
BEŞERÎ bir ideoloji olan kapitalizmin ajandasının önemli
hedeflerinden biri, mahalle kültürünü yok etmektir.
İnsan kalabalıklarını üretimin bir ögesi gören gayr-ı
İslâmî bakış, güya ihtiyaç olana kolay ulaşmak parolası ile insanların gönül
dünyalarındaki merhamet ve sosyal yardımlaşma ahengini ifsat etti. Sıhhatsiz
gelişen şehirlerimizde dev marketlerin ve süpermarketlerin yaygın hâle gelmesi,
hem pazarlık yapma geleneğini, hem de mahalle komşularının bakkalda hâl hatır
sormak, komşusunun derdi veya sevincinden haberdar olmak kültürünü yok etti.
Belediyelerin de gayretleri ile mahalle bakkalının
yerine ikâme edilen, Fransızcadan mülhem kelimeyle hayranlarının “büfe” diye
isimlendirdiği noktalar var.
Meselâ, bizim de ara sıra ekmek aldığımız delikanlıya “Es-selâmunaleyküm,
nasılsınız Özkan Bey?” diye sorduğumuzda, onun, “Eh! ‘İyiyim’ demek moda olmuş”
dedikten sonra hayatın zorluklarından ve piyasanın çılgınlığı ile sonunun ne
olacağından, rızık korkusunu izhar eden ifadelerle karamsarlık kokan ümitsiz sözleri
asıl moda.
Evvelâ irfanımızda “Nasılsınız?” denildiğinde karşı tarafın
“Elhamdülillah, iyiyiz” demesi bir moda değil, hayrı istemektir. “Allah’tan
rahmet diliyorum, hamd ediyorum, şükürler olsun” ifadesidir. Müslümanların, milletimizin
hissiyatına ve mayasına uyan bir temennidir bu. Bize düşen, beşer kabiliyetinin
ölçüsünde, rıza-i İlâhîyi tasavvur etmek ve hâddimizi bilerek hakkı tavsiye
etmek olacaktır.
Yaşadığımız hayat diliminde şartlardan yakınmak,
zamanımızın yaygın bir âdeti haline geldi. Kime “İşler nasıl?” diye soracak
olsanız, alacağınız cevap aşağı yukarı aynı. Hayat pahalılığından, müşteri
yokluğundan, piyasanın cansızlığından ve daha akla gelebilecek ne varsa
hepsinin olumsuzluklarından şikâyet ediliyor. Kuşkusuz her zaman bir gerçeklik
payı vardır. Ancak yakınan insanlar daima darlık içinde yaşarlar. Bu, mutlaka
maddî anlamda bir darlık olmayabilir. İnsanın kasası ağzına kadar dolmuş, karnı
tıka basa doymuş olsa, sırtında en pahalı elbiseleri taşısa, en lüks konutlarda
otursa da hayatın yükü yine ağır, geçim yine dar, yaşamak yine zor gelebilir.
Lâkin yakınmakla kişi bu dertlerinden hiçbirini
hafifletmiş olmaz. Çünkü içine düşmüş olduğu darlığın sebebi, onun görmediği
yahut görmek istemediği yerdedir.
Gerçi sebepler, bu âleme Allah-u Teâlâ tarafından
konulmuş kanunlardır; hayatımızı devam ettirebilmek, bu kanunlara uygun şekilde
çalışıp çabalamakla mümkün olur. Ancak Kanun Koyucunun kudret ve iradesini
unutur, sebepler perdesi arkasında yaşatan ve rızıklandıranın kim olduğundan
habersiz davranırsak, imanımızın gerektirdiği şekilde bir hayat yaşamış
olmayız.
Hele bu durum bize dünyaya geliş amacımızı unutturacak
bir dereceye varmışsa, o hayattan genişlik ve huzur beklemek için bir neden de
kalmamış demektir. İşte işin İlâhî işareti bizi bu konuda uyarıyor ve diyor ki,
“Kim Benim zikrimden yüz çevirirse, onun geçiminde bir darlık olur” (Tâ-Hâ, 124).
Allah dostlarının dediği gibi, zikir “Allah’ı anmak”
anlamında alınabileceği gibi, Kur’ân’ın birçok yerinde geçtiği üzere bizzat “Kur’ân”
olarak da anlaşılabilir. Her iki hâlde de sonuç aynıdır. Kim Allah’ı anmaktan
uzaklaşırsa, kim Âlemlerin Rabbinden kendisine gönderilmiş olan o yüce kitaptan
yüz çevirirse, kendi eliyle hayat şartlarını zorlaştırmış olur. Bunun zıddı
olan durum ise daha başka ayetlerde şöyle açıklanmıştır: “Erkek olsun, kadın
olsun, kim mümin olarak güzel işler yaparsa, Biz ona huzurlu bir hayat yaşatır,
yaptıklarının daha güzeliyle de ödüllerini veririz.” (Nahl, 97)
“Kim Allah’a karşı ubudiyet sırrına varırsa, Allah (cc)
ona bir çıkış yolu nasip eder. Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.” (Talâk,
2-3)
Bu ayetler, böylece hâdisenin iki yüzünü de açıkça
ortaya koyuyor. Bu dünyada da, ahirette de güzel bir geçim ve huzurlu bir hayat
isteyen, Rabbine hakkıyla iman etsin ve imanının gerektirdiği gibi hareket
etsin.
Kendisini yaratıp yaşatan ve de gökten ve yerden
nimetleriyle rızıklandıran Rabbinden yüz çevirense meşakkatli bir hayata
hazırlansın!
