Hangisi makbûl? ABD’ye ihanet eden Erdoğan mı, Erdoğan’a ihanet eden Babacan mı?

Fulbright bursuyla ABD güdümüne, Bilderberg toplantıları ile küresel baronların emrine giren, Kraliçe’nin Şövalyesi tarafından Ekonomi ve de Dışişleri Bakanlıkları seviyesinde siyâsete sokulan Ali Babacan, kendisine Türkiye’yi büyütme fırsatı veren lideri yerine, Türkiye’yi etkisizleştirme görevi veren ağababalarının oyununu oynayıp partisine ve dâvâsına, hatta bize göre devleti ve milletine ihanet eden bir isim olarak geçecek siyâset tarihine.

BİRTAKIM örgütler, gizli emellerine süslü kılıflar bularak dünyayı kendi hedefleri doğrultusunda şekillendirmeye çalışıyorlar. Devletlerin, millî menfaatleri için yaptığı ve yapacağı bu tarz çalışmaların -insanî değerleri yok saymamak şartıyla- kabul edilebilir olduğunu, benzer çalışmaları ne kadar fazla ve doğru yaparsak o kadar kolay yükseleceğimizi düşünüyorum.

Ancak öyle kurumlar var ki, kendi devletlerini bile tahakküm altına almış, emperyalizmin hâkimiyetini dünyanın her noktasına yaymaya çalışan para baronları tarafından yönetiliyor. Bu baronların dini var mezhebi yok, devleti var milliyeti yok, tarihi var kültürü yok, beyni var kalbi yok.

Dedik ya, gizli emellerine süslü kılıflar buluyorlar; ya küreselleşerek geri kalmış ülkelerin de dünyaya entegre olmasını istiyor görünüp sömürü düzenini yaygınlaştırma gayretiyle çalışıyorlar ya da eğitimi güçlendirmek bahanesiyle devletlerin eğitim sistemini kültürlerinden kopartıp, burs vererek yetiştirdikleri öğrencileri ülkelerine göndererek kendi emellerine hizmet eden noktalara getiriyorlar.

Türkiye’de de tesadüfle açıklanamayacak kariyerler var bununla ilgili. Uluslararası çapta büyük sükse yapan bursları alan ve dünya siyâsetine yön vermek amacı güden kurumlarda eğitilmiş kişiler, Türk siyâseti ve sermayesi için önemli noktalara geliyor.

Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Eisenhower, yıllarca Ekonomi ve de Dışişleri Bakanlığı yapan Ali Babacan’ın Fulbright, eski Başbakan Bülent Ecevit ve Deniz Baykal’ın da Rockefeller bursu almış olmalarını bu yüzden çok anlamlı buluyorum.

Dünya çapında bir milyondan fazla mezunu olduğunu ve bunların içinde üç yüzden fazla devlet ve hükûmet başkanı bulunduğunu açıklayan ABD Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Eğitim ve Kültürel İşler Bürosu’nun 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü de yetiştirdikleri listesinde göstermesi, aynı derecede anlamlı.

Tabiî unutulmaması gereken çok özel bir oluşum daha var ki, o da ekonomi, medya ve siyâset alanındaki katılımcıları ile dikkat çeken Bilderberg toplantıları. Bugüne kadar kimler katılmadı ki bu toplantılara? Dikkatinizi çekebilecek bazı isimleri hatırlayalım şimdi: Siyâsî kimlikleriyle Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Ali Babacan, Kemal Derviş, Hikmet Çetin, Faik Öztrak, Zeynep Damla Gürel ve Tayyibe Gülek; gazeteci kimlikleriyle Cengiz Çandar, Enis Berberoğlu, Fehmi Koru ve Sami Kohen; sermaye grubundan Mustafa Koç, Ferit Şahenk, Muhtar Kent, Ümit Boyner, Arzuhan Doğan Yalçındağ ve daha niceleri…

Türkiye’nin yaşadığı son 20 yıl göstermiştir ki, dış desteklerle eğitim almış, dış mihrakların dümen suyuna girmiş yukarıdaki isimlerin neredeyse hiçbiri vatan-millet aşkıyla izah edilebilecek projelerin altında imzası olan kişiler değillerdir.

