KÂİNAT, insanın varlık âleminde bilmesi gereken en önemli üç tanıtıcıdan birisidir. Kâinatın hakikati tanıtıcı yüzü mânâ ile mümkündür. Mânânın olduğu yerde ok hedefe gider. Mânânın inkişafı ise doğru okumaya müştaktır. Okumak insana has bir özellik olup, kesin sonuçlarını da insanın idrak edebildiği bir hakikattir. Çünkü bilinen dev gibi bir evrenin hiçbir yerinde şu ana kadar atmosfer gibi bir yer ve insan benzeri bir canlıya rastlanmamıştır. Ancak farklı tür atmosfer ve farklı canlıların olması akla aykırı değildir.
İnsan, doğru okuma kılavuzuna erişemez ise nicelik denizinde boğulur. Niceliğin çerçevesi çizilip niteliğe yol açılmalıdır. Bunun yolu, kavramları ve yöntemleri açık, güncel ve sıradan olaylar üzerinden herkesin anlayacağı ölçekte sunmaktır. Bilindiği üzere evren ve içindekiler en genel anlamda iki gruba ayrılabilir: Birincisi, görünen kâinat; ikincisi ise, gözle göremeyeceğimiz kadar küçük maddelerdeki büyük âlemler...
Görünen yönüyle kâinat, günlük hayatta idrak edilen olaylar ve astronomik durumlar olarak iki gruba ayrılabilir. Ancak astronomik olayların formülasyonları da günlük olaylara benzerlik gösterebilir. Şöyle ki; günlük hayattaki olaylar ile astronomik olayların ifadelerindeki benzerlikler, gözle göremediğimiz olaylarınkine göre farklılıklar arz eder. Bu nedenle görünen evreni bir bütün olarak kabul edebiliriz.
Olayları matematik diliyle almada kullanılan yöntem/formüller aslında birer semboldür. Diğer bir ifadeyle, insanların kullandıkları kalıcı ve ortak formüller olarak adlandırılan sembolik bir lisandır. Bunlar iki ana gruba ayrılırlar: Birincisi, hiçbir şeye bağlı olmadan zaman gibi akıp giden, ilerleyen bağımsız değişkenlerdir. Diğeri ise, zaman ve diğer türlere bağlı olabilecek bağımlı değişkenlerdir. Bu sistemler birlikte dinamik bir iklim oluştururlar.
Fen bilimcileri bu ortak sembolik lisanı gördüklerinden her bir olay için problemleri yeniden çözmektense evrensel bir yöntem ile çözüp sonucu özel problemlere uygulama yönüne gitmişlerdir. Fen bilimcileri matematik yardımıyla problem çözerken farklı tür koordinat sistemleri kullanabilirler. Kartezyen koordinat, polar koordinat ve küresel koordinat sistemleri gibi… Şu an için dünyada kullanılan on bir adet koordinat sistemi vardır. Bir problemi hepsi için ayrı ayrı çözmek yerine hepsine geçişi sağlayan evrensel koordinat sistemi veya bilinen adıyla “genel koordinat sistemi” ile çözme yoluna gidilir.
Hangi koordinat sistemi olursa olsun, her bağımlı değişken, bağımsız olana göre anlam kazanır. Bunlar günlük hayatta olanlara göre örnek verildiğinde bir anlam ifade ederler. Konum, sabit bir noktaya olan uzaklık olarak bilinir. Konum değişmeye başladığında zaman da ilerlemiş olur. İlk ve son konum arasındaki fark, “yer değiştirme” olarak bilinir. Yer değiştirmenin zamana göre değişim oranına “hız”, hızın da zamana göre değişim oranına “ivme” denir. Bağımlı değişkenler bağımsız değişkenlere göre sınırsız sayıda çeşitlendirilebilir. Ancak matematiksel formülasyonları hep aynı sembolik gösterim durağından kalkar.
Yer değiştirmenin zamana göre değişimine verilen isim olan hız, aslında “yer değiştirmenin zamanla gelişiminin eğimi, eğriliği” demektir. Benzer şekilde ivme de “hızın zamana göre gelişiminin eğimidir”. Bunlar hep “birinci derece eğim” olarak ifade edilir. Yer değiştirmeden hıza, hızdan da ivmeye doğru bir geçiş olurken, bunun tersi de doğrudur. Ancak ivme ile yer değiştirme arasında doğrudan ilişki kurmak istendiğinde yer değiştirmenin ikinci derece eğiminin ivmeye gittiği görülür.
