MEDENİYET, herhangi bir toplumun doğrudan hayata bakışını
izah eden çerçevedir. Bu çerçeve farklılığına dair bir misâl paylaşayım sizinle…
Bizim “itfaiye” şeklinde kullandığımız kelimenin
Batı’daki karşılığı “fire department”, itfaiye erinin dengi de “fireman”dır.
Kelimeleri kökleriyle incelediğimizde, bizdeki
itfaiyenin “itfa” kelimesinden türediğini görürüz.
“İtfa”, “söndürmek, dindirmek veya bastırmak”
şeklinde üç akraba mastarla karşılık bulur.
“Fire department” tamlamasındaki “fire” sözcüğü
ise “ateş, yanmak veya yangın” mealine denk düşer.
“Hayata bakış” dedik ya, Batı ile aramızdaki
anlayış, yaklaşım, duyu ve görü nüansını sanırım hepimiz fark etmişizdir.
Biz çerçeveye “söndürme azmiyle” adım atıp soruna “çözüm
cehdiyle” yaklaşırken, kafası his ve insaf noktasında başka çalışan cenah ise
soruna sorunla, ateşe ateşle bakmayı ancak becerebiliyor.
Zira yoksunluk ve yoksulluktan ötürü meseleye başka
bir izah getiremediği, eylem, nesne ve büsbütün eşyaya yakışır isim bulamadığı
için bu noktada bir buhranla karşı karşıya kalıyor.
Hakikaten de acınacak bir durum!
İzahın, görü ve duyunun yerleşemediği
alanda hâliyle lîsan yoksul, hattâ çâresiz kalıyor.
Lîsanın çâresiz kaldığı yerde kavga,
âbâd olduğu yerde ise sohbet oluyor. Lîsanı kullananlar birbirlerinin
yüzlerine, kullanamayanlarsa ayaklarına bakıyor.
Lîsan, izahın ve dolayısıyla isimlendirmenin
gücüyle huzuru, tersi hâldeki zayıflığıyla da kaosu yaşatıyor.
Yûnus Emre Hazretlerinin deyişiyle, “Söz ola, kese savaşı; söz ola kestire başı”…
İki şehir geldi aklıma lîsanın güçlü ve
zayıf hâllerine örnekle… Doğu’dan iki şehir: Aşkabat ve İslamabad…
Bu iki şehrin isimlerine dikkatle
bakınız!
Evet, tanıdık şehirler… Ancak bu
şehirlerde ne yaşandığını bilmeseniz ve yalnız isimlerini duysanız ne
düşünürsünüz?
“Aşkabat” denince aklınıza yalnız
bütünleşik bir kelime mi geliyor? “Aşk” ve “âbâd” kelimelerini yan yana getiren
çerçeve anlayış, söz konusu şehirde “aşkın âbâd oluşunu” hem murâd etmiş, hem
de şehre o misyonu yüklemiş: Aşkın âbâd ettiği şehir…
Bu düşünce, aynı hâliyle İslamabad’a da
yansımış: “İslâm’ın âbâd ettiği şehir”…
Başka bir şehir ismi örneği daha
vereyim mi?
İngiltere’den “Oxford”…
Bu şehir de tanıdık… Şimdi bu isme de
dikkatle bakınız!
Bu şehirde dünyanın en iyi üniversitelerinden
birinin olduğunu hatırlıyorsunuz isme bakarken. Peki, ne düşünüyorsunuz?
“Ox” ve “ford” kelimelerinden oluşan
“Oxford” isminin “öküz” anlamına gelen “ox” ile “çiftlik” anlamına gelen “ford”
kelimelerinden oluştuğunu, dolayısıyla sözcüğün “öküz çiftliği” mealine denk
düştüğünü görüyor musunuz?
Lîsan, izahın ve dolayısıyla
isimlendirmenin gücüyle huzuru üflüyor halkının ciğerlerine. Ancak o güç
zayıfladığında kaostan başka pay kalmıyor geride.
Sohbet eder, muhabbetten feyz alır, o
Nebevî “Allah’a ve âhiret gününe iman
eden ya hayır konuşsun yahut sussun” düsturuna sıkı sıkıya sarılır, en
azından kalp kırmaz, Yûnus Emre’nin o acıdığı ve “Bir kez gönül yıktın ise/ O kıldığın namaz değil/ Yetmiş iki millet
dahi/ Elin yüzün yumaz değil” diyerek hicvettiği insanlardan olmazdık, peki
bize ne oldu?
Gezi gördük, Kobani telâşı yaşadık, 15
Temmuz’u savuşturduk…
“İtfaiye” olup söndürürken yangını,
“fireman” olup çelişik kodlar taşıdığımız için ne yapacağımızı mı şaşırdık?
Üzerimize yolladıkları “yangın
adamları” ile bugünlerde çıkardıkları orman yangınları üzerinden vermek
istedikleri mesaj dahi şu meali taşıyor: “Bırakın
konuşmayı, nefes almanızı bile istemiyoruz!”
Ateşin düştüğü yerde devlet de var.
Zira devletin biricik milletinin o ateş! Kriz masaları değil, gerekirse
Bakanlar Kurulu’nu toplamalı ateşin düştüğü yerde…
Ancak bize de çok iş düşüyor!
Motorlu araçların olağan
sorunlarındandır harâret. Bizim de -bize yakışmıyor olsa da- harâretimiz
yüksek…
Harâretle muhabbet arasında ya lîsanın
kuvvetine yapışıp birbirimizin yüzüne bakacağız, ya iyice dermandan düşüp
ayağımızdan gözümüzü alamayacağız.
En iyisi mi biz, motorlu taşıtlar gibi
su kaynatmak yerine, muhabbet için demlik demlik çay kaynatalım…
Şükrün ne demek olduğunu, ancak lîsanı bu kelâma uyanlar bilirler!