
HASSASİYETLER hem refleksleri oluşturur, hem de refleksleri harekete geçirir. Dolayısıyla yeterince güçlü hassasiyetleri olmayan insanların refleksleri zayıftır. Refleksleri olmayanlarsa harekete geçemezler. Hareket olmayınca eylem de olmaz.
İslâm dünyası hassasiyet ve reflekslerini yitirdi
İslam dünyası hassasiyetlerini kaybettiği için, refleksleri de zayıfladı. Refleksleri zayıfladığı içinse aksiyona, harekete geçemez oldu. İslâm dünyasının hassasiyet ve refleksleri Filistin’de defalarca test edildi. Ne acıdır ki, reflekslerinin ve dolayısıyla da hassasiyetlerinin zayıfladığı görüldü.
Bunu gören zalimler, “Nasıl olsa İslâm dünyasında yeterli refleks yok” düşüncesiyle zulümlerini artırdılar. Ana aktörü İsrail'in olduğu ve Batı dünyasının desteklediği Gazze’de yaşanan vahşet bunun bir göstergesi.
Ortadoğu bir onbaşının adaletine muhtaç
Hâlbuki bugün kan, gözyaşı ve şiddetin hâkim olduğu Ortadoğu coğrafyasında geçmişte ecdadımızın hassasiyetleri olduğu için refleksleri de çok güçlüydü. Refleksler güçlü olduğu için, en ufak bir durumda hemen harekete geçilir ve yangın daha kıvılcım hâlindeyken söndürülürdü.
Bu yüzden sadece bir onbaşının adaleti, bir onbaşının hassasiyeti ve refleksleri dahi Kudüs’ü ve Filistin coğrafyasını ihya etmeye yetiyordu.
Batı’nın maskesi bir kez daha düştü
Tabiî meselenin Batı dünyasına bakan yönü de var. Batı, “insan hakları ve demokrasi” denince aslan kesiliyor. Söz konusu kendi insanı, kendi kültürü, kısaca kendisi olduğunda, insan hakları, demokrasi ve medeniyet gibi olgulara karşı hassasiyetleri tavan yapıyor. Ya da “insan hakları ve demokrasi eleştirisi” adı altında birçok ülkenin kamuoyuna yön vermeye çalışıyor.
Kendileri söz konusu olduğunda, Batı’nın refleksleri çok güçlü bir şekilde beliriyor ve hemen harekete geçiyor. Ama kendi dışındakiler, özellikle de İslâm coğrafyası söz konusu olduğunda ne ağızlarından düşürmedikleri insan hakları gibi hassasiyetlere sahipler, ne de söz konusu İslâm coğrafyası olduğunda harekete geçiyorlar. Bunu başta Bosna ve Filistin olmak üzere zulmün olduğu diğer coğrafyalarda defalarca gösterdiler.
Bu durum Gazze’de bombalanan hastane katliamında da çok net bir şekilde görüldü. Başta ABD olmak üzere Batı dünyası, Gazze’deki katliamı açıklayacak bir argüman bulamayınca katliamı İsrail’in değil, Filistinli grupların yaptığı yalanına sarıldılar. Bunun için açıklamalar yaparak dünya kamuoyunu yanıltmaktan çekinmediler. Yani Batı dünyası söz kendinden olmayanlar içinse üç maymunu oynayabiliyor. Anlaşılan oynamaya da devam edecek.
Bütün bunlar neyi anlatıyor?
Aslında bütün bu yaşananlar iki şeyi ortaya koydu:
Birincisi, İslam dünyasının hassasiyet ve reflekslerinin çok zayıfladığını ve bu nedenle sonuç alıcı aksiyonlar alamadığını gördük.
İkincisi ise, Batı dünyasının insan hakları, demokrasi ve medeniyete yönelik hassasiyetler ve reflekslerinin sahte ve sadece kendileri söz konusu olduğunda geçerli olduğunu yani Batı’nın riyakarlığını bir kez daha öğrendik.
Türkiye, İslâm dünyasının reflekslerini diriltmek için harekete geçti
İslâm dünyası Filistin coğrafyasındaki vahşet başta olmak üzere Müslümanların zulme uğradığı olaylarda güçlü refleksler oluşturamadı, genellikle kınamalarla yetindi. Bu da kısır bir döngü oluşturdu. Sadece ülkemiz ciddî tepkiler ortaya koydu.
Başta BM olmak üzere uluslararası tüm organizasyonlar Filistin’in haklı dâvâsını dile getirdi. Soruna çözüm bulmak için her fırsatta uluslararası hukuk, iki devletli çözüm ve İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngören 1967 tarihli BM kararlarını işaret etti Türkiye. Yerinde ise İsrail ile ilişkiler askıya alındı.
Son Gazze Katliamı’nda da en güçlü tepkiyi ülkemiz verdi. Sadece tepki vermekle kalmadı, oluşan kısır döngüyü kırmak için harekete de geçti. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Açık Katılımlı İcra Komitesi Toplantısında, Müslüman ülkeler olarak özgüvenli davranılması gerektiğini belirtti ve dayatılan “hegemonik” söyleme meydan okunması çağrısı yaptı.
Fidan, “İsrail’in zulmettiği, bizlerden ağır eleştiri aldığı ve başka bir gaddarlık yaparak dünyaya bunu unutturduğu kısır döngüyü kırmak zorundayız. Onlar bu modele alışkın. Müslüman dünyası, başkenti Doğu Kudüs olan egemen, bağımsız ve coğrafî bütünlüğü haiz Filistin Devleti hayat bulana kadar cesur kararlar almalı ve kararlılıkla onları kademeli şekilde uygulamalı” diyerek Müslüman ülkelerin Filistin halkının iyiliğini ve bekâsını teminat altına alması ve kalıcı bir barışın garantörleri olarak hareket edilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Ülkemizin çağrısı karşılık bulur mu?
Hakan Fidan’ın çağrısı son derece önemli. Çünkü bu çağrı, hassasiyetlerinden uzaklaşıp kendi içinde birliğini koruyamayan ve kendi içinde birbiriyle dalaşan ama dışarıya karşı refleksleri neredeyse yok olan İslâm dünyasının reflekslerini diriltmeye yönelik bir çağrı.
Bu çağrı diğer İslâm ülkelerinden karşılık bulursa, başta Miraç’a açılan kapının ilk avlusu ve Miraç’a giden yolun ilk istikameti olan Kudüs coğrafyası sükûnete erer. Sonrasında da kan ve göz yaşının olduğu diğer coğrafyalar huzur bulur.
Ama bu çağrı karşılık bulmazsa, İslâm dünyası, hassasiyetlerini ve buna bağlı olarak reflekslerini geri kazanamaz ve başta Filistin olmak üzere İslâm coğrafyasındaki gözyaşı akmaya devam eder.