Bağımsız değişken zamandan farklı bir değişken olsa bile matematik açıdan sembolik gösterim ifadeleri hep aynı kalıpta olur. Diğer bir ifadeyle, bağımsız değişkenler ne kadar farklı olursa olsun, “Bağımlı değişkenlerin sembolik gösterimi aynı denklem şeklindedir” denir. Ancak anlam karşılıkları farklılıklar gösterir. Aynı otobüs ile farklı yolcu taşımak gibi…
Görünen evrendeki olaylar genelde bir düzeyde gerçekleşir. Ancak görünmeyen atom altı küçük âlemdeki olaylar ise birer bütün şeklinde varlık gösterir. Meselâ bir elektron tek başına gördüğümüz açık evrende ortalıkta dolaşsa, görünen evrendeki sembolik gösterime uygun hareket eder. Aynı elektron atomun içine girip bir sistem oluşturursa çok farklı semboller bütününe uyacak şekilde konuşlanır. Bütün sistemler böyledir.
Şimdi bu iki duruma odaklanmak için öncelikle görünen evrendeki günlük olaylardan başlayalım…
Makrodan mikroya
Zaman ile hızın çarpımı yer değiştirmeyi verir. Bir madde buna uygun hareket ederse “Düzgün hareket yapıyor” demektir. Hız ile ivmenin arasındaki durum da böyledir. Eğer işin içine ivme de girerse, yer değiştirme, hız ve ivmenin oluşturduğu bir cümbüş olur. Buna uygun hareket eden bir madde için “Öncekine göre ivmelenerek hareket ediyor” denir. Bu tür sistemler bir maddenin hareketinde daha çok kinetik özellikleri öne çıkarır. Eğer işin içinde kuvvet varsa dinamik özellikler de aktif olur. Dinamik sistem aktif olursa ivme ve konum arasındaki bağlantıda sistem harmoniye geçer. Bir yaya bağlı salınım hareketi, bir ipe asılı cismin salınımı ve dairesel hareket bu türden sayılabilir. Bu üç hareketin matematiksel sembolik gösterimi aynıdır, zira bilimsel olarak aynı formdadırlar. Yani “Bir ipin ucunda aslı cismin salınmasıyla yaya asılı cismin hareketi ilk bakışta farklı gibi görünse de bilimsel olarak aynı yasaya uygun hareket ederler, aynı semboldedirler” denilebilir. Kâinatın görünen ve görünmeyen âlemlerin tamamında bir tek sembolik kayık, bütün yükü geniş okyanusta taşımaktadır.
Dinamik özellikteki yay ucuna asılı cismin hareketi zamanla durağan hâle geçer. Dış etken denilen “sürtünme, hava direnci” gibi şeyler sayılabilir bunun için. Bu tür sistemlerde cisim harmonide olsa da zamanla harmoni tükenir. Bu tür mekanik sistemlerdeki olaylar sınırsız sayıda eşdeğer sistemle özdeş davranış sergilerler. Elektronik devrelerdeki direnç, kondansatör ve bobinler de böyle davranırlar.
Yay ucuna asılı cisim çekip bırakıldığında, gerilmiş yayın kendisini ilk hâline getirme özelliğinden dolayı hareket eder. Bu tür sistemlere aslında “İç kuvvetin etkisindedir” denir. Eğer yaya asılı cisim dış etken altında kalırsa zorlanmış olur ki bunun için “İnsanların dış müdahalesine açık hâldedir” denir.
Buraya kadar olan sistemler, görünen ve günlük hayatta olan olaylardan sadece zamana göre değişimleri göz önünde bulundurularak sunulmuştur. Zaman gibi bağımsız bir değişken dikkate alınsaydı, benzer durumlar yine çıkacak, olaylar değişmiş ancak matematiksel sembolik dil değişmemiş olacaktı. Ancak burada dikkat çeken husus, her bir cismin veya sistemin bir tür özelliği bu sembolik lisanda konuşacak olmasıdır.
Görünen ve günlük hayatta ne tür olay olursa olsun, sembolik lisan değişmiyor. Görünmeyen âlemlerdeki elektron gibi cisimlerin de görünen atmosfer ortamında serbest hareket ortamına bırakılırsa çevremizdeki cisimlerin uyduğu kurallara uyarak hareket edeceğinden bahsetmiştik. Ancak aynı elektron atom altı bir yapı olarak atomu oluşturduğunda işler değişiyor. Görünmeyen ve maddenin bütün özelliğini taşıyan en küçük âlem olan atomlarda sistem biraz daha sorumluluk gerektiriyor. Bu nedenle görünen ve günlük hayattaki kâinat algısını dış, cisimlerin görünmeyen atom ve atom altı âlemleri ise iç âlem olarak nitelendirelim. Zira iş, dıştan daha detaylı görünüyor.
Dış âlemde gözlenen olayların kinematik ve dinamik özellikleri iç âlemde daha çok dinamik olarak tecelli eder. Dış âlemdeki bir elektron parçacığının konum, hız ve ivme özellikleriyle bunlar arasındaki ilişki daha çok bireysel olarak görülür. Aynı elektron iç âleme nüfuz edip orada konuşlandığında daha çok özellik aynı anda dinamik olarak varlık gösterir.
