Hasan Duruer: Yaşayan efsane valimiz o bizim

Tüvelen dediğimiz, yol yapımı sırasında asfaltın altına serilen yirmi santim kalınlığında bir tür toprak. Tonu 45 liradan… “Çok pahalı bu, yeniden ihale yapılsın” emrini vermiş. Yeniden ihale açılmış, yeni ihalede bu kez tonu 4 lira 90 kuruşa düşmüş. Dokuzda bir fiyatına inmiş yani. Hemen menfaat çetesini dağıtmış Özel İdare Genel Sekreteri’ni görevden alarak. “O sekreter orada dursun, sana 1 milyon dolar hediye” diye haber göndermiş çete. Tınlamamış tabiî ki Duruer.

BİR insana daha yaşarken “efsane” demek size göre çok abartılı bir hükümdür, biliyorum. Bu insan hele de valiyse, “Sevdiğinden abartıyorsun be arkadaş! Recep Yazıcıoğlu’ndan başka efsane vali mi geldi bu ülkeye?” dediğinizi de duyuyorum. Eyvallah! Ama işin aslı öyle değil, yeminle bak! İnanın, abartısız söylüyorum. Onu tanıyın yahut bu yazımı okuyun, siz de bana hak vereceksiniz. Bundan hiç kuşkum yok!

Devletin mevcut parasını, olağandan/keşif bedellerinden üç kat daha üretken kullanan, yönettiği şehrin berberi, çaycısı, tuvalet temizlikçisiyle dost olan, sofrasında anlı şanlı adamların, ilin zenginlerinin yerine garip gurebanın, iyi kalpli-merhametli adamların yer aldığı, iktidar-muhalefet ayırmayıp her geleni “Allah’ın emaneti” gören, adaletten milim ayrılmayan, kendi parasına inanılmaz cömert ama devletin (milletin) parasına inanılmaz tutumlu, derdini anlatanın -haklıysa- on dakika sonra çözüldüğünü gördüğü kaç devlet idarecisi gördünüz siz ömr-ü hayatınızda?

Ben gördüm: Mardin ve Edirne eski Valisi Hasan Duruer… 

Tanıdığımda Sapanca Kaymakamıydı. 2001… Demek ki dostluğumuz, koca bir yirmi yılı devirmiş. Yüzlerce, binlerce olay, hatıra, tanıklık… Hangi birini anlatayım.

Anlatacaklarımın hiçbirini kendinden dinlemedim. O anlatmaz böyle şeyleri. Zaten çok kısa ve öz konuşur. Ama tam konuşur. Ortadan, düz, açık, net, kitabın ortasından, yalansız-dolansız, hilesiz-desisesiz, her zaman ve her daim, her şartta doğru konuşur. Zira kahramanlar/efsaneler için yaptıkları, sıradan/doğal şeylerdir. Onlara göre başka ne yapılabilir ki zaten? Hiçbir kahraman/efsane, yaptıklarını kahramanlık olsun diye yapmadı, yapmaz, yapmayacaktır. Hatta bizim şaşmamıza şaşırır onlar ve kızarlar anlatıyor, yazıyoruz diye. “Abartmışsın yine” derler.

İlerleyen yıllarda, babacığı merhum Durak Amca’dan dinlemiştim: “Hasan, daha ilkokula bile gitmiyorken, ‘Ben büyüyünce vali olacağım’ der dururdu. Oldu da maşallah!” 

Nüfus kâğıdının “Doğduğu yer” bölümünde “Yozgat” yazıyor onun. (Biyolojik kader diyor merhum Cemil Meriç üstat buna.) Manifaturacı Durak Duruer’in ikisi kız bir erkek, üç çocuğunun ortancası. İki öğretmen, bir vali babasıdır amcamız.

Havası sert, insanı mert Yozgat’ın bozkırında büyümüş serpilmiş Hasan Vali. Bir yandan da irfan üniversitesinde okumuş şehrinde; Şeyhoğlu Ahmet Ergin’in dizi dibinde. İstanbul’a gelmiş on sekizinde. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne… Beyazıt’a… Sene 1977... Anarşinin, terörün sokaklarda kol gezdiği günler… Şanslı gençmiş; İktisat Fakültesi kürsüsünden hemşerisi Doktor Ahmet Güner Sayar, onu almış, evlerinin tavanı akan çatı katına yerleştirmiş. Ardından da başlamış her Cuma Profesör Süheyl Ünver, Hattat Hamid Aytaç, Abdülbâki Gölpınarlı ziyaretleri… Kubbealtı konferansları, konserleri, meşkler... Türk-İslâm medeniyetini tetkik, hatta tevarüs, hatta hatta temellük etmiş bir güzel. Duruer, o dört senede İstanbul’da okumamış sadece, İstanbul’u da okumuş.

