Harâretle muhabbet arasında

Gezi gördük, Kobani telâşı yaşadık, 15 Temmuz’u savuşturduk… “İtfaiye” olup söndürürken yangını, “fireman” olup çelişik kodlar taşıdığımız için ne yapacağımızı mı şaşırdık? Üzerimize yolladıkları “yangın adamları” ile bugünlerde çıkardıkları orman yangınları üzerinden vermek istedikleri mesaj dahi şu meali taşıyor: “Bırakın konuşmayı, nefes almanızı bile istemiyoruz!”

MEDENİYET, herhangi bir toplumun doğrudan hayata bakışını izah eden çerçevedir. Bu çerçeve farklılığına dair bir misâl paylaşayım sizinle…

Bizim “itfaiye” şeklinde kullandığımız kelimenin Batı’daki karşılığı “fire department”, itfaiye erinin dengi de “fireman”dır.

Kelimeleri kökleriyle incelediğimizde, bizdeki itfaiyenin “itfa” kelimesinden türediğini görürüz.

“İtfa”, “söndürmek, dindirmek veya bastırmak” şeklinde üç akraba mastarla karşılık bulur.

“Fire department” tamlamasındaki “fire” sözcüğü ise “ateş, yanmak veya yangın” mealine denk düşer.

“Hayata bakış” dedik ya, Batı ile aramızdaki anlayış, yaklaşım, duyu ve görü nüansını sanırım hepimiz fark etmişizdir.

Biz çerçeveye “söndürme azmiyle” adım atıp soruna “çözüm cehdiyle” yaklaşırken, kafası his ve insaf noktasında başka çalışan cenah ise soruna sorunla, ateşe ateşle bakmayı ancak becerebiliyor.

Zira yoksunluk ve yoksulluktan ötürü meseleye başka bir izah getiremediği, eylem, nesne ve büsbütün eşyaya yakışır isim bulamadığı için bu noktada bir buhranla karşı karşıya kalıyor.

Hakikaten de acınacak bir durum!

İzahın, görü ve duyunun yerleşemediği alanda hâliyle lîsan yoksul, hattâ çâresiz kalıyor.

Lîsanın çâresiz kaldığı yerde kavga, âbâd olduğu yerde ise sohbet oluyor. Lîsanı kullananlar birbirlerinin yüzlerine, kullanamayanlarsa ayaklarına bakıyor.

Lîsan, izahın ve dolayısıyla isimlendirmenin gücüyle huzuru, tersi hâldeki zayıflığıyla da kaosu yaşatıyor.

Yûnus Emre Hazretlerinin deyişiyle, “Söz ola, kese savaşı; söz ola kestire başı”

İki şehir geldi aklıma lîsanın güçlü ve zayıf hâllerine örnekle… Doğu’dan iki şehir: Aşkabat ve İslamabad…

Bu iki şehrin isimlerine dikkatle bakınız!

Evet, tanıdık şehirler… Ancak bu şehirlerde ne yaşandığını bilmeseniz ve yalnız isimlerini duysanız ne düşünürsünüz?

“Aşkabat” denince aklınıza yalnız bütünleşik bir kelime mi geliyor? “Aşk” ve “âbâd” kelimelerini yan yana getiren çerçeve anlayış, söz konusu şehirde “aşkın âbâd oluşunu” hem murâd etmiş, hem de şehre o misyonu yüklemiş: Aşkın âbâd ettiği şehir…

Bu düşünce, aynı hâliyle İslamabad’a da yansımış: “İslâm’ın âbâd ettiği şehir”…

Başka bir şehir ismi örneği daha vereyim mi?

İngiltere’den “Oxford”…

Bu şehir de tanıdık… Şimdi bu isme de dikkatle bakınız!

Bu şehirde dünyanın en iyi üniversitelerinden birinin olduğunu hatırlıyorsunuz isme bakarken. Peki, ne düşünüyorsunuz?

“Ox” ve “ford” kelimelerinden oluşan “Oxford” isminin “öküz” anlamına gelen “ox” ile “çiftlik” anlamına gelen “ford” kelimelerinden oluştuğunu, dolayısıyla sözcüğün “öküz çiftliği” mealine denk düştüğünü görüyor musunuz?

Lîsan, izahın ve dolayısıyla isimlendirmenin gücüyle huzuru üflüyor halkının ciğerlerine. Ancak o güç zayıfladığında kaostan başka pay kalmıyor geride.

Sohbet eder, muhabbetten feyz alır, o Nebevî “Allah’a ve âhiret gününe iman eden ya hayır konuşsun yahut sussun” düsturuna sıkı sıkıya sarılır, en azından kalp kırmaz, Yûnus Emre’nin o acıdığı ve “Bir kez gönül yıktın ise/ O kıldığın namaz değil/ Yetmiş iki millet dahi/ Elin yüzün yumaz değil” diyerek hicvettiği insanlardan olmazdık, peki bize ne oldu?

Gezi gördük, Kobani telâşı yaşadık, 15 Temmuz’u savuşturduk…

“İtfaiye” olup söndürürken yangını, “fireman” olup çelişik kodlar taşıdığımız için ne yapacağımızı mı şaşırdık?

Üzerimize yolladıkları “yangın adamları” ile bugünlerde çıkardıkları orman yangınları üzerinden vermek istedikleri mesaj dahi şu meali taşıyor: “Bırakın konuşmayı, nefes almanızı bile istemiyoruz!”

Ateşin düştüğü yerde devlet de var. Zira devletin biricik milletinin o ateş! Kriz masaları değil, gerekirse Bakanlar Kurulu’nu toplamalı ateşin düştüğü yerde…

Ancak bize de çok iş düşüyor!

Motorlu araçların olağan sorunlarındandır harâret. Bizim de -bize yakışmıyor olsa da- harâretimiz yüksek…

Harâretle muhabbet arasında ya lîsanın kuvvetine yapışıp birbirimizin yüzüne bakacağız, ya iyice dermandan düşüp ayağımızdan gözümüzü alamayacağız.

En iyisi mi biz, motorlu taşıtlar gibi su kaynatmak yerine, muhabbet için demlik demlik çay kaynatalım…

Şükrün ne demek olduğunu, ancak lîsanı bu kelâma uyanlar bilirler!