
DİKKAT, yeni bir İslâm üretiyoruz!
On
sekiz bin âlemin Peygamberi Muhammed’e (sav) indirilen son din, “İslâm”… İslâm,
insanlığa, kupkuru vahalara, çatlayan topraklara yağan kırkikindi yağmurları
gibi huzur ve asudelikle inen rahmetti. Müntesiplerinin iki dünyasını da tanzim
eden, selâmet bulduran bu kâmil dinin düşmanları, daha yeryüzünün İslâm’la
tanıştığı Asr-ı Saadet döneminde türemiş türlü oyunla fitne, baskı, sapkınlık
gibi argümanları kullanarak İslâm’ın yayılmasına mani olmak için, ikilik ve
kaos oluşturmuşlardı.
İnsanlık
tarihi savaşlarla doludur. Bu savaşlar ya toprak yani para ya da din için
yapılmıştır. İnsanoğlu gelişip ilerledikçe savaşma taktikleri de değişti. Kılıç
kalkanın yerini silahlar alındığında ölen insan sayısı daha arttı. Ve kitle
imha silahları ile insanlığın topyekûn yok olacağını gördüler, o kez de düşmanı
bertaraf etmenin daha hileli yolarını denediler. Adam satın alma, ajan
yerleştirme, kendilerine köle edecek yöneticiler bulma… Derken İkinci Dünya Savaşı’nda
iki süper gücü olan iki kutuplu bir dünya oluştu. Bu iki kutup, sömürmek
istedikleri ülkelerin halkını bir arada tutan değerlerle savaşamaya başladı.
Kültürel
emperyalizm en etkili silahları oldu. Çünkü halkları bir arada tutan en önemli
saik “din” idi. İslâm hızla yayılıyordu. Yetiştirdikleri adamlarla İslâmî
söylemleri kullanarak sapkın inanışlar, sapkın tarikatlar (yollar) uydurdular.
Kendi istedikleri tip insanı yapmak için her yolu denediler. Özellikle İkinci
Dünya Savaşı arefesi ve ertesinde komünizm, sosyalizm gibi akımlarla alenen
dinlere savaş açılmıştı. Ülkemiz de bundan payını almış, sapık ideolojiler
türemişti tarih boyu sapık dinlerin/mezheplerin türemesi gibi.
Hıristiyanlıkla
İslâm’ı mezcetmeye kalkan, Yahudilikle-Hıristiyanlığı birleştiren, bir ölçü
sosyalizm sosu katan, insanın biyolojisi ve psikolojisine zararlı pek çok sapık
inanış türleri oluştu. Bunlar cehalet tarlasında hemen ayrıkotu gibi yayılıyor,
yararlı olanın yerini zararlı olana bırakıyordu.
Bütün
bunlar bize, Peygamberimiz zamanında yapılan Dırar Mescidi’ni hatırlatıyor. Müşrik,
münafık, kâfir olanlar hiç boş durmuyorlardı. Resûlullah (sav) zamanında
yapılan bu mescidi Müslümanları ikiye bölmek için yapmışlardı. “Fitne ve
rekabet oluşsun da Müslümanların gücü zayıflasın” diyerek yapılmıştı. Ama feraset
ve basiretin zirvesi olan İki Cihan Güneşi Resûlullah, bu mescidi yıktırmıştı.
O
günden bugüne, münafıkların adı değişti ama kirli işleri değişmedi. Nice “Dırarlar”
kalplere kuruldu. Örneğin İran üzerinde çok oyun kurdular. Arabistan’da Vehhabilik,
İran’da “Şia”, istedikleri gibi maya tutmuştu. Bâtınîlik, Bahaîlik, Haşhaşîlik
derken sapık tarikatlar da oluşturmuşlardı. Bütün sapık ideolojileri, sapık
cemaatleri kurarken dinî terimleri kullanmaktan geri durmuyorlardı.
İstediklerini elde etmek, hattâ dini yok etmek için dahi yine dini kullanıyor,
kafaları bulandırıyorlardı.
