TÜRKİYE’de yüz yıldan beri Abdülhamid, Mehmet Akif, İskilipli
Atıf Hoca gibi isimler gündem olmaya ya da gündemi tayin etmeye devam ediyor.
Genel görünüş ise bu durumun uzun süre değişmeden devam edeceğini
göstermektedir.
İslâmî ilkelere dayalı bir idarî yapının tesis
edilmesini savunanlar, kendi görüşlerini İttihad-ı İslâm diye adlandırmışken,
onların rağmına İslâmcı diye bilinmeleri neredeyse Galat-ı meşhur durumuna
geldi. Günümüzün kuşakları İttihad-ı İslâm’ın işaret ettiği düşünceden habersiz
ve ilgisiz durumda iken, İslâmcı adıyla kimlerin kastedildiğini eksik ve hatâlı
da olsa biliyorlar.
İlk İslâmcı kuşak, “Yeni Osmanlılar” adıyla bilindi.
Onların çalışmaları sonunda Meşrutiyet ilân edildi. Dönemin uluslararası şartlarını
da bahane eden Abdülhamid, Meşrutiyet’i ortadan kaldırıp tek kişilik bir idare
kurdu. Bütün yetkileri kendinde topladı. Abdülhamid yönetimi sona erdiğinde
yaptığı pek çok olumlu işe rağmen her şey “tek adam yönetiminin zararları” ile
açıklandı. Onun zamanı “istibdat” diye adlandırıldı.
Abdülhamid yönetimini “istibdat idaresi” diye
adlandıran ikinci kuşak İslâmcıları da vardı. Mehmet Akif, Sait Halim Paşa,
İskilipli Atıf Hoca, hattâ Said Nursi de bunların arasındaydı. Abdülhamid için
hiç de hayırhah sözler etmediler. Onların bu tutumlarının tümüyle yanlış
olduğunu söylemek de mümkün değildir. Mehmet Akif, “Köse İmam” adlı şiirinde
kantarın topuzunu kaçırıp Abdülhamid’e çok ağır bir şekilde yüklenmişti:
“Dedi: Çoktan beridir vardı benim bir derdim
Gideyim zalimi ikaz edeyim, isterdim.
O, bizim cami uzaktır, gelemez mani ne?
Giderim ben diyerek vardım onun camiine
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid
Koca şevketli! Hakikat bunu etmezdim ümid
Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız
O silahşörler o al fesli herifler sayısız
Neye mal olmada seyret, herifin bir namazı
Sade altmış bin adam kaldı namazsız en azı!
Hele tebziri aşan masrafı, dersen sorma
Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma...”
***
İskilipli Atıf Hoca da Abdülhamid’in muhaliflerindendi.
Sürgüne gitti, hapis yattı, epeyce mağdur oldu. Ancak Cumhuriyet’in ilânı ile
başlayan yeni mutlakıyet idaresi ile İslâmcı camianın öncelikleri de topluma
örnek gösterip takdim ettikleri isimler de değişti.
Necip Fazıl Kısakürek gibi kimselerin öncülük ettiği Cumhuriyet
dönemi İslâmcıları veya üçüncü kuşak İslâmcılar için Abdülhamid, kendi
görüşlerinin örnek insanı durumuna geldi. “Ulu Hakan” diye bilindi. Kemalist
mutlakıyet idaresinde sürekli olarak Abdülhamid’in aşağılanması, bütün
kötülüklerin timsali olarak gösterilmesine (muhtemelen) tepki olarak
Abdülhamid’in her işini savunmaya başladılar. Hâlen İslâmcıların üzerinde ezici
çoğunlukla ittifak edip ismi etrafında saf tuttukları şahıslardan biri, belki
en önemlisi, bu yüzden Abdülhamid olmuştur.
