Hardal yüreğin direnişi

Küresellikten bir an uzak dünyanın teknoloji çanları “çın çın” öttüğünde, elinizdeki kitaptan hayli okuduğunuzu fark edip “Alo!” dediğinizde, sizi ansızın arayana beyin açlığının, yürek açlığının, mide açlığının önemini farkında olmadan uzun uzun anlatırsınız. Artık dostunuz da bilmekte beynin açlığının ve mantıksal karşı koymanın sonucunu… Yürek açlığını ve onun önemsenmesi gereken bir yoksunluk değeri olduğunu… Sağlıklı yaşam için mide doyumunu… Yürekleriyle yaşayanların cesaretlerini… Beyinleriyle yaşayanların kurnazlıklarını… Mideleriyle yaşayanların oburluklarını da…

TOPRAĞIN ateşi yok ettiğini hatırladığınızda, ufkunuzda kocaman bir plazma ekran belirir, kendinizi bulursunuz; hayatın bütün küresel boyutlarında ve onların izdüşümlerinde…

Bir noktanın her anlamdaki tanımını niçin tam olarak yapamadığınızı, akılla yapılan itirazı yine aklın yorumuyla açıklarsınız. Artık biliyorsunuz ilk cümlelerinizin tepkiyle niçin karşılaştığını ve eylemlerinizin de... Böylece Resûllerin kutlu yürüyüşlerindeki ilk reddedilişlerini daha kolay anlar ve itirazın yaratılışta varlığını bilmenin huzuruyla açtığınız sayfayı okumaya devam edersiniz.

Bilmenin mantıksal düşünüşte sonsuz bir sürgün olduğunu, onun gönlünden sürülenin sürüneceğini, kandırmaların da kandırmaca olduğunu başınızla tasdik ettiğinizde, yüreğinize düşen katreler görürsünüz gözlerinizle. Sadece akılla değil kalple inanmanın da ne kadar ulvi olduğunu, sağlıklı bir yaşam için her türlü beslenmenin önemini zaten bilirsiniz. Ve bir de üç boyuttan yoksun beslenmenin tahmin edemeyeceğiniz acısını…

İnsan bazen nedenli özlemlerinin nedensiz hırslar oluşturduğunu düşünür. Bazen de ölümsüzlük hırsına bürünebilir. Öyle hâller yaşar ki, yüreğinin cehennem ateşini kendine has yöntemleriyle soğutabilir. Bazen de o harın içinde suskunluk abidesi olarak gören ve bilenleri hayrete düşürür. Siz o şartlar altında günahkâr ruhları düşündünüz mü? Ya da bedenleri yok eden acıları tekrar tekrar nasıl yaşadıklarını? Ve birlikte yok olmak nedir, bunu düşündünüz mü hiç? İsyanınızın tüm bunlara karşı koyup, bu yok oluşlara asla dayanamayacağını haykırmaya cesaretiniz oldu mu? Gerekirse bu uğurda bütün kanunları çiğneyip mutlak bir sona direnmenin bir akıl yoksunluğu ama “hardal” bir yüreğin özgün direnişi olabileceğini hayâl edebildiniz mi? Yoksa siz de “Akıl var, mantık var” mı dediniz? Hep doğrucu Kâzım olup jargonlar mı ürettiniz akıl boyutundan? Sonuçta “insan”ız ya…

Var oluşundan itibaren doğru ile yanlış arasında gidip gelen ve bu ikisi arasında seçim yapan, bu seçimi yaparken İlâhî ve evrensel kanun ve prensiplere çok itibar etmeden kararlar veren, kimi zaman da kendi aklına güvenip doğruyu yanlıştan ayırt edebilmek adına zihninin yasalarıyla hareket etmekten kaçınmayan da yine bir insan… Yine aynı insan, çevresindeki varlıkları aklı sayesinde kavrayarak, kavradıklarıyla hükümler oluşturan ve bu hükümlerle de akıl yürütendir. Ama bu akıl yürütmelerin çoğu, onu doğruya ulaştıramamıştır. İnsan tam da bu hususlarda gönül sesine kulak vererek yanlışa düşmekten korunmak için belli kıstaslar dâhilinde hissiyatına güvenmek istemiştir.

Bazıları da akıllarına güvenmeyi tercih ederek akıl yürütmeyi akıllılık saymışlardır. Kimilerine göre akıl yürütülebilirdir ama gönül, yürütülemezliğe sahip “hardal” kadar bir kuştur. 