Mısır’ı
fethetmeye giden Napolyon bile halkın gazını almak yani gıdıklayarak öldürmek
için hadîsler ve âyetlerle halka hitap ediyordu. Hattâ Napolyon’un Müslüman olduğuna
inanmıştı halk. Napolyon Fransa’ya dönüp de Müslüman olup olmadığı
sorulduğunda, “amaçlarına ulaşmak için sarık takıp şalvar giydiğini ama Kahire’de
Müslüman, Paris’te Hıristiyan olduğunu” söylemiş, Mısırlılarla dalga geçmişti. Yani
onlar her dönemde istediklerini elde etmek için dini, ırkı, her tülü argümanı
kullanmışlardır.
İslâm’ı kullananlar, en çok da İslâm’ın fetih ruhuna mugayir söylemler, vahdet ruhuna aykırı icraat geliştiriyorlardı. İslâm’ın hükümlerini tartışıyor, hadîs-i şeriflere dil uzatıyorlardı. Günümüzde bu oyunlar aynı ile sergilenmiyor mu? “Ilımlı İslâm” diyerek üç semavî dini Abant toplantılarında birleştirmeye kalkan FETÖ, “himmet” diyerek paralarımızı toplamamış mıydı?
Bütün
bunlara zemin hazırlayan tarihi olguları hatırlayalım: Yıllarca bu ülkede “İslâm”
kelimesi yasak olmadı mı? İslâmî yaşamın, dinin yasak olduğu lâ-dinî yani lâik
sistemde insanlar “Allah” adını anan herkesi Müslüman zannediyorlardı; hâlbuki
Hıristiyan ve Yahudi de Allah’tan, Rabbin sevgisinden bahsedebiliyordu.
İnsanları İslâm konusunda o kadar cahil bıraktılar ki halkımız semavî diğer
dinlerle İslâm’ı tefrik edemez oldular. Rahipleri, papazları Müslüman zannedip
peşlerinden gittiler.
Öyle
gruplar kuruldu ki, kimileri papalar gibi ruhban sınıf oluşturdu, kimileri uyduruk
din adamları/şarlatanlar/şeyhler uydurdu. Papalar gibi günah çıkarmasa da Cennet’i
kendilerine istimlâk eden bu zevat, tek kurtuluşun kendi efendilerinin/şeyhlerinin
eteğini tutmakta olduğunu şuur altına zerk ettiler. Öyle gruplar oldu ki, âyetleri
yeniden şerh etmeye kalktı, “Çağa uydurmalıyız” başka mânâlar yükleyip halkı çekmek
istedikleri yere çektiler. Kimileri kendi soylarını kutsadı, kimileri sapık
mezheplerini; kimi reformist olduğunu söyledi, kimi gelenekçi. Sahte peygamberin
türediği bu denî dünyada sahte şeyhler, şarlatan, din adamı kisveli kişiler
türedi; mukabilinde bu şarlatanlara yani yalancı şeyhlere kızıp reformist
geçinenler de diğer yanda ipin ucunu kaçırdılar. Buradan İslâm âlimlerine, müçtehitlere,
gerçek mübarek isimlere hakaret eden bir zevat türedi. O kadar ileri gittiler
ki, bu sefer peygamberleri eleştirmeye, onlara hakaret etmeye, hattâ Peygamber’in
hadîslerine savaş açamaya başladılar. Âyetlere bile yeniden mânâ vermeye
kalktılar.
Ölçülü
olmak
Şu
muhakkak ki, “İslâm’da ruhbanlık yoktur”. Günahı af, duâyı kabul edecek tek
merci, yaratan ve yaşatan Allah’tır. O’na el açtığın an, kapısındasındır. İçeri
almak ve Makâmına kabul için kapısında bekleyen bir bekçi yoktur.
