Hangi Cahiliye?

Özgürlük nâraları atarken nasıl bir utanma, tarih, gelenek, edep, ahlâk, terbiye ve şuur yoksunluğu taşıdıklarının farkında olmadan, kendisine insanî bir değer veya vasıf yüklemeden, kalkıp da kadın hakkı için konuşmaları sebebiyle değil hem cinsimiz, bir kesimin insan olduklarını bilmek bile mide bulandırmaya yetiyor.

GÜNÜMÜZDE, “kadın” başlığı altında ele alınacak o kadar çok mesele var ki, konuyu nereden tutsam oradan elimde kalacak gibi… Kendi benliğimden tutun da ailem, çevrem, arkadaşım veya hiç tanımadığım bir kadına dahi dokunsam, yakınılan konular hep aynı oluyor. Cahiliye Dönemi’nden tutun da günümüzde kadına tanınan sözde özgürlük sahasına kadar değişen olumlu, elle tutulur bir şey oldu mu, olacak mı ya da olması gerekenler ne zaman gerçekleşecek, hepsi bir muammadan ibaret.

Kadına bakış açısında en ezbere olan Cahiliye Dönemi’nden tutun da tarihini güllük gülistanlık sanan, teknolojik açıdan gelişmiş ama ahlâkî açıdan çöküntü seviyesinde olan Batı toplumlarının dahi kadına yönelik ötekileştiren bakış açısı, Doğu ile yarışacak, hattâ geçebilecek seviyededir. Gelin görün ki, bu zihniyetin coğrafyası olamaz, olmamalı da. Kadına insan olmasının ötesinde farklı bir bakış açısı nerede, neye göre, hangi kabul ile oluşturulmuş ise, asıl ona bakmak gerekir.

Derin mânâda gerçekten anlam vermeyi bir kenara bırakalım, bunu düşünmek bile insanın akıl sınırlarını zorluyor. Biri diğeri olmadan kaim olamayan iki varlıktan biri sanki onu değersizleştirince, kendini hâkim, bir o kadar da değerli hissedebiliyor. Bu sadece erkeğin kadına bakış açısı değil. Kadının da kadına karşı bakış açısının böyle olması durumu, iyice anormal hâle getiriyor meseleyi.

Bugün kadına yönelik şiddetin savunucusu olduğunu zanneden belirli bir kesimin savunduğu görüşe baktığım da, kadını insan olarak kayırıyor mu, yoksa onu iyice yerden yere mi vuruyor, anlamak akıl kârı değil. Kadının korunmasına yönelik getirilen yaptırımlara karşılık gerçekleşen eylemleri kastediyorum bununla; az çok zihinlerinizde yer etmiştir o ahlâktan bîhaber pankartlar. Özgürlük nâraları atarken nasıl bir utanma, tarih, gelenek, edep, ahlâk, terbiye ve şuur yoksunluğu taşıdıklarının farkında olmadan, kendisine insanî bir değer veya vasıf yüklemeden, kalkıp da kadın hakkı için konuşmaları sebebiyle değil hem cinsimiz, bir kesimin insan olduklarını bilmek bile mide bulandırmaya yetiyor.

Kadına toplumun yüklediği sorumlulukların hafifletilmesi bir yana, böyle bir zihniyetin kadın haklarının sözde savunucusu olduğunu görmek, bir an bile olsa insanın kendisini değersiz hissetmesine sebep olabiliyor.

Dünya üzerindeki görüşlerin hepsi bir yana, ülkemiz bu anlamda çok zor aşamalardan geçti (ki hâlâ geçiyor). Kadının başı örtülü veya açık olduğuyla ayrım yapan bir ülkeyiz. Sadece bu bile kadına bakış açımızı ifade etmeye yeter de artar bile. Bunu söylememdeki amaç şu: Kadın adına bir Cahiliye Dönemi’nden bahsedeceksek, herkes öncelikle kendi savunduğu görüşe, geçmişine ve kendi içindeki Cahiliye Dönemi’ne bir dönüp bakmalı. Biraz olsun tarafsız bir anlayışa sahipsek anlarız ki, “Cahiliye” deyince akla gelen, Arabistan yarımadası değil, kendi zihinlerimiz olmalı.