Dış âlemdeki bir parçacık iç âleme girdiğinde ve dış etken olmadığı durumda en basit şekliyle dört farklı karakter aşikâr olur: Parçacık atomu oluşturacak şekilde konuşlanırken çekirdek etrafında yer edinir. Bu konum da iki yönelimle bulunur; iki elektron aynı koltukta ters yönelmek şartıyla oturabilir.
Parçacık (elektron) atom çekirdeğinin etrafında çok büyük bir kuvvetin etkisinde olduğu gibi zayıf kuvvetlerin de etkisine girer. Parçacığın konuşlanmasını bu kuvvetler şekillendirir. Bu kuvvetler haricî birinin eliyle olmadığından bunlar “iç kuvvetler” olarak nitelendirilir. Bu şekillendirme en basit şekliyle zamana, çekirdeğe olan mesafeye, yatay ve düşey yönelimlere bağlı olarak gerçekleşir. Bir parçacığın atom oluştururken zamana bağlı konuşlanması yer değiştirme ve hız arasındaki ilişki gibi bir sembolik dile evirilir. Yatay konuşlanma ise dış âlemdeki konum ile ivme arasındaki gibi bir sembolik lisana bürünür. Düşey durumdaki yerleşim ile parçacığın atom çekirdeğine olan mesafeye bağlı konuşlanmasının sembolik dili aynıdır. Bu iki dil, dış dünyadaki konum, hız ve ivme birlikteliğinin etkileşim lisanına atfedilebilir.
Atom içindeki elektron parçacığının dış dünyadaki oluşumun aksine iç âlemde çok daha karmaşık denebilecek yapıda olduğu görülüyor. Ancak bu yapının karmaşıklıktan daha ziyade detay ve özellik olarak nitelenmesi doğru olur. Bu özellik atom içindeki elektronun nerede, ne zaman ve hangi hâl içinde olduğunu ispatlıyor.
Gerek dış dünyadaki bireysel oluşum, gerekse iç âlemdeki çoklu yerleşik düzenin tamamı bir harmoni şeklinde oluyor. Bunların tamamı da aynı sembolik lisanı kullanıyor. Dış dünyanın geniş ve sadeliği yanında iç âlemde daha çok detay ve daha çok özellik birlikte raks ediyor. Dış dünyanın sadece zamana göre gelişimleri iç âlemde her biri kendi birer âlem oluşturarak yeniden hazırola geçiyor. Dünyalar küçüldükçe daha karmaşık hâl alırlarken harmoni büyük bir koroya dönüşüyor ve yepyeni âlemler ortaya çıkıyor. Ancak değişmeyen tek şey, “tek bir sembolik imza ile karşılaşılıyor” olmasıdır.
Akıl yoluyla hakikati kavramanın büyük evrende ya da küçük âlemlerde olmasının ayırt edilebilir bir durum olmadığına, imza üzerinden gidildiğinde hep aynı kalem kullanıldığına şahitlik ediyoruz. Âlem, “bilmek” anlamındaki “ilm” kökünden türetilmiş olduğundan, kâinatta iç ve dış her yerde insanlığın kaçışı hakikat ile tıkanıyor veya gerçeğe şahitlik etmesi isteniyor. Bu pencereden bakıldığında iç ve dış âlemlerin üzerindeki “ilm” anlamındaki bütün harmonik imza, Yaratıcısının mevcudiyetinin okunmasına giden yolu gösteriyor. Çoklu bir varlığın aksine tek bir imzaya şahitlik ediyoruz. Böyle bir durum canlı ve cansız bütün varlığın temsilini gösteriyor. Zira atom, maddenin bütün özelliğini gösteren en küçük yapı iken, hücre ise canlının bütün özelliğini gösteren en küçük yapı. Bundan hareketle, hücrenin içindeki bütün atomlar da iç ve dış âlemlerin üzerindeki “ilm” anlamındaki harmonik imza ise Yaratıcı’nın varlığını gösteriyor.
Mevcut âlemlerin tamamı, gerek maddî, gerekse manevî perspektiften bir tek sembolik imza ile kuşatılmıştır. Bu kuşatma ile Yaratıcı, hâkimiyet ve tasarrufunu sadece Kendi idaresinde bulunduruyor. Görünen ve görünmeyen âlemlerin sırlarını sadece Kendisinin bildiği ancak doğru bir okuma ile harmonik bir tek imzanın insanlar tarafından görülüp anlaşılarak idrak edilmesinin bu durumun bir sırra vâkıf olduğu da bir gerçek. Hâl böyle iken evrendeki her şeyin sembolik imza ile Yaratıcıya boyun eğdiği hakikat. Hiçbir şey Yaratıcının bu harmonik imza ile yapılan sembolik kanunlar serisinin dışına çıkamıyor. Yüce Yaratıcı, bu imza sahibinin bilinmesini istiyor.