Allah,
kitaplarını elçiler ile göndermiştir. Yani emir ve buyruklarını açıklayacak, insanlara
örnek olacak, tamamı ile insan olan, bütün hususiyet ve melekeleri ile tam bir
insan olan peygamberleri göndermiştir. Yarı melek-yarı insan değil, her özelliği
ile insan olan peygamberler…
Peygamberler
insandırlar ama bu demek değildir ki mizaç ve karakterleri bozulmaya meyilli olsunlar
(hâşâ). Onlar övülmüş, seçilmiş kişilerdir. Zira âyet-i kerîme, “Ve inneke le
alâ hulukın azîm (azîmin)” (Muhakkak ki Sen, yüce bir ahlâk üzeresin) (Kalem,
4) şeklindedir. Yani Peygamberimizin yaratılışı ve ahlâkı Allah tarafından
övülmüştür. O, sıradan bir insan değildir. Sahte ilim adamlarını, şarlatan şeyhleri
bahane ederek Sünnet ve Resûlullah’a dil uzatanlar bilsinler ki, “İslâm” demek,
ne kadar “Kur’ân-ı Kerîm” ise, bir o kadar da “Resûlullah” demektir. İkisi
birbirinin aynıdır, muadili değildir. Sünnet ve hadîs-i şerif olmadan İslâm
olmaz.
“Doğrusu bu Kur’ân’da, kulluk eden kimselere bildiri vardır. Biz Seni
ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (21/106-107)
“Ey inananlar! Andolsun ki, sizin için Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı
umanlara ve Allah’ı çok anan kimselere Resûlullah (Allah’ın Elçisi) en güzel
örnektir.”(33/21)
“Şüphesiz Biz Seni, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak hak (Kur'ân) ile
gönderdik. Sen cehennemin halkından sorumlu tutulmayacaksın.” (2/119)
“Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer (bu görevini)
yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah, Seni
insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfir olan bir topluluğu hidayete
erdirmez.” (5/67)
“Biz Seni, âlemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik.” (21/107)
“Ey Peygamber! Gerçekten Biz Seni, bir şahit, bir müjde verici ve bir
uyarıcı olarak gönderdik. Ve Kendi izniyle Allah'a çağıran ve nur saçan bir
çerağ olarak (gönderdik). Mü'minlere müjde ver, gerçekten onlar için Allah'tan
büyük bir fazl vardır.” (33/45-47)
Daha
pek çok âyette Rabbim, Peygamberimizi över.
Hülâsa,
belli grup ve kişileri kutsallaştırmak ve tapınmak nasıl İslâm îtikâdına zıt
ise, peygamberleri sıradanlaştırmak, sözlerinin tahrif olduğunu ve günümüze
hitap edemeyeceğini söylemek de o nispette İslâm’a zıttır. Bu durum insanı
küfre götürür. Zira sadece Allah’a inanmak, peygamberleri nâkıs görmek İslâmî
değildir. Hiçbir semavî dinin kabul etmediği sapkın bir inanç şeklidir.
Peygamberlerin mucizelerini eleştirip sadece akılla Allah’ı bulmak, aksak keçi
ile yüksek zirvelere tırmanmaya çalışmak olur; sonu uçurumdur. Elbette akıl, en
büyük sermaye, en önemli mihenk taşıdır. Lâkin bazen yetersiz kalır. İman, ihlâs,
hidayet gerekir.
Allah insanlara yazılı bir kutlu nâme, bir bildiri, bir yaşam anayasası olarak Kur’ân-ı Kerîm’i bir “Elçi” ile göndermiştir. Demek “elçi” kavramı, İslâm’ın ruhuna uygundur; âlimler ve sahabeler ve demek ki güzel insanlar, övülmeye lâyıktırlar. Onlara savaş açmak, onları sıradanlaştırmak, hattâ yok saymak, İslâm akâidine terstir. Ama bu demek değildir ki “Onların önünde diz çök, onlara ‘Medet şeyhim’ de, dualarını onlara sun, ‘Bana şunu ver bunu ver’ de”. Tabiî ki bu şirktir, vermek ve yaratmak Allah’a mahsustur. Bütün bunlar apaçık şirktir. Elçileri tanrılaştırmak ya da “Basit bir insan” deyip sıradanlaştırmaksa ifrat ve tefritin iki kanadıdır. Biri şirke, diğeri inkâra götürür.
Vermek ve yaratmak Allah’a mahsustur. Bütün bunlar apaçık şirktir. Elçileri tanrılaştırmak ya da “Basit bir insan” deyip sıradanlaştırmaksa ifrat ve tefritin iki kanadıdır. Biri şirke, diğeri inkâra götürür.
