Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’adır

Gerçi sebepler, bu âleme Allah-u Teâlâ tarafından konulmuş kanunlardır; hayatımızı devam ettirebilmek, bu kanunlara uygun şekilde çalışıp çabalamakla mümkün olur. Ancak Kanun Koyucunun kudret ve iradesini unutur, sebepler perdesi arkasında yaşatan ve rızıklandıranın kim olduğundan habersiz davranırsak, imanımızın gerektirdiği şekilde bir hayat yaşamış olmayız.

BEŞERÎ bir ideoloji olan kapitalizmin ajandasının önemli hedeflerinden biri, mahalle kültürünü yok etmektir.

İnsan kalabalıklarını üretimin bir ögesi gören gayr-ı İslâmî bakış, güya ihtiyaç olana kolay ulaşmak parolası ile insanların gönül dünyalarındaki merhamet ve sosyal yardımlaşma ahengini ifsat etti. Sıhhatsiz gelişen şehirlerimizde dev marketlerin ve süpermarketlerin yaygın hâle gelmesi, hem pazarlık yapma geleneğini, hem de mahalle komşularının bakkalda hâl hatır sormak, komşusunun derdi veya sevincinden haberdar olmak kültürünü yok etti.

Belediyelerin de gayretleri ile mahalle bakkalının yerine ikâme edilen, Fransızcadan mülhem kelimeyle hayranlarının “büfe” diye isimlendirdiği noktalar var.

Meselâ, bizim de ara sıra ekmek aldığımız delikanlıya “Es-selâmunaleyküm, nasılsınız Özkan Bey?” diye sorduğumuzda, onun, “Eh! ‘İyiyim’ demek moda olmuş” dedikten sonra hayatın zorluklarından ve piyasanın çılgınlığı ile sonunun ne olacağından, rızık korkusunu izhar eden ifadelerle karamsarlık kokan ümitsiz sözleri asıl moda.

Evvelâ irfanımızda “Nasılsınız?” denildiğinde karşı tarafın “Elhamdülillah, iyiyiz” demesi bir moda değil, hayrı istemektir. “Allah’tan rahmet diliyorum, hamd ediyorum, şükürler olsun” ifadesidir. Müslümanların, milletimizin hissiyatına ve mayasına uyan bir temennidir bu. Bize düşen, beşer kabiliyetinin ölçüsünde, rıza-i İlâhîyi tasavvur etmek ve hâddimizi bilerek hakkı tavsiye etmek olacaktır.

Yaşadığımız hayat diliminde şartlardan yakınmak, zamanımızın yaygın bir âdeti haline geldi. Kime “İşler nasıl?” diye soracak olsanız, alacağınız cevap aşağı yukarı aynı. Hayat pahalılığından, müşteri yokluğundan, piyasanın cansızlığından ve daha akla gelebilecek ne varsa hepsinin olumsuzluklarından şikâyet ediliyor. Kuşkusuz her zaman bir gerçeklik payı vardır. Ancak yakınan insanlar daima darlık içinde yaşarlar. Bu, mutlaka maddî anlamda bir darlık olmayabilir. İnsanın kasası ağzına kadar dolmuş, karnı tıka basa doymuş olsa, sırtında en pahalı elbiseleri taşısa, en lüks konutlarda otursa da hayatın yükü yine ağır, geçim yine dar, yaşamak yine zor gelebilir.

Lâkin yakınmakla kişi bu dertlerinden hiçbirini hafifletmiş olmaz. Çünkü içine düşmüş olduğu darlığın sebebi, onun görmediği yahut görmek istemediği yerdedir.

Gerçi sebepler, bu âleme Allah-u Teâlâ tarafından konulmuş kanunlardır; hayatımızı devam ettirebilmek, bu kanunlara uygun şekilde çalışıp çabalamakla mümkün olur. Ancak Kanun Koyucunun kudret ve iradesini unutur, sebepler perdesi arkasında yaşatan ve rızıklandıranın kim olduğundan habersiz davranırsak, imanımızın gerektirdiği şekilde bir hayat yaşamış olmayız.

Hele bu durum bize dünyaya geliş amacımızı unutturacak bir dereceye varmışsa, o hayattan genişlik ve huzur beklemek için bir neden de kalmamış demektir. İşte işin İlâhî işareti bizi bu konuda uyarıyor ve diyor ki, “Kim Benim zikrimden yüz çevirirse, onun geçiminde bir darlık olur” (Tâ-Hâ, 124).

Allah dostlarının dediği gibi, zikir “Allah’ı anmak” anlamında alınabileceği gibi, Kur’ân’ın birçok yerinde geçtiği üzere bizzat “Kur’ân” olarak da anlaşılabilir. Her iki hâlde de sonuç aynıdır. Kim Allah’ı anmaktan uzaklaşırsa, kim Âlemlerin Rabbinden kendisine gönderilmiş olan o yüce kitaptan yüz çevirirse, kendi eliyle hayat şartlarını zorlaştırmış olur. Bunun zıddı olan durum ise daha başka ayetlerde şöyle açıklanmıştır: “Erkek olsun, kadın olsun, kim mümin olarak güzel işler yaparsa, Biz ona huzurlu bir hayat yaşatır, yaptıklarının daha güzeliyle de ödüllerini veririz.” (Nahl, 97)

“Kim Allah’a karşı ubudiyet sırrına varırsa, Allah (cc) ona bir çıkış yolu nasip eder. Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.” (Talâk, 2-3)

Bu ayetler, böylece hâdisenin iki yüzünü de açıkça ortaya koyuyor. Bu dünyada da, ahirette de güzel bir geçim ve huzurlu bir hayat isteyen, Rabbine hakkıyla iman etsin ve imanının gerektirdiği gibi hareket etsin.

