabiatiyle ve çok haklı olarak hükûmet beni ve bana
katılacak olanları asi ilân edebilirdi.’
Arkadaşlardan biri söze
karıştı: ‘Paşam, o zaman ne yapacaktın?’
‘Haa… İşte o zaman Hatay Meselesi’ni hâllettikten sonra
döner, bu kez de bizi asi ilân edenleri kolundan tutup atar, yine duruma biz hâkim
olurduk…’” (Kılıç-Turgut, 2010:342)
Mustafa Kemal Paşa, o
günlerde Başbakan’dan daha çok kendine bağlı hareket eden Dışişleri Bakanı
Tevfik Rüşdü Aras’ı da yanına alarak aktif bir dış siyâset izlemektedir. Bu
aktif siyâsete ayak uyduramayan yahut uydurmak istemeyen Başbakan’ı gazete
yazılarında ve konuşmalarında pasiflikle suçlamaktadır: “Atatürk, ‘Bütün dünya
bizim karşımızda birleşse Hatay’ı alacağız. Başvekil Paşa benim demeçlerimden
boşuna telâş ediyor. Ben hakkını almaktan aciz hükûmeti deviririm’” (Uyar, 1999:330)
şeklinde açıklamalar yapmakta, İnönü’nün, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüşdü Aras’a
yaptığı muameleden rahatsızlık duymaktadır.
“İhtiyat hududunu aşan bir ruh hâleti içinde devlet
yönetilmez!” (Barlas, 2000:30)
şeklindeki fikrini kamuoyuna deklare eden Mustafa Kemal, böylece yeni bir
dönemin başlangıcına işaret etmiştir. Bu safha içerisinde ortaya bâriz bir
şekilde çıkan hükûmet buhranı artık aşılmaz noktaya gelmiştir.
Gazeteci-yazar
Mustafa Altuntaş, Hatay ile ilgili yıllar sonra ortaya bir iddia atar: “Atatürk, ölümünden önce Mîsak-ı Millî sınırları
içinde olan Hatay’ın Fransızlardan alınması için büyük çaba harcamış, Hatay’ın
anavatana katılmasını bir millî mesele hâline getirmişti. Türkiye ile Fransa
arasında Hatay’ın iadesi için süren gerilim iki ülkeyi defalarca savaş
noktasına getirirken, Hatay 1939 yılında bir anlaşmayla anavatana katıldı.
Resmî bir belge, Hatay’ın anavatana iade edilmesi için 1939 yılında Türkiye’nin
Fransa’ya 7 milyon frank ödediğini ortaya koymuştu.” (Altuntaş, 2011)
Kaynaklar
Altuntaş
Mustafa, (2011),Vatan,28.11.2011
Erdoğan Fahrettin,
(2007), Türk Ellerinde Hatıralarım, Ankara:
Mevsimsiz Yay.
Ekinci
Necdet, (1997), Çok Partili Hayata Geçişte Dış Etkenler, İstanbul: T.D. Yay.
Gerede
Hüsrev-Önal Sami, (2003), Hüsrev Gerede’nin Anıları, İstanbul: Literatür Yay.
Kılıç
Ali-Turgut Hulusi, (2010), Kılıç Ali’nin Anıları, İstanbul: İş Bankası Yay.
Koçak
Cemil, (2013), Tarihin Buğulu Aynası, İstanbul: Timaş Yay.
Uyar
Hakkı, (1998), Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi, İstanbul: Boyut Kit.