Her
cemaat kötü mü?
Sahte
tarikatlar, yalancı şeyhler türedi diye bütün cemaatler mi kötüdür? Asla! İslâm
tarihini iyi bilen bir Müslüman, “Bütün cemaatler kötüdür” diyemez. Lâkin
tarikat ve cemaatlere düşman öyle güruh türedi ve öyle sapkınlıklar
gösteriyorlar ki… Kökü tâ Buhara’ya, Semerkant’a dayanan büyük medreselerde
yıllarca ilm-i fıkıh, ilm-i akâid, ilm-i siyer okuyan büyük İslâm âlimlerini ve
mezhep imamlarını yerlere vurup, hattâ işi daha ileri götürerek “Peygamber de
insandı, ben de insanım” diyen, âyetleri yeniden şerh etmeye kalkan tipler… Bu
akıl kârı mıdır, İslâmî midir?
Ömrünü
İslâm’a adamış nice mümtaz simayı, nice güzel insanı halkın sevmesine engel
olan, insanlara İslâm’ı anlatan kim varsa ondan tiksindiren, sonra kalkıp
akıldan bahseden tipler işi o kadar ileri götürdüler ki…
Biri
çıkıyor Hazreti Âdem’e baba arıyor, öbürü apaçık âyetleri inkâr ediyor, Hazreti
İsmail’i Allah kurban istememiş, hâşâ Hazreti İbrahim yanlış anlamış… Ama bu
beyefendi (!), Peygamber’den akıllı ya(!), o doğru anlamış... Sapkınlıkları
alenen görülüyor; tek dertleri, “Peygamber’siz İslâm”! Öyle bir İslâm olmaz! Olsa
olsa o, tanrıya inanan, “deist”, sadece Allah’ı ve O’nun sıfatlarını öven,
deist olur. Ülkemizde deizmin yayılmasını başka kaynaklarda arıyorlar. Hâlbuki
en başta, dediğimiz gibi, “İslâm’sız İslâm” üretmeye azmetmiş güruhlar, bütün
cemaatlere savaş açmış hâldeler… Bu gruplar İslâmî görünerek insanlara deizmi
empoze ediyorlar.
“Gavs”
meselesi bazı şarlatanlar yüzünden mide bulandırsa da, ömrünü ilme adamış,
âbid, zâhid ve mücahid olmuş nice güzel insan da gelip geçti bu yeryüzünden. Mübarek,
güzel karakterli, âlim kişiler, müçtehitler…
“Müçtehit”
kelimesinin anlamı “çalışan” demektir. İlimle hüküm çıkaran âlimler tabiî ki var.
Ama bunlar fal bakmak, atiyi belirlemek gibi bir misyonları yoktur, olamaz. Sapık
ideolojileri öne sürerek Peygamberimizden sonra sahte peygamberler türediği
gibi, açıkça âyetlere savaş açamayan müşriklerin hadîs-i şeriflere, Sünnet’e,
hattâ Hazreti Ömer’e hakarete varacak kadar ileri gidenlerin vesikalarına şahit
olunca, “Bunlar aklı değil, pozitivizmi savunuyorlar ama farkında değiller” demekten
kendimizi alamıyoruz.
İnsan
aklı sınırsız değildir, Yaratanını ihata edemez. Görme ve duymamız nasıl belli
ölçüler aralığında ise, aklımız da belli bir kapasite ile yaratılmıştır; her
şeyi onun süzgecinden geçirelim, lâkin onu Yaratanı ihata edebileceği
ukalalığını da kaçmayalım. Yani “Bu hüküm benim aklıma uymuyor” diye İslâmî
hükümleri irdeleyip Molla Kasım gibi seçmeye, beğenmediklerimizi atmaya
kalkmayalım. “Mucizeleri akılla açıklayamıyorsak reddedelim” diyen bu zihniyet,
“Aklıma uymuyor, ay ikiye yarılamaz, Allah ‘İsmail’i kurban et’ demez; tek
mucize Kur’ân-ı Kerîm’dir” deyip mucizeleri inkâr, akabinde Resûlullah’ın
sözlerini irdelemede o kadar ileri giderek sahih hadîs-i şeriflere dahi dil
uzatacak, hattâ ekranlarda dalga geçecek kadar ileri gedebiliyor.
