
DÜNYA hayatında ya da dünyadaki hayatımızda, geçmiş, geleceğin teminatıdır. Bundan on sene önce yaptıklarımız ve aldığımız kararlar bugünümüzü etkilediği gibi, bugün aldığımız kararlar da yarınlarımızı etkileyecek. Tüm bunlar, dünya yaşantımız bittikten sonra ahiret hayatımızın sorunsuz şekilde sonsuz olması için zemin hazırlayan süreçler.
Dünyadan geçiyoruz, dünyadan vazgeçemiyoruz. Hâlbuki hadis-i şerifte ne diyor? “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış.”
Bunun anlamı şu: Dünyada helâl ihtiyaçlarını karşılayarak yaşa, ahiretine halel getirme.
Dünya, incelik gerektiren kaba bir yaşam şeklidir. Her şey zıddı ile kaimdir; dünyada yaşarken dünyalık şeyler de yapacağız ancak sırf dünya için yaşamayacağız. Burada ince bir çizgi var. Ahirette sonsuz sonumuzun belli olacağı sırattan geçebilmek de bu ince çizgiye bağlı. Geçeceğimiz yahut düşeceğimiz çizginin inceliğini veya kalınlığını, uzunluğunu veya kısalığını bizim dünyadaki davranışlarımız ve kararlarımız belirleyecek. Oradan geçebilmenin kolaylığı veya zorluğu bizim dünya hayatındaki imtihanları doğru şekilde verebilmemizle doğru orantılı.
İnsan dünyada havf ve reca arasında bir varlıktır. Sözlükte havf, “korkmak, kaygılanmak, endişe duymak” gibi anlamlara gelir. Korkudan kastedilen, kendinden üstün olan Allah’ın varlığını bilmek ve idrak etmek, buna bağlı olarak acziyetini kabullenerek hoşlanılmayan bir durumun başına gelmesinden korkarak kaygılanmak ve sonunda Rabbine sığınmak.
Reca kelimesi ise “ümit, emel, beklenti, istek” anlamlarına gelir. Burada da kulun herhangi kötü bir durum ile karşılaştığında her şeyin mutlak sahibinin Allah olduğunu bilip kaygı ve endişeden uzaklaşarak Rabbinin lütfuna mazhar olmak üzere ümitvar olmaya çabalamasıdır. “Celâli cemal gözüyle görmesi”dir. Bu sözle birlikte bakmak ile görmek arasındaki fark da ortaya çıkıyor. Gözü olan herkes bakar ancak görmek için gözlerden fazlasına ihtiyaç vardır. Görmek, bakarken boşlukları doldurarak temelde “olanı” idrak etmektir.
“Olan olmuştur, olacak olan da olmuştur.” كُلُّ حَالٍ يَزُول- Her hâl geçicidir. Öyleyse üzüntü, gam, keder, elem gibi bizleri endişelendiren ve geleceğimiz için korkma durumları geçicidir. Yani havf geçicidir. Dünya hayatı imtihan olduğu için reca da geçicidir. Filhakika dünya da geçicidir. Mühim olan, tüm geçicilerin arasından geçerek kalıcı olanın hâlini belirlemektir.
İnsanın ümidi tükenip kaygılandığı ve korktuğu noktada Allah’a, hep Allah’a sığınması gerekir. Kötü bir durumla karşılaştığımızda kimi zaman isyan eder, biri bize kötü davrandığında onun aleyhine kötü sözler sarf ederiz. Hâlbuki onun bize davranışı, onun sorumluluğu ve bizim ona vereceğimiz yanıt kendi imtihanımızın birer parçasıdır. Bittabiî kötülük gördüğümüzde elimizle, gücümüz yetmiyorsa dilimizle, ona da gücümüz yetmiyorsa kalbimizle buğz etmek suretiyle kötülüğün üstesinden gelmeye çabalamalıyız. Ancak bazen ne yaparsak yapalım, bazı insanlar kötüdür. “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır…” (Bakara, 7) Yani gücümüzün yetmeyeceği durumlar elbette vardır ama böyle zamanlarda Allah’a sığınmak gerekir. Onlarla mücadele ederken dikkat etmemiz gereken, kendi imtihanımıza yanlış eklememek.
Bir adam, Hazreti Halid bin Velid’e (ra), “Falanca adam senin hakkında konuştu” dedi. Hazreti Halid, “Kendi sayfasıdır, istediği ile doldurur” dedi. Mühim olan, başkasının sayfası değil, kendi sayfamıza lâm ve cim olmadan ne yazacağımız.
Defaatle mücadele ettik; baktık olmuyor, oluruna bırakmak ve tevekkül etmek şart. Burada sabır ile tahammül arasındaki fark da ortaya çıkıyor. Sabır “öne geçme, öncelik”, tahammül ise “yükü üstlenme, taşıma” anlamlarına geliyor. Bir olaya sabretmek aslında o olayın önüne geçerek hayatımıza devam etmeye, tahammül etmek ise olayı üstlenmeye, olayı yük hâline getirip taşıma anlamına gelmektedir. Dünyada birçok şey bize yük olarak yeterken, lüzumsuz hamallığa gerek var mı? Yaşamak zaten yeterince ağır bir yük değil mi?