Kendisini yaratıp yaşatan ve de gökten ve yerden nimetleriyle rızıklandıran Rabbinden yüz çevirense meşakkatli bir hayata hazırlansın!

***

Gariptir ki, insanlar hayat şartları ağırlaştıkça kendilerine asıl ferah kapılarını açacak olan çözüme yönelecekleri yerde, problemi ağırlaştıran sebeplere daha fazla hırsla sarılıyor, Allah’ı anmaktan ve Allah’ın kitabına kulak vermekten daha da uzak düşüyorlar. Bu ise insanın başına dünyayı daha da çok darlaştırıyor. Hadîs-i kutsîde de aynen bu durum haber verilmiş ve Allah’ın emri bildirilmiştir: “Ey Âdemoğlu! Kendini ibadetime ver ki, gönlünü zenginlikle doldurayım, ihtiyaçlarını gidereyim. Böyle yapmazsan ellerini meşguliyetle doldururum, ihtiyaçlarını da kapamam.” (Tirmizî, Kıyamet: 30; İbni Mâce, Zühd)

Allah’ın zikrinden yüz çevirmenin dar bir hayattan başka ahirette körlüğe yol açması da ibret vericidir. Belki de bu durumu, dünyamızda geçerli olan İlâhî yasalardan “atalet atrofisi”* ile açıklamak daha doğru olacaktır.

Bu yasa, “Çalışmayana ekmek yok” esasına dayanan bir yasadır. Bir organımız eğer uzun bir süre kullanılmaz ise, oraya gönderilen besinler kısılır ve bir zaman sonra o organ iş göremez hâle gelir. Uzun bir hastalıktan sonra ayağa kalkan kimsenin yürümekte güçlük çekmesi yahut alçıdaki bir organı tekrar canlandırmak için fizik tedavi ve egzersiz gibi önlemlere başvurulması bu yüzdendir.

Bu dünyada iman nuruyla aydınlanmayan, görmesi gereken şeylere dönüp bakmaksızın bir ömür geçiren ve Allah’ın kitabına karşı körlük eden bir kimseyi bekleyen akıbet de böyle bir “atalet atrofisinden” başka bir şey değildir.

“O, ‘Rabbim’ der, ‘Niçin beni kör olarak dirilttin? Oysa ben görüyordum’. ‘Öyleydin’ buyurur Allah, ‘Fakat ayetlerimiz sana geldiğinde sen onları unuttun. Bugün de sen böyle unutulursun’.” (Tâ-Hâ, 125-126)

Dünya hayatındaki sıkıntı, bu tür kimseler için maddî açıdan bolluk içinde olsalar bile inançsızlığın, yanlış hedeflere yönelmenin, haram yollardan kazanmanın verdiği psikolojik baskı altında büyük bir darlık ve sıkıntı hissedecekleri, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma amacının mutluluğundan yoksun kalmanın ıstırabını tadacakları şeklinde yorumlanabilir. Dünyadaki zalimlerin, karınları doysun ve iktidarları devam etsin diye, çıkarılan ölüm makinesi silahların, mazlumların hakkını gasp eden, açlık edebiyatı yapıp gütmeye sebep olanların, yeri geldikçe Cahiliye Çağı’nda diri diri çocukları toprağa gömenlerin bugün yaptıkları aynı değil midir?

Dünün cahiliye âdeti, bugünün vahşi kapitalizminin ve sosyalizminin hempaları değil midir? Allah-u Teâlâ’dan gelen emir, “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin (onları çeşitli usullerle yok etmeyin). Onlara da, size de Biz rızık veriyoruz. Doğrusu onları öldürmek büyük bir günahtır” (İsra, 31) şeklinde.

Müfessir-i azamın ortak kanaati şu ki, Cahiliye Dönemi’nde Araplar, fakirlik korkusuyla erkek çocuklarını öldürür, kızlarını da diri diri toprağa gömerlerdi. Günümüzde de çeşitli sebeplerle çocuklar henüz dünyaya gözünü açmadan ana rahminde doğranıp öldürülmektedir. Kürtaj, bunlardan biridir. Allah-u Teâlâ, herkesin rızkını verenin Kendisi olduğunu beyanla, fakirlik korkusuyla çocukların öldürülmesini yasaklamıştır. Bunun çok büyük bir günah olduğunu belirterek haram kılmıştır.

Yeryüzündeki nimetleri, yiyecek ve içecekleri düzenleyen ve her çağda yaşayacak olanlara göre onları ikram eden insanlar değil, Allah-u Teâlâ’dır. Hatta tarihî gerçeklere bakıldığında, bir bölgenin nüfusu ile geçim kaynaklarının aynı nispette arttığını, hatta geçim kaynaklarının daha da fazla arttığını söylemek mümkündür. Bu sebeple insan Allah’ın işine karışmamalı, üzerine düşen vazifeleri yapmaya çalışmalıdır.

***

Öncelikli vazifemiz, Allah’ın yasakladığı haramlardan sakınmaktır. Bunların da başında fert, aile ve toplum hayatını yıkıp tarumar eden zina gelmektedir. Lût kavminin helâkine yol açan fiilleri takbih edelim. Milletçe mücadele edelim.

Son sözümüz şu olsun: Hasbunallahu ve ni’me’l-Vekîl. (Allah bize yeter.)

Vesselâm…

 

*Atrofi: körelme, zayıflama. Normal olan bir organ ya da dokunun küçülmesi, körelmesidir. Organ ya da dokunun gelişme geriliği de atrofi olarak ifade edilir.