İNSAN
evrenin en nâzik, en nâzenin ve en mükemmel varlığıdır. Sorumluluk ve akıl
sahibi olması nedeniyle de bir sınava tâbi tutulmuştur. Sınav, Yaratıcı İrade
ve Hakikî Mülk Sahibi gibi, anlaşılması ve kabulü kolay sorulardan
oluşmaktadır.
Cevaplar ince ve hassas teraziden geçtiği için ölçü ve insan
iradesine göre şekilleniveriyor. Hakikatler insan nefsiyle boyandığında, ölçü
ve nefes de kayboluyor. İnsan, kendisine pay çıkarmaya başladığında, işler de
yolundan çıkıyor.
İnsanı bu hâle sokan ise Yaratıcı’ya ait olan vasıfları
sahiplenişi, Hakikî Mülk Sahibi olan Yaratıcı İradeden pay alma derdidir.
Küçücük bir dünya mâkâmında bile randevu alınmadan herhangi
bir mâkâma girilmiyor. Kimi zaman mâkâm sahibi, kendi cinsine randevu vermekten
bile çekiniyor. Bu da düşüşün en âlâsıdır!
Evrenin/kâinatın ve her şeyin Yaratıcı İradesi, insandan,
sadece çevresinde gördüklerinden hareketle isim ve sıfatlardan bir oku-ma
çıkararak eşya, madde, zaman, mekân ve hakikatlerin Sahibinin Kendisi olduğunun
bilinmesini istiyor.
İnsanın nefsindeki ego/benlik/ene ve insanın dilediği gibi
hareket edebilme (tercih yapabilme) kabiliyeti olan küçük (cüz’î) iradesinin
doğru kullanımı önem arz ediyor.
Bu uğurda insan, yol alırken iki türlü kanat ile uçar.
Bunlardan biri, çevrede gördüğü sebeplere müracaat edip kalbî açıdan fiilî/hâl
duâ etmektir. Diğeri ise kâl ile hâlin Yaratıcı İradeye arzı için lîsanıyla duâ
etmektir.
Çevredeki sebeplere müracaat, bilim-teknoloji ve sanayi ile
olur. Arka plânda çalışma, gayret ve emek vardır. Emek, ehliyet ve liyakat
olmadığında, insanın bulaşık eli karışmaya başlar. Bu durum gerek bilimde,
gerekse kul hakkı açısından olumsuzluklara yol açar.
Çevrede olanları anlamak ve yaşamak için emek verilirken, yoldaki
bilimsel çalışmalar Batı Medeniyeti’nin “evrim”
çukuruna düşmesine neden olmuştur. İşi Hakikî Yaratıcı İradeye değil de
bilime vermek gafleti, dünyayı sarmış durumdadır.
Batı, “Yaratılış Kanunu”nu bilimsel bir sistematik düzene
vererek hatâ etmiştir. Böylece modern ve çağdaş insan tiplemesi olarak para,
mâkâm, arsa, hız ve hâzâ “köle” olan kişiler türemiştir. Bilim bir yaratıcı irade
değildir, sadece isim ve sıfatların arkasındakini görmek için kudret kaleminin
ucudur.
Batı bu çukurda bulunurken, Müslümanlar ise bilim, teknoloji
ve sanayi noktasında gevşek davranarak hatâ etmişlerdir. Son çeyrek asırdır
büyük bir gayret içerisine giren Müslüman toplumların önde geleninin Türkiye
olduğu açıktır.
Müslümanlar bilim, teknoloji ve sanayi gibi alanlara müracaat
etmeden, sebepler sınavını geçmeden, diğer bir ifadeyle fiilî/hâl duâyı
yapmadan kâlî duâ etme yoluna girmişlerdir. Bu ise makbul bir tercih değildir.
Yaratıcı İradeye isim ve sıfatlarla ulaşmak için, Yüce Kitabımız
Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber Efendimiz
ve evren/kâinat gibi, birlikteliğin önemli olduğu üç tanıtıcı bulunuyor. Fizik,
kimya, biyoloji, tıp ve astronomi gibi bilimler, evrenin/kâinatın
anlaşılmasında isim-sıfat dengesinde büyük okumaları ortaya koyuyor.
Günümüzde öğretim/eğitim sistemi; Batı’dan çeviri, “copy-paste” (kopyala yapıştır) ve “bireylerde istendik davranış meydana getirme süreci” olarak formel bir yolda olduğundan, başımızı kaldırıp kendimiz olamıyoruz. Şimdiye kadar sözde çok ciddî şeyler söylense de özde tek adım atılmadı. Fiilî/hâl-kâlî dengeyi kuramadıkça, Batı'nın bize biçtiği donu giymeye devam ederiz.