Ne var ki, aynı İslâmcı kesim için Mehmet Akif ve
İskilipli Atıf Hoca gibi isimler de görüşleri ve yaşadıkları büyük
mağduriyetler nedeniyle köşe taşı sayılanlar arasındadır. Kemalist mutlakıyetin
yanında saf tutanlar ise Abdülhamid ve dönemindeki İslâmcılar arasında yaşanmış
olan ideolojik hattâ siyâsî kavgadan sıkça örnekler verip aradaki çelişkiyi
bugüne taşımaktadırlar. İslâmcı kesimin sahiplendiği Abdülhamid’i yine İslâmcı
kesimin sahiplenip önem verdiği Mehmet Akif ve İskilipli Atıf Hoca gibi
isimlerle aşağılamaya çalışmaktadırlar. Evet, adı geçen şahıslar arasında
önemli bir görüş ve uygulama farklılığının olduğu açıktır. Kemalist
mutlakıyetçiler de işte bu farklılığı kendileri için bir imkâna/fırsata
çevirmeye çalışmaktadırlar.
***
Siyâsî konulara, tartışmalara girmem ama memlekette
onca tuhaf iş yaşanırken meleklerin cinsiyetini tartışmak istemediğini
söyleyenler de bugünün İslâmcılarına muhalefetini, dünkü İslâmcıların Abdülhamid
için söylediklerini güncelleyerek sürdürmektedirler.
İslâmcıları yalnızca bir parti, bir tarikat gibi
düşünüp aralarında her konuda mutlak bir uyumun olduğunu farz etmek büyük
yanlıştır. Dünün İslâmcıları arasında temel konularda bazı farklılıklar olduğu
gibi, bugünün İslâmcıları arasında da bazı farklılıkların olmasını doğal saymak
icap eder. Bu farklılığı taraflardan birisinin aleyhine kullanmak anlamlı ve
tutarlı değildir. Belki de bu farklılığı İslâmcı kesimin bir zaafı olarak değil,
özgür düşünceyle olan irsiyetlerinin bir sonucu olarak görmek daha isabetli
olacaktır.
Meleklerin cinsiyeti ile ilgisizliğini açık eden kişi,
Mehmet Akif ve İskilipli Atıf Hoca’nın Abdülhamid için söylediklerini
hatırlıyor ama her nedense Kemalist mutlakıyet için söylediklerini hiç
hatırlamıyor. Mehmet Akif ve İskilipli Atıf’ın Abdülhamid döneminde maruz
kaldıkları baskı, hapis, sürgün ve zulümleri biliyor da Kemalist mutlakıyet
döneminde neler yaşadıklarını bilmiyor görünmeyi tercih ediyor. Bu tutum, her
şeyden önce ahlâkî ve dürüstçe değildir. Hattâ meleklerin cinsiyetinden daha
önemli bir konudur!
***
Abdülhamid istibdadında siyâsî görüşleri ve tutumları
nedeniyle 33 yıllık süre içinde idam edilen hiç kimse yoktur. Buna karşılık
Kemalist istibdat döneminde, 1922-1940 arasında siyâsî görüşleri ve tutumları
nedeniyle idam edilenlerin hâddi hesabı yoktur. Bu, önemli bir fark değil
midir? Kemalist istibadı aklamak için kılı kırk yarma girişiminde olanlar için
bu farkın hatırlanması bir utanç nedeni değil midir?
Yani İskilipli Atıf Hoca idamından yaklaşık dört yıl
önce, 1922’de yazdığı “Frenk Mukallitliği ve İslâm” adlı kitabı için dört yıl
sonra, 6 Şubat 1926’da idam edilirken acaba ne demiştir, neler hissetmiştir?
İskilipli Atıf Hoca’nın Abdülhamid istibdadı için söyledikleri, hissettikleri
önemli iken, idamından önce Kemalist istibdat için neler söylediği ya da neler
hissetmiş olduğu önemsiz midir? Şapka Kanunu’ndan üç yıl önce yazılmış olan bir
kitap için bir insan nasıl idam edilir? Hadi diyelim, şeytana uyup idam
etmişler, cenazesi ailesine niye teslim edilmez, mezarı nasıl yüz yıl saklanır?
Abdülhamid istibdadında yazdığı kitap için idam edilen ama cenazesi ailesine
teslim edilmeyerek mezarı da yüz yıl ailesinden saklanan örnek var mıdır?
Yoktur! Ama Kemalist istibdat döneminde bunun örnekleri çoktur ve sadece
İskilipli Atıf Hoca ile onun yol arkadaşı Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca ile
sınırlı değildir.