Demem o ki, kadına bakış açısını bölgeselleştirmek ya da belirli bir coğrafyadan doğduğuna ve orada daha kötüsü olduğuna yönelik açıklamalar yapmak, bir şekilde ön kabul oluşturmak, bizim daha iyi olduğumuz anlamına gelmez. Keza hiçbir toplumun tarihinde kadınlara gereken değer ne dinî inançları, ne de toplumsal yasaları itibariyle verilmedi, verilemeyecek de. Bugün dünya üzerindeki tüm toplumların geçmişinde kadının toplumsal statü durumuna bakınca, “Daha kötüsü hangisi?” şaşkınlığının verdiği dehşetin içinde kalırız.

Budizm’in kurucusu Buda, önceleri dine kadınları kabul etmemiştir. İsrail hukukunda, ailede erkek mutlak hâkimdir. Yahudi kızları babalarının evinde bir hizmetçi gibiydi, babaları onları isterlerse satabilirlerdi. Çin’de kadına isim bile verilmezdi. Demokrasinin doğuş yeri olan Eski Roma ve Yunan’da kadına hiçbir hak verilmez, sadece evlilik ve hizmetçilik için kullanılırdı. Bugün tüm dünyanın merkezi olduğunu iddia eden İngiltere’de kadın, İncil’e el süremezdi. Bu ve bunun gibi insanlık dışı tüm öğretiler, yeryüzüne kendilerini sütten çıkma ak kaşık sanan toplumlardan sirâyet etmiştir.

Tüm dünyada kadını toplumdaki iğrenç konumlara mahkûm eden insanlığa karşı asıl cevap ise İslâm tarafından getirilmiştir. “Ey insanlar, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. En şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır.” (Hucûrat, 13)

Evet, tüm dünya tarihi kadına yönelik olarak, “Daha ne kadar insanlık dışı olabilirim?” diye görüşler yayarken, kadının ayaklarının altına Cennet-i Âlâ’yı serebilen âb-ı hayattır İslâm. Bugün İslâmiyet üzerine oynanan karalama kampanyaları, İslâm'daki mevcût hükümleri kötüleyerek kendilerini temize çıkarabilme çabasından öte bir şey değildir.

Kişi bazında bazı İslâm’ı yaşadıklarını zannedenlerin aktardıkları dinî profiller, türlü sapkınlıklarla doludur. Ama İslâm’da kadının yerini ancak Kur’ân hükümleri ile anlaşılabilir.

Ne yazık ki her şeyin en mükemmelini yapabilen de insandır ama her şeyi tek bir düşünce sayesinde yerle yeksan edecek olan da insandır. Yukarıda saydığım tüm insanlık dışı görüşler yine insan ürünüdür. İnsanın, İslâm’dan uzaklaştığı ölçüde yapamayacağı kötülük yoktur. İslâm, insanı insan olabilmenin ve insan kalmanın tüm ölçü ve yaptırımlarını veren yegâne inançtır, hayattır ve imandır.

İslâm kadını ne erkekle aynı, ne de onun zıttı olarak görür. Onu ne erkek gibi olup onunla yarışmaya sokar, ne de belirli haklarını zorla elde etmesi için savaşmaya zorlar. İslâm sadece kadını kadın, erkeği de erkek olarak anlatır, ikisinin de fıtrî yaşayışını ve cinsiyeti istikametinde gelişmesini sağlar.

Toplum içinde ayrıştırma, ötekileştirme ve dışlama gibi tüm eylemlerin özü, terörizm oluşturma çabasından başka bir şey değildir. Bunu ister kadının kadına yaşattığı psikolojik şiddet, ister erkeğin kadına yaşattığı fizyolojik şiddet bakımından değerlendirelim, bıraktığı tahribat aynıdır.

Kur’ân-ı Kerîm, bu anlamda tüm âyetleriyle bizlere şu mesajı verir: Allah’ın mükemmellik için yarattığı ve bu yolda ona birtakım sorumluluklar verdiği kimse, “insan”dır; belli bir cins, ırk yahut renk değildir. Önemli olan, aklen ve kalben Allah’a iman edip farzları yerine getirerek haramlardan sakınmaktır. Kim bunu en güzel şekilde yaparsa, o üstün ve değerli insandır. İster kadın olsun, ister erkek…