Halktan uzak düşmek maskaralıktır

“Bir yandan zenginlik düşmanlığı alıp yürürken öte yandan insanlar içinde debelendikleri kara yoksulluktan ancak vurgunla, kanunsuz çarpmalarla, lotaryalar yoluyla kurtulacakları inancına varırlar. Böyle ortamlarda hırsızlık ayıp olmaktan çıkar. Toplumun en alt tabakalarında sürünenler bile hiç olmazsa çocuklarını okutup bu soygun çetesine katmayı biricik amaç edinirler. Böyle ortamlarda halklara doğruları anlatmak giderek imkânsızlaşır. En akıl almaz yalanlar, hayâller tabulaşarak en açık gerçeklerin yerini tutar.”

“‘MİLLÎ zenginin adı burjuvadır. Batı’da derebeyliğin içinde yetişir bu hayvan... Bundan önce de tarihte zengin vardır, ama hiçbiri burjuva değildir. Hele Doğu’dakiler hiç değildir’ dediydi. Anlattıydı burjuvanın özelliğini... İşe yatırırmış eline geçeni, son meteliğine kadar... Gerçekten hürlük istermiş ki pazardaki rakipleriyle boğuşmaya girişip hepsini ortadan kaldırsın! ‘Sizinkilerde burjuva çekirdeği yoktur, olamaz da hiç’ dediydi, bu sebeple bunlar sırtlarında devlet dayanağını aralıksız duymak isterler, bunlar tekel isterler. Yani isterler ki devlet her işi bunların yerine yapsın, bütün tehlikeleri ortadan kaldırsın, zararlarını da gerektiğinde yüklensin! Bunlara salt kürekle para toplamak kalsın... Topladıklarını yeniden yatırmayı da kendilerinden hiç kimse istemesin. Kazansınlar, kazandıklarını saklasınlar, taşa toprağa gömsünler, hatta yabancı ülkeler bankalarına kaçırsınlar. Devleti bırak, kendi kendilerine destek olamaz bunlar... İş bilmedikleri için, azınlıkların elinden iş alanlarını da çekip alamaz hiçbiri... Belki bunlarla ortak olur kimisi; böylece de devlet eskiden bir ödüyorsa beş ödemek zorunda kalır.

*

Sahibinin bilgisi, deneyim gücüyle meydana gelmemiş zenginlik güç değildir ki sırasında devlete, hükümete destek olabilsin!

*

İzmir İktisat Kongresi’nde Halkçılar liberal sistemden yana olduklarını resmen açıkladılar.

‘Eski düzeni sürdüreceğiz, âyanla, eşrafla iş göreceğiz, kadroları değiştirmeyeceğiz.’

Türkçesiyle, ‘Halka gitmeyeceğiz’ demekti bu. Terörü seçmekti.

Biz Batılılaşma belâsına kapıldık kapılalı, Batılıları okşayarak, etekleyerek memlekete çağırdık. Bunların burada gizli açık kum gibi örgütü var. Bu örgütler idareci kadroların her basamağıyla gizli açık ilinti kurmuş. Çoğumuz çocuklarımızı bunların okullarında okutup yüksek tahsil için bunların memleketine yolluyoruz. Yeni halk kadrolarına gitmek demek, bunlarla açıkça boğuşmaya girmek demektir. Batılılaşma tarihimizde hiçbir idare, hiçbir devlet adamı şimdiye kadar göze alamadı bunu...

*

Politikada tarafsızlık kendini aldatmaktır. Aptal güvendir. Çok kazanma hırsının belirtisidir. Karşısındaki güçlerden kat kat üstün de olsan, göze alınmaması gereken bir tehlikedir. Tehlikedir, çünkü seni en değerli zamanlarda hareketsiz tutar. Politikada hareketsizlik ölümdür. Tarafsızlığını da her ân savunmak zorundasın. Demek ki hem çabalayacaksın, hem de oyunun dışında kalacaksın. Anladın mı neden enayiliktir politikacı için tarafsızlık? Politikada hesaba katılacak gerçek güçler ancak hareket hâlinde bulunanlardır. Yüz bin kişi duruyorsa, çabalayan on kişi daha güçlüdür.

*

Yüz elli yıldan beri bu memlekette her zaman bizim işlerimize karışan, daha korkuncu, her zamanda sözlerini geçiren dış örgütler vardır.

*

Abdülhamid’i indirip Reşat’ı bindirmek hiçbir yerli hesabın sonucu olamaz. Devleti dinamitlemekti bu, ancak yabancı güçlerin işine gelirdi. Balkan yenilgisi de olağan değildir. Alman oyunudur. Dediğim gibi, yirmi beş yıldır ordumuzu Almanlar eğitiyordu.

*

1914’te yabancıların altı bin okulu vardı Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde. Neden açmışlar bunları? Niçin bunca parayı harcıyorlar? Akıllanalım diye mi? Hayır, işe yarar ajan yetiştirmek için... İktidara geldin mi, bilirsin gizli açık bütün yabancı örgütleri... Kim kime çalışıyor, aşağı yukarı bunu da bilirsin... Ama hiçbir şey yapamazsın! Daha doğrusu, hiçbirinin temellerine dokunamazsın! Çünkü güç yetiremez olmuşsundur çoktan... ‘En değersiz imtiyaza dokunayım’ desen, gök başına yıkılır. Kanlı bıçaklı düşmanlar birleşiverir sana karşı... Dünya Savaşı başlamak üzereyken, ‘Fırsattır, şu kapitülasyonlardan bakalım kurtarabilir miyiz yakayı?’ dedik. Bizi Almanların kucağına düşürmemek için bütün büyük devletler buna yanaştıkları hâlde kim ‘Olmaz’ dedi, bil bakalım? Ölüm kalım savaşı ortağımız Almanlar... Bunun için, bizim düştüğümüz çukura düşenler, yabancıları serbest bırakıp birbirlerini yerler. Hele iktidara gelmeleri de yabancı güçlere dayanarak olmuşsa...

