Hangi güç?

Gücün kaynağı nereden ve nasıl gelirse gelsin, siyâset gün gelir değişir ve biter; ticâret gün gelir de sona erer; maddiyat gün gelir de tükenir ancak güçlü olmak, cüz’î iradenin bittiği yerde Allah’a büyük bir inanç, iman ve sabırla tevekkül etmektir.

“GÜÇ”ten, güçlü olmaktan ne anlıyoruz?

Bir insanın siyâsetle uğraşması, sosyal ve kültürel bir çevreye sahip olması, onun “güçlü bir insan” olduğu anlamına gelir mi?

Bir insanın, bileğinin bükülemez olması, “Taşı sıksa suyunu çıkartır” dedirtecek kadar boya posa, gelişmiş kaslara, fiziğe ve kuvvete sahip olması, onu “güçlü bir insan” yapar mı?

**

Güç, sözün her yerde geçmesi, yere düşürülmemesi, “nüfuz sahibi” olmak mıdır? Ya da bir bakışla, yakışıklılığı veya güzelliği ile herkesi etkileyebilmek mi? Veya mâkâm, mevki, statü, unvan, şan, şöhret sahibi olmak mı? Yahut büyük bir serveti yönetmek, çok para sahibi olmak, zengin olmak mı? Yoksa İngiliz filozof Bacon’un dediği gibi en büyük güç “bilgi” mi?

**

İnsan nefsi bir varlıktır. Yaratılışı itibariyle birilerine üstün gelmek, egemenlik kurmak, bir yerlere hâkim olmak, sahip olduğu statü ve pozisyonunu koruma çaba ve gayreti içinde olmuştur. Bu, insanın doğumundan başlayıp ölümüne kadar sürdürdüğü, içinde hep var olan ve fakat çoğu zaman frenleyemediği potansiyel bir “güçlü olma” arzusudur.

İnsanoğlunun bu her şeye erişme, kendini gösterme ve “çok şeyin sahibi olma” arzusu, ergenlikte mahallenin delikanlısı olmak, öğrencilikte okulun ve derslerde derece yaparak sınıfın birincisi olmak, tartışırken birini alt etmek veya kavgada birini dövmek, işinde en iyi olmak ve adından bahsettirmek, idarî veya meslekî bir unvan kaparak mâkâm ve mevki sahibi olmak, sosyal statüde en üstte olmak için siyâset yapmak ve iyi bir pozisyon elde etmek ya da daha fazla maddî ve ekonomik imkâna sahip olmak için daima açık veya kapalı bir güç çatışması şeklinde tezahür eder…

***

Yalnız insanlar mı, hayvanlar âlemine baktığımızda da farklı bir durumun olmadığını, orada da aralarında beslenme, aç kalmama, sürü liderliği gibi insiyakî bir güç savaşının olduğunu görürüz.  

Pek çok hayvan türü sürüler hâlinde yaşar, beraber seyahat eder, beraber avlanır ve kavgalarını beraber yaparlar. Saldırgan, çevik, genç ve güçlü olan, grubuna lider olur. Hayvanlar âleminde kurulan bu liderlik, yalnızca fizikî güce dayandığı için uzun sürmez. Yeni gelen, daha çevik olan, daha genç ve güçlü olan, yeni lider olur. Ve bu döngü hayvanlar âleminde böyle devam edip gider.

İçinde bulunduğu tabiî şartlara uygun olan güçlülerin hayatta kaldığı, sakat, zayıf ya da tabiî şartlara uymayan zayıfların kaybettiği doğadaki bu çetin mücadele ve güç savaşı, biyolojinin en önemli konuları arasında olan “doğal seleksiyonu” yani “doğal seçilimi” hatırlatır bize.

**

Devletlerin de güce ihtiyacı vardır. Dünya tarihine, daha doğrusu dünyada kurulmuş bilinen ilk devlet olan Sümer Devleti’nin nasıl kurulduğuna baktığımızda, göçebe bir hayat süren Sümerlerin, Mezopotamya’da yerleşik yaşayan topluluklar üstünde güç ve kuvvet kullanarak egemenlik kurduklarını görürüz. O günden bugüne, yeryüzünde devletlerin kuruluş ve yıkılış literatürüne baktığımızda, dinî, siyâsî, askerî, ekonomik, demografik, coğrafî ve teknolojik olarak her alanda verilen bir güç mücadelesinin, yapılan bir savaşın izlerine rastlarız.

Dün, tarih boyunca “dış politika yöntemi” olarak kullanılan “savaş”, bugün tarafların sahip oldukları nükleer başlıklı füze ve ağır silahların devreye alınması durumunda yapacağı yıkım gücü ve ağır tahribatın doğuracağı ekonomik maliyeti göz önüne almalarına, yerini ekonomik ve siyâsî nitelikli çıkar ve güç çatışmasına bırakmıştır.

Devletlerarası yaşanan uyuşmazlıklarda savaş, bugün “dış politikada” kullanılmayan bir yöntem olarak askıda tutulsa da, günümüz şartlarında, bir devlet küresel sistem içerisinde kendine yer açmak, angajman kabiliyetini ve mütekabiliyet gücünü kullanmak, iç ve dış mihraklara, potansiyel, tarihin akışından süregelen düşmanlarına ve onların maşa olarak kullandığı dinî, siyâsî ve ekonomik terör örgütlerine karşı koyması, varlığını sürdürmesi ve egemenliğini koruyabilmesi, onlardan gelecek tehdit, şantaj ve yıkıcı faaliyetlerine boyun eğmemesi için bazı somut güçlere ihtiyaç duyarlar.