(O günlerden onda kalan bir güzel hatıra daha: Biriktirdiği öğrenci harçlıklarıyla, yüzyılımızın en büyük iki hattatından biri olan Hâmid Bey’den satın aldığı besmele… Geçen kırk beş yıllık süreçte Hasan Duruer’in bir sergilik orijinal hat levhaları biriktirdiğini de -yeri gelmişken- ifade etmeliyim.)

Çapanoğullarının kızı Zeliha Hanım ile evlenmiş sonra. Avukat Elif ve bilgisayar mühendisliği öğrencisi Ahmet Enes adlı iki çocukları var. “Eser” adlı bir damatları ve “Hamza” adlı bir torunları da…

Sonra Sivas Kangal, Diyarbakır Çermik, Bursa Karacabey, Sakarya Sapanca, İstanbul Avcılar Kaymakamlıkları… 28 ay Mardin, 22 ay Edirne Valilikleri… Altı yıl da Urfa Vali Yardımcılığı var ki tam bir efsanedir!

Neden efsane?

Ben endüstri mühendisiyim; anlatacağım olay, mühendislik fakültelerinde verimlilik/üretim derslerinde örnek olay olarak okutulmalıdır:

Süleyman Demirel, Başbakan’dır. Urfalı Bakan Necmettin Cevheri, Urfa Halilü’r-Rahman vadisi (Balıklıgöl) restorasyonu için örtülü ödenekten para sözü alır. Proje hazırlanır. Otuz milyon dolar para gerekmektedir. Dönemin Urfa valisinin o günlerde -sürgün olarak- vali yardımcılığına atanan otuz yaşlarındaki esmer benizli, temiz yüzlü, zeki bakışlı delikanlıyı gözü tutmuştur: “Bak Hasan kardeşim, işte para, işte proje! Elinden geleni yapacağına inanıyorum. Buyur başla!”

Esnaf çocuğudur Hasan Duruer, iş yapmayı, parayı idareli kullanmayı iyi bilir. Kaymakamlıklarından da keşif-ihale-hak ediş yollarıyla fiyatların nasıl katlandığından rahatsızdır zaten. Besmeleyi çeker, işe dört elle sarılır: İhaleden vazgeçer. Araştırır eder, çevrede taş ocakları bulur. Araştırır eder, on yedi usta bulur. Anlaşır onlarla tek tek. Bugünkü fiyatla biner dolar maaş verir onlara, birer de taş makinesi alır. Başlatır üretimi. İyi de, bilmem kaç kilometreden taşlar, Balıklıgöl’e nasıl gelecektir? Ona da çözüm geliştirir. Köy Hizmetleri’nin, YSE’nin kamyonları akşamları ve hafta sonları boş yatmaktadır. Kamyonlara mazot koyup şoförlerine de mesai ödeyerek taşları üç kuruş mesai karşılığı getirtir. Hem süre, hem maliyet üçte birlere, dörtte birlere düşmüştür. Vadiyi, çarşıları, her tarafı restore eder. (Bu olayın üzerinden on beş sene sonra, bir sabah Urfa Dergâh Camiî’nden, namazdan çıkmış yürüyorduk. Bana döndü, “Ahuy, şu gördüğün her taşın üzerinde ayak izim vardır” dedi.)

Bitmedi. Çarşılar da restore edilecektir. İyi de, nasıl? Her tarihî çarşı en az altı ay süreyle ticarete kapatılmalıdır. Ya esnaf ne yiyecek içecek, çekini senedini nasıl ödeyecektir o zaman zarfında? Ona da çözüm geliştirir: Çarşı esnafıyla anlaşır, her akşam sekizde iş hanını teslim alır, sabah sekizde teslim eder. Restorasyon ustaları geceleri çalışır hep. Böylece esnaf büyük bir mağduriyetten kurtulacaktır.

Restorasyon sürecince onun yakınında bulunanlardan elektrik teknisyeni Urfalı Mahmut, bana şunu anlatacaktır: “Hasan Bey bizi topladı, ‘Boğazınızdan haram geçmemek şartıyla devletimiz-milletimiz için çalışırken her şey serbest’ dedi. O kadar güzel, bereketli, huzurlu çalıştık ki… Otuz milyon dolar keşif bedelli işi on milyon dolara bitirdik.”

İşte Hasan Duruer efsanesi budur! Kaymakam ve valiliklere ders olarak anlatılmalıdır bu olay.