Bu ruh ve düşünce atmosferinde kütüphanenizin özel rafından bir kitap çekmeden gözlerinizi kapatıp ve yine gözlerinizi açmadan kitabı açıp, “Bugün şansıma hangi sayfa açılacak ve ben ne okuyacağım?” diye korktunuz mu? Belki isyankâr bir ruh, belki de sevgiyi bulamamış bir yürek öyküsü olacaktır okuyacağınız. Bu çok rahatsız eder miydi sizi? İsyanın âlâsını yapan, yüreğine hükmedip, midesinin doyumuyla fark edilmişliği bilip, sonra da yüreklerin doyumu için akıtılan gözyaşlarını fark etmenin anlamı ne kadar olur ki, düşündünüz mü hiç?


Tartan da aynı, tartılan da

Hep kalakalırsınız bu üçlü karşısında: Akıl, kalp ve mide… Bunların açlığını ve doyumunu düşünürsünüz. Akla akılla ilk ihtirazı; mantıksal yanlışlığı da… Her insan kendince aklını bilimselleştirebilir, hatta sistemleştirebilir. Ancak aklın akılla çürütülebilir bir gerçek olduğunun realitesinden kaçınan da insandır. Akıl kendi varlığını her şey saymanın acizliğinden kendini kurtarabilmelidir. Unutulmamalıdır ki, dünyaya gelişte kalbin görevi tanımlı, ama beynin görevi tanımlı değildir. Bizden çok önce var olan elementlerin bir disiplin dâhilinde, fizik ve kimya biliminin doğuşundan çok önce süregelen fizikî davranışları da hatırlanmalıdır ki insanın gönül ikliminin aklın şekillenmesindeki etkisi daha iyi anlaşılabilsin. Aksi takdirde aklın gönül üzerindeki hâkimiyetine inanmak zorunda kalırız.  Her ne kadar akıl tüm olayları sistemli bir şekilde tasnif edip ve bir ilim olarak düşünce ekseninde ele alsa da gönül açlığında bu sistemlerin yetersiz enerjiden kaynaklanan şekilde çok verimli olacakları iddia edilemez. Zira “tutarlı düşünme” denilen mantıklı düşünmenin birtakım temel ilkeleri vardır: Bunlar aklın özdeşliği, çelişmezliği ve imkânsızlığı olup, gönül ikliminden beslenirler. Bunların uyumlu olmaları sağlıklı düşünce için zorunluluktur.

Bu ilkeler yardımıyla zihin, önceden bilinen ve kalpten gelen sinyaller doğrultusunda hükümler arasında bağ kurarak yeni bilgiler elde eder ve varsayımlar oluşturur. İşte bu, gönül terazisinin aklı tartmasıdır! Mantık boyutunda terazi de akıldır, tartılan da… 

Bu gibi mantıksal analizlerin yapıldığı bilgi hazinesini, daha siz hâlden hâle dönüşürken bir reddedilişle karşılaşmanın bilgi noksanlığı ile değil de bilginin kutsiyetiyle kuşanılmamış olduğuna bağlarsınız. Tok gibi görünen bir beynin açlığından onu Yaratana sığınırken kalbinizin üzerine aklınızla eğilirsiniz. Doğrulduğunuzda, size düşman ama dost çehreli biriyle uzun bir birliktelik yaşayacağınızı hiç bilemezsiniz. Bir başkadır teslimiyet, bunu da bilginin bilgeliğinde görürsünüz. Aynı öğretilerle beslenenlerin nasıl da daha başlangıçta farklı olduklarına, olduğunuz yerden müsaade edersiniz. Sizin canınız olan ruh ile bilginin renklerinin gökkuşağından yüreğinizin bir gülümsemeye ev sahipliği yapacağını hissettiğinizde acılarla tanışırsınız yeniden. Yeniden, mutlak bir bilgi ile yola çıkarsınız; akıl ile karşı koymanın dönüşsüz bir sürgün, yüreksiz bilgilerin de hamallık olduğunu çok iyi anlarsınız!

Beyin tokluğunda bilgi açlığının nasıl bir zindan olduğunu, ama bilginin sorgulanmasıyla nasıl nezih bir huzurun oluşturulduğunu iyi bilirsiniz. Bilemezsininiz sürgüne gönderilenin düşmanca görünen ama sizi gerçek huzura kavuşturacak kendince kötü niyetini.

Güzelliklerden ayrılmayı istemeyen yüreğiniz için bilmediğiniz mide açlığınızı yok ettiğinizde, gerçek kimliğe bürünüp acı dolu yüreklerinizle kendi çölünüze ulaşırsınız. Bu çöl, çöl; bu çöl tenha; bu çöl susuz; bu çöl insan… Değil mi ki ondan bir ruhla aniden kalbinize döndünüz, işte o an, gerçek kurtuluşa erdiniz! Yüreklerinizin zaferini elleriniz, gözleriniz, tenleriniz kutlarken, çöl en zarif bir sesliliğe bürünür, en soğuk sular sizi yaymak için ötekilerden yola çıkar…

