Hâlâ kimi koruyoruz?

Sahi, Türkiye’de kimi korumak ve beslemek için böyle bir yasak getirildi de yurtdışından otomobil yahut herhangi bir pahalı ürün getiren kişi “kaçakçı” sayılmaya başlandı? Tâ Gürcistan’dan Almanya’ya giderek otomobil alan Gürcistan vatandaşları Türkiye’den geçerek ucuz ucuz otomobillerle bizim yollarımızın tozunu attırırken, biz niçin hâlâ pahalı arabalara biniyor, dört tekerleğe bir daire parası ödemekten vazgeçmiyoruz?

AVRUPA Birliği’ne girmek hayâli, Türkiye’nin önünde yüksek bir amaç olarak inşâ edildi yıllarca. Bu hayâlin odağına, Avrupa’da dilediğimiz gibi seyahat ve ticâret etmek konuldu. Hattâ Gümrük Birliği’ne girişimizle bu hayâlin çok önemli bir adımını, âdeta eve arka kapıdan girer gibi atmıştık. Çünkü Gümrük Birliği, özellikle ticârette Türkiye’nin faydasına işleyen bir yapı ortaya koyuyordu.

İlk üyelik başvurusunun sunulduğu günden sonra Avrupa Birliği, Türkiye için çok çalışılması gereken bir sınavlar bütünü oldu. “Her şeyi yaptık, daha ne istiyorsunuz?” dediğimiz zamanlar oldu. Ekonomimizi plânladık, hukukta gereken adımları attık, bizden sonra başvuru yapıp da bizim içinden geçtiğimiz çileye uğramayanlar, hattâ bizden iktisadî ve hukukî anlamda geride olanlar bile AB’ye girdi, ama biz giremedik. Böyle olunca, “Almazsanız almayın, şimdi de biz girmiyoruz” nazına oynadık.

Peki, karşılıklı bu kadar nazlanmaya gerek var mıydı?

Biz, Gümrük Birliği gibi bir tapuyu elimize almamıza rağmen, Avrupa Birliği’nin önümüze sunduğu diğer imtihanlara odaklanmakla oyalandık. Sandık ki, Gümrük Birliği sadece ticâretle ilgili, ah bir de Schengen Vizesi’ni alsak, çok daha güzel olacak…

Schengen elbette önemli bir ruhsat, ancak Türkiye olarak kendi kendimizi ne kadar frenlediğimizi hiç düşündük mü? Kendimize kurduğumuz freni anlatmak için, frenden yola çıkarak bir otomobil misâli vermek iyi gelecek…

İç ve dış bütün üretimiyle bir otomobile sahip olmak istedik yıllarca. Nihâyet TOGG ile şeytanın bacağını kırdık. 2022’de yerli ve millî aracına binmek isteyen milyonlarca vatandaşımız var. Ancak hâlihazırda bir seri üretim olmadığı için talebi karşılamak adına ikâme yollara yani piyasadaki mevcût araçlara yönelmek zorunda alıcı.

Kovid-19 salgını ile aksayan üretim, bütün piyasaları etkiledi, enflasyon zirve yaptı. Bu piyasalardan biri de ikinci el otomobil piyasası oldu. Yüzde yüz, hattâ iki yüz oranında artan otomobil fiyatlarının salgın sonrasında hangi seviyeye çekileceği bilinmiyor. Bu durumu gören Hükûmet, alıcıyı bazı teşvik ve tedbirlerle yerli üretim araçlara yönlendirme yolunu seçti. Ancak gördü ki, bu üretici ve dağıtıcı şirketler tarafından suiistimâl ediliyor, hem uygulamayı geri çekti, hem de şirketlere ceza kesti.

Ancak daha doğrusunu düşünerek, Türkiye’nin otomobilden tekstile, tarımdan hayvancılığa bireysel ithâl alışverişin önünü açması, bu ülkeye çok daha fazla kazandıracaktır.

Almanya, otomobil üretiminin dünya devi. Ancak Almanya’da her birey, istediği ülkeden ithâl otomobil getirebiliyor. Peki, Türkiye’de otomobil üretiliyor mu? Üretiliyor muydu? Sahi, Türkiye’de kimi korumak ve beslemek için böyle bir yasak getirildi de yurtdışından otomobil yahut herhangi bir pahalı ürün getiren kişi “kaçakçı” sayılmaya başlandı? Tâ Gürcistan’dan Almanya’ya giderek otomobil alan Gürcistan vatandaşları Türkiye’den geçerek ucuz ucuz otomobillerle bizim yollarımızın tozunu attırırken, biz niçin hâlâ pahalı arabalara biniyor, dört tekerleğe bir daire parası ödemekten vazgeçmiyoruz?

Türkiye, Gümrük Birliği gibi bir nimeti Schengen sevdâsına ezdirerek kendisini Avrupa’ya, Avrupa’yı da Çin’e mahkûm etmektedir. Çin gibi bir canavarın doğmasında, hâlihazırda Türkiye’de işletilen zihniyetin vebâli vardır.

Bu ülkenin insanlarının sokak sokak Avrupa gezmek gibi bir derdi yoktur. Ancak Cumhuriyet kurulalı beri her gün semiren bir holdingi korumak için çıkarılmış yasalardan kurtulma hakkı vardır. Yersiz, ölçüsüz, abartılmış vergiler yerine Avrupa ile karşılıklı bireysel ve kurumsal alışverişin önünü açmalı, komisyoncuların elinden bu ülkenin ekonomisini kurtarmalıyız!