İş yapma felsefesi şudur daima: “Amatör ruh, profesyonel anlayışla çalışacağız her zaman.”


“Valinizi tanıyor musunuz?”

Mardin’e ilk gittiğimde, Erdoba’nın garsonuna “Valinizi tanıyor musunuz?” diye sordum. İşte cevabı: “İyi tanıyorum! Gece 1’de, 2’de sokaklarda el feneriyle dolaşırken görüyorum.”

Onunla 23:00’da Mardin’in abbaralı (altı tünel, üstü ev) sokaklarında dolaşırken, tellakla, ev hanımlarıyla, ayakkabı boyacılarıyla karşılıklı sohbet ve muhabbetlerini görünce, garson kardeşimize hak vermemek elde değil. Tarihî Mardin’deki kaçak dairelerin büyük bölümünü yıkıp atmış, tarihî hüviyetine kavuşturmuştur şehri. “Nasıl yapıyorsun?” sorusuna cevabı, ünlü Ressam Rodin gibidir hep: “Kaçak katları yıkıyorum, geriye gerçek Mardin kalıyor.”

Bunu o kadar adilâne yaptı ki -yasal mânâda- hiç hakları olmadığı hâlde, her kaçak bina sahibine yeni şehirde başını sokabilecek bir ev alacak istimlak bedeli ödedi. Zira devlet felsefesi, sık sık tekrarladığı gibi şudur onun: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!”

2009 başında Mardin’de vali olarak göreve başlamış, bir önceki vali döneminde tüvelen ihalesi yapılmış meğer. Tüvelen dediğimiz, yol yapımı sırasında asfaltın altına serilen yirmi santim kalınlığında bir tür toprak. Tonu 45 liradan… “Çok pahalı bu, yeniden ihale yapılsın” emrini vermiş. Yeniden ihale açılmış, yeni ihalede bu kez tonu 4 lira 90 kuruşa düşmüş. Dokuzda bir fiyatına inmiş yani. Hemen menfaat çetesini dağıtmış Özel İdare Genel Sekreterini görevden alarak. “O sekreter orada dursun, sana 1 milyon dolar hediye” diye haber göndermiş çete. Tınlamamış tabiî ki Duruer. Mardin’de, Edirne’de bunun gibi onlarca, hatta yüzlerce olayı, tedbiri, tasarrufu vardır Hasan Duruer’in.

Edirne’de yaptıkları ve yaşadıkları ayrı efsane, ayrı güzel, ayrı derstir. DSİ Bölge Müdürünü çağırmış, “Her yağmurda taşan Meriç ve Tunca nehirlerinin zeminindeki toprağı kaç günde kaldırırsın?” sorusuna “Şu kadar kamyon, şu kadar mazot verirseniz en az altı ayda Sayın Valim” diye cevap verildiğini şöyle anlatıyor: “‘Bir haftada bitiriyorsun’ dedim, bitirdi.” Hasan Duruer budur işte!

Kırkıncı gün Meriç kıyısındaki basın toplantısında söyledikleri unutulmaz: “Ben valiyim, her şeye karışırım. Telefonum şu. Lehime yazarsanız okumam. Aleyhime yazarsanız bir kere okurum, tarafsız ve haklıysanız ders alırım. Yanlıysanız, sizi de bir daha okumam. Bir başka şehre vali olmaya da niyetim yok benim.”

39’uncu sayısında devraldığı Edirne Valiliği Dergisi’ni, danışmanı Fahri Tuna’ya bir şehir kültürü dergisine dönüştürtmesi üzere emanet etmesi var ki destandır destan! Valinin tek fotoğrafının olmadığı bir valilik dergisi! “Valinin okunduğu değil, valinin de okuduğu dergi” sloganıyla şiirinden hikâyesine, makalelerinden şehir büyükleriyle söyleşilerine, yemeklerinden sokaklarına, dört başı mamur bir Edirne dergisine dönüştürmüştü. Ya Balkan şehirlerinde eli kalem tutan gençlere zemin hazırladığı ve her bir şiire, öyküye, yazıya 50 avro telif ödediği Balkan Türküsü Dergisi’ne ne demeli? Bugün Balkanlarda Türkçe şiir, öykü, deneme yazan otuzlu yaşlarındaki gençlerin hemen hemen hepsi onun kalplerine dokunduğu ve teşvik ettiği yazarlardır.

Dönemin İçişleri Bakanının oğluyla gelini “1 milyon liralık” fidan satmaya geldiklerinde, “Ben Edirne’ye 176 bin ağaç diktim. Hem de ücretsiz! Fidana ihtiyacım yok” diyebilen, başı dik, alnı açık, onurlu validir Hasan Duruer. 22 aylık görev süresinde Edirne Kitaplığına 42 kitap ilâve ettirdiğini de eklemeliyiz.