Küresellikten bir an uzak dünyanın teknoloji çanları “çın çın” öttüğünde, elinizdeki kitaptan hayli okuduğunuzu fark edip “Alo!” dediğinizde, sizi ansızın arayana beyin açlığının, yürek açlığının, mide açlığının önemini farkında olmadan uzun uzun anlatırsınız. Artık dostunuz da bilmekte beynin açlığının ve mantıksal karşı koymanın sonucunu… Yürek açlığını ve onun önemsenmesi gereken bir yoksunluk değeri olduğunu… Sağlıklı yaşam için mide doyumunu… Yürekleriyle yaşayanların cesaretlerini… Beyinleriyle yaşayanların kurnazlıklarını… Mideleriyle yaşayanların oburluklarını da…

Ayrıca ulaştığınız bilgiyle, sevginin kalpte saklanan özel bir nimet olduğunu, zaman zaman kan basıncınızdaki değişimlere dayanamayarak kendinizi sokağa atar atmaz elinizde tuttuğunuz bir yaban gülünün değerini nasıl da düşünemediğinizi düşünürsünüz.

Bu düşünce ve duygu atmosferinden olacak ki, “ağzı duâlı bilirkişi” unvanını dahi alırsınız. Ama kimse sizin, hayatın sayılarını toplayıp çıkarıp, çarpıp bölerken dört işlemi zihinden yapamadığınızı bilemeyecek asla. Çünkü sevgiyle bakan kalbinizde sevgi rakamları çoğaltmakta, nefret rakamlarıysa azaltmakta; bunu sadece siz bilmektesiniz. Belki bir gün sizi anlayan biri de bunu sezinleyebilir, bunu bilemezsiniz. Siz bileceksiniz üç açlığın hangi tokluklar ile hayatınızı gülşene ya da zindana çevireceğini. Ama her nedense hep gönül açlığının riskini taşımaya aday olacaksınız.

Bütün bu açlık serüveninde her şeye rağmen sevgiyi mükemmel yapanın, “sadece kusursuz ve dengeli bir sevgili değil, hayatı sevgiye adanmış, yüreği ile efsane oluşturanlara saygı ile kalplerinin ayarı kaçmış insanların bilgilerini kontrol edemeyen cambazlar, kötü arzularını ve ihtiraslarını bir yaşam şekli olarak seçen insanlara bıkmaz tükenmez tahammülleridir” diye düşünebilirsiniz.

İnsanın bu üç açlığının kronolojik bir ilişkisinden de söz edilebilir. Zira duygusal açlık fazla yeme hazzı oluştururken, ruh açlığı fazla konuşma ihtiyacı hissettirebilir. Açlık hissi fiziksel olarak başladığı gibi, çoğu zaman duygusal olarak da başlayabilir. Eğer can sıkıntısı, stres, yorgunluk, gerginlik, öfke, yalnızlık ve depresyona karşılık yemek yeniyorsa, duygusal boşluğu doldurmak için yenildiğini unutmamak gerekir. Fiziksel açlığın bir anda başlamadığı, yavaş yavaş açlık hissi oluştuğu, ancak duygusal açlıkta açlık hissinin bir anda ortaya çıktığı bilinmektedir. Duygusal açlığı bir anda bastırmanız gerektiğini hissedersiniz, ancak fiziksel açlığınız bekleyebilir. Yazmak, resim yapmak, müzik dinlemek, sevdiklerinizle iletişim veya kendinizce gezmek, duygusal açlıklarınızı gideren hususlardan bazılarıdır. Kedinizle oynayabilir, farklı eylemsellikler yapabilir, bir anının kollarında uyuyabilirsiniz. Mevsimsel fotoğraflar çekebilir veya sevdiklerinize gidebilirsiniz. Bir film izleyebilir veya yemek yapabilirsiniz. Arkadaşlarınızı arayıp plân da yapabilirsiniz. Bunlar basit ve duygusal açlığınızı yenmeniz için eğlenceli yollardır. Her zaman, her anlamda sağlıklı ve dengeli olabilme çabasında olunmalıdır. Çoğu zaman zihninizi dağıtmak duygusal açlığı yenmenizde yardımcı olabilir. Veya insan kendini iyi tanıyorsa, bu açlığını daha kolay bastırabilir ve onun yolunu mideden geçirmeyeceği gibi nerede duracağını da bilir. Duygusal tokluğun ruhun ve zihnin ebedî bir feneri olduğu hakikati göz ardı edilmemelidir asla.   

Terazisinin ayarı tam yapılan beyin, kalp ve mide, hayatın vazgeçilmez cazibesi olurlar. Özellikle beyin açlığında, yüreğin medcezirinde, midenin gurultularında; üzerlerine gelen iştah kabartıcı durumlarda hazımsızlık yapmadan, bu üçlünün kararlılıkla dengede tutulmasının hayata doyumsuz bir haz katacağını da unutmamak gerekir.