Bu insanların akşama kadar İslâmî sözleri irdelemesi, insanların iman kalelerine darbe vurmaktan başka ne işe yarıyor? Araştırma öğrenme değil bunlarınki; tahrif etmek, fitneye sebep olmak, kafa karıştırmak, İslâm’ın her hüküm ve ritüelini eleştirmek, insanların ihlâsına balta vurmak, aklını bulandırmak, çatışmaya sebep olmak… Bunlar, “Zamanımızda insanlara İslâm’ı nasıl anlatıp kâinata teşmil ederiz?” derdinde değiller. Kâfiri, münafığı bırakıp Müslümanlarla cidal hâlindeler. Kâfiri kucaklayıp insan sevgisinden bahsediyorlar bir de. Evvelâ tarikat ve cemaatlere savaş açan bu güruh, hadîs-i şerifleri “mevzu” diyerek ayıklamaya başladı, sonra da halkı hadisten soğutunca sırayı âyetlere getirdi. “Cihat” gibi Kur’ânî bir terimi başka şeylerle bağdaştırdılar, hükümleri dejenere ettiler.
Tefrikadan
Allah’a sığınmak
İslâm
o kadar güzel bir din ki, bu kadar saldırgana rağmen Kerîm kitap Kur’ân ve Resûlullah,
apaçık, gözümüzün önünde, sahih ve sağlam kaynaklarla duruyor. Mevzu, mütevatir
veya zayıf hadis gibi İslâm terimlerine girmeyeceğim. Hadis ya da Resûlullah’ın
(sav) uyguladığı icraatte kolay kolay uydurma olamaz. Zira tevatür, haber
olarak intikal ediyordu. Örneğin recm uygulaması, uydurma ya da yanlış aktarma
olamaz. Vesikaları kabul etmeseniz bile tevatür gelen yani en az on iki kişinin
şahit olduğu, nesilden nesle aktarılarak gelen vakalardan bahsediyoruz.
Asıl
tepki gösterilmesi gereken, Müslüman ülkelerdeki mâsum çocukları katleden
vampir Avrupa-Batı iken, ona tepkisiz kalan bu güruhu anlamıyorum. Müslüman
çocukları mayın tarama aracı yapan Batılı zihniyet, köpeğe, balinaya daha çok önem
veriyor. Bize, “İslâm bu kadar vahşi olmaz” diyorlar. Çünkü onlar Müslümanın
cihat ruhu taşıyanından ürküyorlar.
Örneğin
recm cezası onları korkutur. Çünkü toplumda zinayı bıçak gibi kesmiştir. Recm
ve cihadı yumuşatmaya, yıllarca “ılımlı İslâm’ı” dayatmaya çalışmışlardır. Zira
zina suçu sadece şahsı değil, topyekûn toplumu ilgilendirir. Kur’ân’da tedricîlik
vardır; örneğin âyetlerde önce içki içmek sınırlanmış, sonra toptan yasaklanmıştır.
Recm de böyledir…
İslâm’ın
sert hükümlerini, İslâm’ın her rüknüne savaş açan din düşmanları/reformistler
iyi kullanmışlardır. Hatırlarsınız “deve idrarı” konusunu… Bunu tiksindirici bulan
zihniyetin, “Dünyanın en pahalı kahvesi olan
Luwak kahvesi, Misk
kedisinin dışkısından yapılıyor. Anavatanı Endonezya olan Misk kedisinin
yedikten sonra dışkıladığı kahve çekirdeklerinden
üretilen dünyanın en pahalı kahvesi,
yaklaşık 350 avroya satılıyor” şeklinde haber yapması nedense irdelenmiyor!
Kozmetik
ürünlerinde anne karnından alınan ceninler kullanılıyor, şifa niyetine bilmem
hangi böceğin kanı içiliyor, mideye yenilip ıstakoz közlenirken modern pozlar
veriliyor, köpek kızartan Batılı lokantalardan bahsediliyor… Bu yüzyılda bunlar
olurken kimse böyle tepki vermiyor. Hadi şu reformistlerde iyi niyet arayın!