*

Almanlar da beni bunun için sevmezlerdi. Borç isteyenleri severler, hele rüşvet alanlara bayılırlar... Kendi yağıyla kavrulmaya çabalayan Doğulu suç işliyor sayılır Batılılarca.

*

‘Biz onlardan çok akıllıyız’ diye aldatacaklar kendilerini... ‘Herifler bizi bu kez tutar ister istemez. Çünkü buna mecburdurlar’ diyecekler. Oysa dış güçler insanı hiç tutar mı kârı olmayınca? Kârı da oldu mu, iki kârı çıkaramaz bu memleket... Aslında hiçbir memleket, dışarıya sürgit kazanç verse, toplayamaz iki yakasını bir araya... Dıştan yardım umdun mu, dış örgütleri temizlemeye sıvanamıyorsun demektir.

*

Bizim muhtaç olduğumuz şey bütün memleket evladının el ele vererek çalışmasından ve çalışmasıyla elde edilecek sonuçtan ibarettir.

*

‘Yabancıların Lozan’da ekonomik kapitülasyonların değil, asıl adlî kapitülasyonların üstünde durduklarını... ‘Bütün kanunlarınız dinîdir, biz bu dinsel kanunlarla muamele görmeye razı değiliz’ diye direttiklerinden yakındı.’

‘Anlaşılıyor Medeni Kanun’un, Ceza Kanunu’nun, Borçlar Kanunu’nun, İcra İflas Kanunu’nun alelacele neden çevrilip alındığı.’

‘Evet... Daha kötüsü... Memleketin iktisat temeliyle ilgili hiçbir ana kanun gelmeden getirildi bunlar… Düpedüz yabancılar için...’

*

Bu durum içeride ister istemez bazı alanlarda zengin edeceklerinin işlerini kolaylaştırmak için tekeller kurmaya zorlar hükümetleri... Devlet işletmelerinin zararına katılmadan kaymağını alarak, fazladan pazarı tekel şartları içinde tutarak iş yapanlar, Batı anlamında kapitalist olamazlar. Bunlar ne kadar çok zenginleşirlerse, devleti o kadar çok didikler, temellerini o kadar çok oyar. Bunlar, içinde bulundukları şartlar dolayısıyla sınıf şuuruna varamadıkları için kendi devletlerini kurmaya yönelemezler. Tersine, hiçbir sorumluluk yüklenmeden, Batı anlamında sınıf karakteri olmayan enikonu sahipsiz devleti kendi hesaplarına çalıştırıp soymayı çıkarlarına çok daha uygun bulurlar.

Bu düzende Doğulu devlet, halklara karşı ödevlerini yerine getiremez olur. Halkın düşmanlığı, bir anlamda da umutsuzluğu arttıkça artar. Yüksek idarecilerle onların hırsızlık ortakları da bu umutsuz halklara gittikçe daha etkili kötü örnek olurlar. Bir yandan zenginlik düşmanlığı alıp yürürken öte yandan insanlar içinde debelendikleri kara yoksulluktan ancak vurgunla, kanunsuz çarpmalarla, lotaryalar yoluyla kurtulacakları inancına varırlar. Böyle ortamlarda hırsızlık ayıp olmaktan çıkar. Toplumun en alt tabakalarında sürünenler bile hiç olmazsa çocuklarını okutup bu soygun çetesine katmayı biricik amaç edinirler. Böyle ortamlarda halklara doğruları anlatmak giderek imkânsızlaşır. En akıl almaz yalanlar, hayâller tabulaşarak en açık gerçeklerin yerini tutar.

*

Halife’yi İngilizler alıp gittiler de Halifeliği neden sürdürmediler?

Halifeliğin kaldırılması işi, görünürde, bizden çok Müslüman sömürgeleri olan büyük devletlerin işine gelse gerek.

Halifelik sürülüp çıkarılırken, Fener Patrikhanesi’nin İstanbul’da bırakılmasına akıl erdirmek zordur.

Nitekim Türkçeden başka dil bilmeyen Anadolu Rumları gönderildiği hâlde, İstanbul’un Feneryot Rumları neden bu işin dışında tutuldu? Tekkeler kapatıldığı hâlde Mason localarına niçin dokunulmadı?

Osmanlılığın bütün iyi yönlerinin reddedilmesine karşılık, dış borçlarının yüklenilmesine doğrusu akıl erdirmek zordur. İlerde de akıl erdirecekler pek bulunmasa gerektir.

*

Biz aydın geçinen kaltabanların çektiğimiz, hep halktan uzak düşmenin maskaralığı... Halkın sağlam yargı gücünden uzaklaşmazsak, dertlerimizin en az yüzde ellisinden kurtuluruz.”

(Kemal Tahir’in ‘Kurt Kanunu’ kitabından seçtim bu satırları.)