Çalışkanlığı dillere destan!

Gençliğin gelişimine çok ama çok önem verir, düzenlettiği Akademi-Mardin, Akademi-GAP, Akademi-Edirne, Akademi-Rumeli, Meriç Hikâye Günleri, Balkan Türk Şairleri buluşmalarıyla yüzlerce genç yeteneği şairlerle, yazarlarla, sanatçılarla buluşturmuştur. Zira o, “aklı- selim, kalbi selim, zevki selim bir gençlik yetişsin” derdindedir.

Ağabeyi Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar’a göre, onun Edirne Valisi oluşu, birlikte onlarca kez gittikleri Süheyl Ünver ziyaretinde, üstadın onun yüzüne tebessümle bakışı ve “Her şey biter, Edirne bitmez” sözündeki kerametten yirmi iki ayda on yedi kez Rumeli’ye gidişi ve Balkanları ayağa kaldırış gayreti ise Yozgatlı Şeyh Ahmet Efendi’nin sık sık Balkan haritasını açıp “Buraları bir gün geriye alacağız” sözlerindendir.

Dakiktir. Öyle dakiktir ki saatinizi onun toplantılarına veya açılışlarına göre ayarlayabilirsiniz. Bekletmez ve beklemez. Onun olduğu her vilâyet “şantiye”ye dönmüştür; altyapı üstyapı ayırmaz, fidana, süs bitkilerine, süs bitkiciliğine bayılır. Onun görev yaptığı yerin belediyesi rahat eder; zira yaptıklarının yarısı belediyenin de görevleridir ama bir kere de ağzından “Ben yaptım, ettim, onların göreviydi” sözlerini duyamazsınız.

Restorasyon âşığı, restorasyon uzmanı, restorasyon dâhisi, restorasyon delisidir. Zaman ve mekân tanımadan restorasyonla uğraşır. Ha bir de 7 milyon keşif bedelli işleri 1 buçuk milyon liraya bitirmesi ile ünlüdür.

Bir gösterişsizlik abidesidir. Fotoğraftan, basından hiç hoşlanmaz; nutuk atmaz, beyanat vermez. Tek yaptığı “iş, iş, iş”… “Ayinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz” sözü düsturudur. İş yaparken veya işe insan alırken, ırkına, şehrine, dinî ve siyâsî görüşüne zinhar bakmaz, tek baktığı liyakatidir. Tarih, kültür, eğitim, yokluk ve yoksullukla mücadele, birincil öncelikleridir. Gerçek bir Türk, gerçek bir Müslüman, gerçek bir hacıdır; dini hiç konuşmaz, gereğini yapar. Her şeye bir bütün olarak bakar; insana, kuruma, şehre, ülkeye, dünyaya, hayata… Birden, bütünden, tekten yanadır daima; gece gündüz birlik, beraberlik ve bütünlük yönünde çalışması da bundandır.

Liyakat birincil önceliğidir. Adalet birincil önceliğidir. Kucaklayış birincil önceliğidir. Gelen taleplerin kimden geldiğine değil de bir tek haklı istek olup olmadığına baktığı için ilin iktidar yöneticilerince sevilmez, hoşlanılmaz. Ama halkın ve hak yanlılarının en sevdiği adamdır gittiği şehirlerde. Duruşu, bakışı, yaptıkları, yapmadıkları, yaptırtmadıkları destan olur.

Hasan Duruer, 21’inci yüzyıl Türkiye’sinde bir efsane validir. Hem de yaşayan efsane!

Böyle bir efsane valinin yedi yıldır merkezde tutuluşuna anlam verememekteyiz. Sevgili Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan gibi üretken ve çalışkan birinin Hasan Duruer gibi üretken ve çalışkan bir valiyi kenarda tutuşuna akıl sır erdirmek mümkün değildir. “Vali olmak için hiç kimseyi araya koymadım” diyen Hasan Duruer gibi onurlu valiler, inanıyoruz ki kültür, sanat ve edebiyatı el üstünde tutmaya karar veren Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan tarafından da aranan yönetici tipleridir. Yoksa olan, ülkeye, şehirlere, insanımıza olmaktadır. Hasan Duruer’in hiçbir beklentisi, istirhamı, dileği yoktur. Sözü her zaman şudur: “Bir gün valilik yapayım, yeter ki hesabını vereyim!”

Yaptığın elli aylık valiliğin hesabını verdiğinden/vereceğinden kuşkumuz yok Ahuy!