Hazreti
Âdem’e baba arayacak kadar hâddi aşan bu meczup meşrepler, ne İran’ın Şia’sı,
ne Batı’nın kâfiri, ne de diğer sapık mezhepler kadar bu dine zarar vermediler.
“Akıl, kaynak sadece Kur’ân” diyerek İslâm’ın en sağlam rükûnlerine savaş açtılar.
İnsanlara sadece Allah sevgisini Allah’ın varlığını anlatınca, lâik sistemde “Allah”
adını duymayan insanımız, bunları İslâmî zannetti. Hâlbuki Allah inancı
dünyanın İslâm’dan uzak pek çok coğrafyasında vardır. İslâm’sız İslâm üretme çabası
sadece FETÖ’de değildir, bunların hepsinde vardır.
Hadîs
konusunda insanları şüphe ve inkâra sürükleyen bu güruh, insanlık tarihi milyon
yıllık mâziye sahipken, “Milât’tan önce falanca filozof bunu demiş, falanca
şurayı kurmuş” diye anlattığımda delil/kaynak istemeden inanıyor. Ama daha “dün”
mesabesindeki ve ebedî tahrif olmayacak Kur’ân’ın ve onun gölgesinde gelişen hadîslerin
sahih olup olmadığını tartışıyor, kaynak arıyor. Hâşâ!
Kütûb-u
Sitte’ye, Ebû Hureyre’ye dil uzatanlar, Hazreti Ömer’e hakaret edenler bile
bunlar kadar acımasız değildi. En sahih hadîsi bile “Uzun süre oldu, zaman
aşımına uğramıştır” diyebiliyorlar. “Kur’ân’ın Arapçasını değil, mealini okuyun”
diyenlerin bu toplumun kalbinden Kur’ân sevgisini çaldıklarını gördükçe, ezanı Türkçe okutanlardan daha fazla
zarar verdiklerine şahit olup üzülüyorum. Kur’ân’ı hiç okumayanlarla değil de Arapça
okuyanlarla savaşınız neden? Onlara gelince hümanist olup insan sevgisi ile
donanıyorsunuz ya, anlamıyoruz, derdiniz İslâm’ı yaymak mı, yoksa insanların
ona şüphe ile bakmasını sağlamak mı?
Ezanı
Türkçe okutanlarla Kur’ân’ı Türkçe okutanlar arasında bir elif miktarı fark
var. Birini İslâm düşmanı Mason doğurdu, diğerini Doğu’nun sapık mezhepleri. Hâlbuki
sımsıkı sarılın Kur’ân’a, Arapçasına da, Türkçesine de sımsıkı sarılın! Sımsıkı
sarılın İslâm’a!
Elbette
anlamak için evvelâ içeriğini bilmek, uygulamak gerek. Ama bu demek değil ki “Kur’ân’ın
Arapçasını okumak fayda vermez”. Hâşâ! Ona ihtiramla bakmak bile sevaptır. Zira
o, Allah Kelâmı…
Yûsuf
ile Zuhruf Sûresi’nde, “Biz Kur’ân’ı Arapça indirdik” diyor. Kur’ân’ı basitleştir
(hâşâ), Peygamber’i eleştir, sonra dinde reform iste… Hâşâ, Allah bilmiyordu bu
zamana hükmetmeyi, bu üç kuruşluk akıllılar hükmedecekler. Bugün kimi cami cemaati,
“Kur’ân’ı Arapça okumak sevap değilmiş” diyerek gıybet eder hâlde hoca bekler
olmuş… Ne güzel bir Kur’ân aşkı aşıladınız bu halka ey reformistler(!)!