***
Gariptir ki, insanlar hayat şartları ağırlaştıkça
kendilerine asıl ferah kapılarını açacak olan çözüme yönelecekleri yerde,
problemi ağırlaştıran sebeplere daha fazla hırsla sarılıyor, Allah’ı anmaktan
ve Allah’ın kitabına kulak vermekten daha da uzak düşüyorlar. Bu ise insanın
başına dünyayı daha da çok darlaştırıyor. Hadîs-i kutsîde de aynen bu durum
haber verilmiş ve Allah’ın emri bildirilmiştir: “Ey Âdemoğlu! Kendini ibadetime
ver ki, gönlünü zenginlikle doldurayım, ihtiyaçlarını gidereyim. Böyle
yapmazsan ellerini meşguliyetle doldururum, ihtiyaçlarını da kapamam.” (Tirmizî,
Kıyamet: 30; İbni Mâce, Zühd)
Allah’ın zikrinden yüz çevirmenin dar bir hayattan
başka ahirette körlüğe yol açması da ibret vericidir. Belki de bu durumu,
dünyamızda geçerli olan İlâhî yasalardan “atalet atrofisi”* ile açıklamak daha
doğru olacaktır.
Bu yasa, “Çalışmayana ekmek yok” esasına dayanan bir
yasadır. Bir organımız eğer uzun bir süre kullanılmaz ise, oraya gönderilen
besinler kısılır ve bir zaman sonra o organ iş göremez hâle gelir. Uzun bir
hastalıktan sonra ayağa kalkan kimsenin yürümekte güçlük çekmesi yahut alçıdaki
bir organı tekrar canlandırmak için fizik tedavi ve egzersiz gibi önlemlere
başvurulması bu yüzdendir.
Bu dünyada iman nuruyla aydınlanmayan, görmesi gereken
şeylere dönüp bakmaksızın bir ömür geçiren ve Allah’ın kitabına karşı körlük
eden bir kimseyi bekleyen akıbet de böyle bir “atalet atrofisinden” başka bir şey
değildir.
“O, ‘Rabbim’ der, ‘Niçin beni kör olarak dirilttin?
Oysa ben görüyordum’. ‘Öyleydin’ buyurur Allah, ‘Fakat ayetlerimiz sana
geldiğinde sen onları unuttun. Bugün de sen böyle unutulursun’.” (Tâ-Hâ,
125-126)
Dünya hayatındaki sıkıntı, bu tür kimseler için maddî
açıdan bolluk içinde olsalar bile inançsızlığın, yanlış hedeflere yönelmenin,
haram yollardan kazanmanın verdiği psikolojik baskı altında büyük bir darlık ve
sıkıntı hissedecekleri, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma amacının mutluluğundan
yoksun kalmanın ıstırabını tadacakları şeklinde yorumlanabilir. Dünyadaki zalimlerin,
karınları doysun ve iktidarları devam etsin diye, çıkarılan ölüm makinesi
silahların, mazlumların hakkını gasp eden, açlık edebiyatı yapıp gütmeye sebep
olanların, yeri geldikçe Cahiliye Çağı’nda diri diri çocukları toprağa
gömenlerin bugün yaptıkları aynı değil midir?
Dünün cahiliye âdeti, bugünün vahşi kapitalizminin ve
sosyalizminin hempaları değil midir? Allah-u Teâlâ’dan gelen emir, “Fakirlik
korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin (onları çeşitli usullerle yok etmeyin).
Onlara da, size de Biz rızık veriyoruz. Doğrusu onları öldürmek büyük bir
günahtır” (İsra, 31) şeklinde.
Müfessir-i azamın ortak kanaati şu ki, Cahiliye Dönemi’nde
Araplar, fakirlik korkusuyla erkek çocuklarını öldürür, kızlarını da diri diri
toprağa gömerlerdi. Günümüzde de çeşitli sebeplerle çocuklar henüz dünyaya
gözünü açmadan ana rahminde doğranıp öldürülmektedir. Kürtaj, bunlardan
biridir. Allah-u Teâlâ, herkesin rızkını verenin Kendisi olduğunu beyanla,
fakirlik korkusuyla çocukların öldürülmesini yasaklamıştır. Bunun çok büyük bir
günah olduğunu belirterek haram kılmıştır.
Yeryüzündeki nimetleri, yiyecek ve içecekleri
düzenleyen ve her çağda yaşayacak olanlara göre onları ikram eden insanlar
değil, Allah-u Teâlâ’dır. Hatta tarihî gerçeklere bakıldığında, bir bölgenin
nüfusu ile geçim kaynaklarının aynı nispette arttığını, hatta geçim
kaynaklarının daha da fazla arttığını söylemek mümkündür. Bu sebeple insan
Allah’ın işine karışmamalı, üzerine düşen vazifeleri yapmaya çalışmalıdır.
***
Öncelikli vazifemiz, Allah’ın yasakladığı haramlardan
sakınmaktır. Bunların da başında fert, aile ve toplum hayatını yıkıp tarumar
eden zina gelmektedir. Lût kavminin helâkine yol açan fiilleri takbih edelim. Milletçe
mücadele edelim.
Son sözümüz şu olsun: Hasbunallahu ve ni’me’l-Vekîl. (Allah
bize yeter.)
Vesselâm…
*Atrofi: körelme,
zayıflama. Normal olan bir organ ya da dokunun küçülmesi, körelmesidir. Organ
ya da dokunun gelişme geriliği de atrofi olarak ifade edilir.