Yukarıda ismini zikrettiğim kuruluşlar, birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de siyâsetin dizaynında önemli rol oynamışlardır. Burada gelebilecek bir eleştiriye de şimdiden cevap vermek isterim: Recep Tayyip Erdoğan da aynı dış güçler tarafından seçilmiş, yükseltilmiş, medya ve sermaye desteği ile onun liderliğindeki AK Parti’nin kurulması ve seçim kazanması sağlanmıştır. Ancak, Erdoğan’ın o mâkâma gelmesini sağlayanlar, bizzat Erdoğan tarafından kandırılmış ve elde ettiği gücü devleti, millet ve ümmeti uğruna kullanmayı tercih ettiği için ondan kurtulmanın yolları denenmiştir defalarca.

Şimdi soru şu: Türkiye’yi boyunduruğa almak için uğraşanları kandıran Erdoğan mı makbuldür, yoksa Türkiye’yi kurtarmaya çalışan Erdoğan’ı kandıranlar mı? Sorunun güncel özneleri malûmunuzdur; Abdullah Gül ve Ali Babacan…

Geçen hafta, hiçbir insanî, siyâsî ve etik değerle açıklanamayacak bir itirafla gündeme geldi Ali Babacan. Normal şartlarda yalancılıkla ve ihanetle suçlanacağını bildiği için gizlemesi gereken bir olayı, bir canlı yayında, öyle zannediyorum ki siyâsî tecrübesizliğine kurban olarak ağzından kaçırdı.

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı için imza verdiği dönemde, Abdullah Gül’ün muhalefetin çatı adayı olmasının görüşüldüğü masada olduğunu ve bunun için çalıştığını söyledi.

Kim bu Ali Babacan?

Benden sadece 29 gün küçük olduğu için, zamanında daha sempatik bulduğum, eğitim hayatının herkesin gözlerini kamaştırdığı, İzmir İktisat Kongresi kapsamında canlı dinleme şansı da bulduğum, Türkiye’nin geleceği için önemli, pırıl pırıl bir siyâsetçi profili var hafızamda. Keşke o şekilde kalabilseydi…

Ancak onu siyâsete sokan Abdullah Gül’ün Erdoğan’a ve dâvâya ihanetinin ardından birtakım şüpheler oluşmuştu aklımda. Kendisini kimse tanımazken, henüz 2002 seçimleri bile yapılmadan, Gül’ün gazeteci Ahmet Takan’ı arayarak, “İngiltere’ye gönderdim. Roadshowlarda yetiştirdim. Seçimden sonra Ekonomiden Sorumlu Bakanımız olacak. Ve ileride yıldızı çok parlayacak. Çok genç!” diyerek tanıttığı Babacan’ın bir proje olması ihtimâlini ise çok sonra değerlendirmeye başladım ne yazık ki.

Ancak kısacık ama parlak kariyeriyle benim gibi o kadar çok kişinin gözünü boyamıştı ki uzun süre kimse toz konduramadı kendisine. Erdoğan’ın onu partide tutma çabalarının ise ya projenin ilerlemesini önlemek ya da gerçekten başarılı olması beklenen bir siyâsetçinin millî menfaatler içinde çalışmasını sağlayabilmekten ibaret olduğunu düşünüyorum. Bizim yeni yeni keşfettiğimiz gerçek Babacan’dan Erdoğan çok daha önce haberdardı ve ekonomiyi de, dışişlerini de ceza olsun, belki de akıllansın diye almıştı elinden…

Sonuç olarak, Fulbright bursuyla ABD güdümüne, Bilderberg toplantıları ile küresel baronların emrine giren, Kraliçe’nin Şövalyesi tarafından Ekonomi ve de Dışişleri Bakanlıkları seviyesinde siyâsete sokulan Ali Babacan, kendisine Türkiye’yi büyütme fırsatı veren lideri yerine, Türkiye’yi etkisizleştirme görevi veren ağababalarının oyununu oynayıp partisine ve dâvâsına, hatta bize göre devleti ve milletine ihanet eden bir isim olarak geçecek siyâset tarihine.

O gün o ihaneti itiraf etmek istediğini düşünmüyorum. Bugüne kadar kurmaya çalıştığı tuzaklar ayağına dolanmıştır. Zira Enfâl Sûresi’nin 30’uncu ayetinde müjdelendiği gibi, “Allâh, tuzak kuranların en hayırlısıdır”.