İslâm
âlimlerine dil uzattılar, sustuk; mezhep imamlarını aşağıladılar, sustuk; Hazreti
Ömer'e dil uzattılar, sustuk; Ebû Hureyre’ye dil uzattılar, sustuk… O kadar hâddi
aştılar ki…
Bir
de nasıl bir sapkınlıksa, en dindar insan bile farkına varmadan bu sözü
paylaşıyor atasözü/özdeyiş gibi: “Dindarlığını Allah’a göster, bana insanlığın
lâzım!” Aman Ya Rabbi! Bu nasıl bir söz? Bu sözün meali şu: “Din, insanı iyi
insan yapamaz. O sadece namaz kıldırır. Dini önemseme, insanlara gösterme, iyi
insan olmaya bak…”
Bir
dakika! Dinsiz, iyi insan olunamaz… Yaratan’ı yargılayan, hesap gününe
inanamayan biri nasıl iyi insan olur? Din, insanı iyi insan yapmak içindir. Bu
sözün İslâm'a nasıl zarar verdiğini, tam bir deizm koktuğunu bilseydiniz, bu
sözü söyleyen o zevatın yüzüne tükürürdünüz. Ayrıca bu söz, “Dinini gizle yani
topluma yayılmasına engel ol” demektir. “Dini sadece camiye hapset. Din, toplumsal
bir olgu değildir ve sadece Allah’la senin aranda” diyerek dini toplumdan
soyutlama çabasıdır bu.
“Dindarlık”
Allah’a gösterilmez, “din” yaşanır. Hayatın her sahasında, karşılaştığımız her
olay ve insanda din vardır. “Din”, her insan ve her olayla bağlantıdadır. Sadece
ibadete indirgenemez. O sosyal bir kamusal nizamdır.
Dikkat,
bunlar yeni bir İslâm uyduruyorlar! “Atalarınızın dinine uymayın!” demek, “Biz
yeni bir İslâm ürettik/uydurduk, ona inanın” demenin başka yoludur.
Kur’ân
indiğinde Mekke müşrikleri, “Biz atalarımızın dininden dönmeyiz” dediklerinde,
atalarının dinine inanıyorlar diye kınandılar. Ama İslâm geldi ve atalarımız ona
inandı. Biz de atalarımızın inandığı İslâm’a inandık. Yani atalarımız
Müslümandı, biz de atalarımızın dinine uyuyoruz. Yirminci yüzyılda üretilen “İslâm’sız
İslâm” plânını, ılımlı, reformist ve İslâm’sız düşünceyi reddediyoruz. Sünnete,
hadîslere gönülden bağlıyız.
İslâm
ebedîdir; tahrif olmayacak, kıyamete kadar bâkî kalacaktır. İslâm’ı kazımaya azmetmiş
güruh İstiklâl Mahkemeleri kurup sarık takanları asarken, darbeci subaylar ev
ev namaz kılanları toplarken, ezanlar Türkçe okutulurken, Kur’ân kursları
kapatılırken, benim ülkemde cemaatler İslâm’a sahip çıktı, can verdi, dininden
dönmedi! O cemaatlerde büyük âlimler yetişti, bodrum katlarında kurslar açtılar,
talebe yetiştirdiler ve birbirlerine kenetlendiler. Halk onlara rağbet edip
güvendi. Millî Mücadele’de Özbekler Tekkesi olmasaydı, bugün başka türlü
olurduk. Lâkin gün geldi, düşman onların da içine sızdı, FETÖ ve Adnan Oktar
gibi sapıklar türedi. Bu ülkenin zekât paralarına, kızlarına göz diktiler.
Bir
de doğudaki gayr-i Müslimlerinin, İslâm’la harmanlayıp soframıza sunduğu
zehirli cemaatleri var; güya cemaatlerle savaşıyorlar. Mâsum Müslüman
kadınların kermes paraları ile göz boyuyorlar. Geçmişte bunlar da perde ardında
Abant toplantılarında bilmem hangi dinin temsilcileri ile el sıkışıyorlardı.
Hülâsa
her cemaat, cemaat değil. Her cemaat tehlikeli değil. Her cemaat de tekin
değil! Varın, tefrîki siz yapın…
“Ey Öksüz Peygamber’in mahzun dini/ Hıristiyan, Nasturi, Yahudi/ Cizvit’i, Katolik’i, Kıptîsi/ İsterse öldürsünler beni/ Yeter artık, tel’in etmesinler seni!”