O dönemin şartlarında bu tür işleri yapan başka ülke
örnekleri de vardır. SSCB idaresinde, Nazi Almanya’sında ve Faşist İtalya’sında,
idam edilen yazarların, siyâsî muhaliflerin hiçbirinin cesedi ailesine teslim
edilmemiştir. Mezarları da ailelerinden saklanmıştır. Kemalist mutlakıyetin adı
geçen idarelere nasıl benzediği, hattâ onlardan geri kalmamak için nasıl çaba
gösterdiğinin bilgisi, meleklerin cinsiyeti tartışmasından daha mı önemsizdir?
***
Mehmet Akif’in yaşadığı hayâl kırıklığını kim yaşamış
olabilir? Kendisini Millî Mücadele’ye adamıştı. Onun aleyhine olan herkesle
selâmı sabahı kesmişti. Nerede bir isyan çıkmış, nerede bir karışıklık haberi
gelmiş ise oraya koşarak yatıştırmaya çalışmıştır. Bunun için hiç kimseden bir
talebi olmamıştır. “İsyan bölgesine gidip halka nasihat etmek için yetki, para,
koruma, mâkâm isterim” dememiştir. Akif’in gazetesi için kâğıt ve matbaa gibi yardımları
TBMM adına gerekli görenler, Akif’in camilerde yaptığı konuşmaları çoğaltarak
asker içinde ve cephe gerisinde dağıtan paşalar olmuştu, hiçbir zaman lâiklik
vurgusu yapan konuşmacılar akıllarına gelmemiş, halkı altı ok etrafında
toplanmaya, oklarla düşmana karşı mücadeleye çağıran olmamıştı; ancak Millî
Mücadele’den sonra, o mücadelenin temel nedeni ve itici gücü olan İslâm, ok
sahipleri için bir tehdit kaynağı sayıldı, adı değişip irtica hâline geldi.
O kadar hizmetini görüp durdukları Akif’e ne yaptılar?
Emeklilik maaşını ödemedikleri gibi arkasında hafiye dolaştırdılar.
Abdülhamid’in de hafiyeleri vardı. Ama o hafiyelerin gölgesi oldukları siyâsî
muhalifleri idam edilmezdi. Oysa Kemalist istibdat döneminde hafiye gölgesi
doğrudan idamın, ömür boyu hapislerin işareti oldu. Abdülhamid’in muhalifleri
yurtdışına giderek Ermeni-Rum-Yahudi lobileri ile Abdülhamid’e karşı ittifak
kurmuşlardı. Ama Akif gibi İslâmcılar, gittikleri yerlerde asla böyle bir işe,
böyle bir siyâsî muhalifliğe tenezzül etmediler.
Buna rağmen Akif, Haziran 1936’da Mısır’dan yurda ağır
hasta olarak döndüğünde istibdadın hafiyeleri kaldıkları yerden onu izlemeye
devam etmişlerdi. Hastane ve evde Akif ölümünü beklerken, hafiyeleri de kapı
önünde onu beklemişlerdi. Meşrutiyet döneminde Abdülhamid istibdadı için
yukarıda değinilen şiiri yazan Akif, ölüm döşeğinde iken kapısında sıra sıra
nöbet tutan hafiyeler ve onların sahipleri için ne düşünmüştür, hangi şiirleri
yazmıştır?
Ahlâk, dürüstlük ve tutarlılık, Akif’in Kemalist
istibdadı için neler yazdığı konusunda niçin gerekli olmasın?
***
Akif ve İskilipli Atıf gibi isimleri bugünün İslâmcılarına
bir silah gibi kullanmak isteyenler, dürüst olmalıdırlar. Kendilerine, tarafı
oldukları Kemalist istibdada karşı zerre kadar güvenleri varsa bu isimlerin,
Kemalist mutlakiyet için neler yazıp hissettiklerini de hatırlamalıdırlar.
Ancak yaşadıkları ikilem ve de özgüven eksikliği, böyle bir şeyi
hatırlamalarına imkân vermez. Akif’e, İskilipli Atıf’a verdikleri değer ve
gösterdikleri ilgi, onları bugünün İslâmcılarına karşı kullanma isteği ile
sınırlıdır.