·       Dünyada gelişen siyâsî, iktisadî ve ekonomik olayların/meselelerin ülke lehine ve aleyhine olan rolünü analiz ve temsil edecek “siyâsi ve diplomatik güce”…

·       Topraklarını savunacak “nitelikli asker ve silah gücüne”…

·       Millî savunma alanında ihtiyaç duyacağı araç ve gereçlerin üretimini sağlayacak “yüksek savunma sanayiine”… 

·       Yeraltı ve yerüstü kaynakları ile hammaddelerini işleyecek “ekonomik ve teknik kapasiteye”…

·       Halkının, vatandaşlarının moral değerlerini yüksek tutacak “psiko-sosyal ve kültürel güce”…

·       Kendi maddî ve mânevî değerlerine sahip çıkan, yabancı kültürlerin olumsuz etkisi ve baskısı altında kalmadan düşünce, felsefe ve ahlâk yönünden kendini geliştirmiş, eforunu, nefesini, emeğini devletinin, milletinin, vatanının, ülkesinin gelişmesi, halkın kalkınması için harcayan “vasıflı, ehliyet ve liyakat sahibi, yetişmiş-nitelikli nüfus (insan kaynağı) gücüne”…

·       Teknoloji transferinin, yaşanacak olağanüstü durum ve krizlerin doğuracağı sakıncaları hesaplayarak her bakımdan ilerleme sağlayacak “yerli ve millî teknolojik güce”…

·       Yetiştirdiği nitelikli öğrencilerle beyin göçünü durdurarak fırsatları teknolojiye, inovasyona, AR-GE’ye ayırdığı bütçe ve kaynaklarıyla, geniş laboratuvarlarıyla “orijinal, kendine has bilimsel bilgi üretimine ve akademik güce” sahip olmak zorundadır.

**

İnsan da kendini hayatta ve ayakta tutacak, ideallerine götürecek, yolunu açacak bir “güce” ihtiyaç duyar.

İnsan, fıtratı gereği merak sahibidir. Etrafında olup bitenleri dokunarak, koklayarak, gözlemleyerek, sorarak anlamak, olaylar arasındaki sebep-sonuç ilişkisini öğrenmek ve bilmek ister. Başarılı olamadığı veya kendi gücünü aşan durumlar karşısında maddî ve mânevî/ilâhî bir güce ihtiyaç duyar.

İnsan bu gücü, yaşadığı acı olay ve tecrübelerden, cesaretinden, çalışkanlığından, karşısına çıkarılan her türlü zorluğa göğüs germesinden, uygulanan ağır mobbinge rağmen mücadele etmekten vazgeçmemesinden alır.

İnsan bu gücü, kaynağını bilmediği birileri vasıtası üzerinden diyetini ağır bir bedelle ödeyeceği kirli yöntemlerle değil, meşru kaynakları kullanarak alır.

İnsan bu gücü, bir yerlere yaslanarak değil, bireysel yeteneğinden, sahip olduğu vasfından, liyakat ve ehliyetinden alır.

İnsan bu gücün, dışarıda aranılan, yalan dolanlarla, entrikalarla, tezgâhlarla, atılacak iftiralarla, dezenformasyonlarla “kazanılacak” bir şey olmadığını, ancak ve ancak nitelikle elde edilebileceğini bilir.

İnsan, insanî gücün (cüz’î iradenin) üzerinde İlâhî bir gücün varlığını bilir!

**

Gücü nasıl anlarsak anlayalım, nasıl anlatırsak anlatalım, ne maksatla kullanırsak kullanalım, ona nasıl bir mânâ yüklersek yükleyelim, net bir tanımını yapmak çok zordur.

Her şeyin replikasının yapıldığı günümüzde, güçlü bir insan olmanın, gerçek ve sahici kalabilmenin bir resmini çizeceksek şayet…

Güçlü olmak, hayatın, çevrenin ve kendinin farkına varabilmektir. Bünyesi üzerinde virüs taraması yaparak kendine zarar veren alışkanlıklardan ve insanlardan arındırabilmektir. Hayat kalitesi ve huzuru arttıran sevgi, saygı ve hoşgörü damarlarını açmaktır. Sorunlara “maddî ve mânevî tadilat” yapabilmektir. Söylemlerinde lümpen olmamak, kendini yalnızlaştırmamaktır. İcabında geri adım atmasını bilmektir. Her şeye muktedir olunamayacağını görmek, ölçüyü kaçırmamaktır. Kasıtla yapılan fenalıkları bazen görmezden, bazen duymazdan gelmek, bazen, “Gel şu meseleyi bir de yüzyüze konuşalım” diyebilmektir.

Güçlü olmak, bazen özür dilemek, bazen “Lütfen” diyebilmektir. Bazen kendiyle dalga geçebilmek, “Hadi canım!” tadında gülebilmektir.

Güçlü olmak, enaniyet duygusundan kurtulmak, hoşgörüye, tevazua rehberlik etmektir.

Güçlü olmak, gözünün içine baka baka yalan söyleyen, yanıltan ve aldatan insanlara tahammül edebilmektir. Allah’tan korkan, kuldan utanan, dünyanın sınırlı nimetleri uğruna öbür dünyasını tehlikeye atmayan bir insan olmayı başarabilmektir. Geçmişinden kaçmamak, bugününden korkmamak, geleceğe emin adımlarla yürüyebilmektir.

Ve güçlü olmak, düşük ahlâk yaşantısının bir gün mutlaka iflâs edeceğini bilmek, güzel ahlâk sahibi olmaktır.

**

Gücün kaynağı nereden ve nasıl gelirse gelsin, siyâset gün gelir değişir ve biter; ticâret gün gelir de sona erer; maddiyat gün gelir de tükenir ancak güçlü olmak, cüz’î iradenin bittiği yerde Allah’a büyük bir inanç, iman ve sabırla tevekkül etmektir.