Hâkim Bey, alacaksan evladımı, önce kır kalemini, yaz ölüm fermanımı!

Evinde, eli yüzünde, yaşamaya mecali kalmamış yaşlı anaya evladı içeri girip “Anacığım nasılsın?” dediğinde bir izle Hâkim Bey... O ana nasıl canlanıp neşelenir, nasıl birden gençleşir, nasıl birden bülbül gibi şakır… “Dur sana sofra kurayım” derken, aslında “Ne yemeği oğul, ben senin bir nefesin için tekrar tekrar diriliyorum, senin için yaşıyorum” demek istiyordur.

HÂKİM Bey, hiçbir gerekçe göstermeden çocuklarımın velayetini benden alacakmışsınız. Size ne kadar kolay geliyor koyunun koynundan kuzularını çalmak, siz hiç anne oldunuz mu Hâkim Bey?

Analık bambaşka bir şeydir Hâkim Bey. Daha ilk günlerde, karnınızda sizden bir parçanın ayrılıp canlandığını hissedersiniz. Onu kendi kanınızla beslersiniz. O içinizde kıpırdadıkça, kâinatın merhametle ayakta durduğuna şahit olursunuz. Göğsünüze yavaş yavaş süt dolmaya başlar, “rahmetin” nasıl “rahimden” geldiğini anlarsınız. “Rahmet, merhamet ve rahim”… Bunlar, birbirlerinden türemiş kelimelerdir. Kelimler gibi duyguların da anasıdır “rahmet” ve “merhamet”.

Analık merhameti olmasa, vahşi bir kaplan yavrularını ağzında taşıyamaz. Analık merhameti olmasa, en vahşi sırtlanlar yavrularını yalayarak emzirmez. Analık merhameti olmasa, yavrularını karnında taşımaz kanguru, yük etmez sırtına maymunlar bile yavrusunu…

Civcivlerine saldıran tilkiye küçücük vücudunu siper ederek tilkinin üstüne saldıran anne tavuğu, canını feda edercesine canhıraş bir cevvaliyetle güçlü kılan, yavrularına duyduğu analık merhametidir. Ana demek, yavruları için bütün varlığını feda edecek, canını ortaya koyarak yavrularına hami olacak mübarek varlık demek. 

Ah Hâkim Bey!.. Çocuklarımı benden alacakmışsın. Alırsan, kim sabah kalkıp onlara sıcak süt içirir? Uyandıklarında gözlerini, alınlarını öperek dudaklarıyla ilk kirlerini kim yalar, anadan başka onlar için kim üzülür, kim yanar?

Siz hiç ana oldunuz mu Hâkim Bey? Yavrularımı benden almadan bir düşünün: Okuldan geldiklerinde üşümüş ayaklarını elleri ile sarıp hohlayarak bağrına, göğsünün üstüne bastırıp o küçük vücutlarını kim sarar, kim ısıtır? Benim yavrularıma, hangi kadın, kaç paraya satar sevgisini?

Kaç paraya alınır ana sevgisi?

Siz hiç anne oldunuz mu Hâkim Bey? İlk lokmalarını kolay yutsun diye ana öğütür lokmayı yavrusunun ağzına vermeden de diş olur yavrusuna. Sırtında taşır ayak olur, bağrına basar atan yürek olur, onun yerine üzülür, onun yerine sevinir yüreğine fer olur, yemeğini yedirir el olur.

Ana nedir bilir misiniz Hâkim Bey? Ana, kocaman bir yürek demektir. Dünyadaki bütün denizlere kaynak, bütün toprağa bereket, sevgi üfleyen nefestir ana... Gökteki merhameti yere çeken analık merhametidir. Yağmurlar damla damla rahmetle arzın üzerine yağarken nasıl Yaradan’ın rahmetini hatırlatıyorsa, gözlerde yaş gördüğümde de anaların şefkatini hatırlarım Hâkim Bey. Çünkü analar yalan ağlamaz, gökten Yaradan’ın akıttığı rahmet kadar azizdir anaların yavruları için akıttığı gözyaşı.

Anaların yürekleri hep nemli kalır

O yağmurlar kadar pür ü pak, o yağmurlar kadar rahmet doludur, evladın bütün yaralarına merhemdir o gözyaşı. Yaşlı anaların, kuru kavruk elleri gibi değildir yürekleri. Yıllar, çileler ellerini kuru kavruk yapar, acılar bellerini büker, ama anaların yürekleri hep yumuşak, gözleri hep nemli kalır. Anaların yürekleri hiç kurumaz, hep rikkatli, hep merhametli olur.

Evladı için, için için yağar kendi yüreğine. Hiçbir fırtına alabora edemez onun merhamet yüklü gönül gemisini, hiçbir rüzgâr sürükleyip götüremez evladına duyduğu sevgisini. Evladı vefasız olsa da, kırsa da kalbini, o analık sevdası ile sarar içindeki bütün kırıkları, canından can suyu verir kırılan dallara, bir duası ile güneşi bile getirir evladının karanlık dünyasına. Ah Hâkim Bey! Analık öyle güçlü bir duygudur ki, emin olun, arzı kaldırır ayağa…

Siz hiç ana oldunuz mu Hâkim Bey? Yavrunuzun bir gülüşüne can verdiniz mi? Hele hasta olunca vücudundaki ateş kalbinizi yakar, onun dışı yanar, sizin içiniz... Değil uykuyu, vücudunuzu hissetmezsiniz. Yatağın kenarında sabaha karşı uyandığınızda kalbinizde korku olur “Uykusuzluğa dayanamayıp bayılır gibi vücudum sızdığında, yavrumun üstü açılıp hastalığı artmış mıdır?” diye.

Uykusuz gecelerin sabahında dermansız vücudunuz, artık çift görmeye başlayan gözleriniz korku ile yavrunuza bakar. Yavrunuz uyanmış, ateşi düşmüş, nemli saçları ve bir kuş nağmesi gibi “Anne” diyen sesi, gülümseyerek bakan gözleri ile göz göze geldiğinizde bir neşe dolar içinize, yaşam pınarından akan serin su dolanır bedeninize. Onun gülerek “Anne” demesi, bütün uykusuz gecenizin yorgunluğunu unutturur. Minik elleri ile yüzünüzü okşayan yavrunuzla şerha şerha can gelir damarlarınıza.

Hiç, hiç anne oldunuz mu Hâkim Bey?

Yavrumu benden alacakmışsınız… Hangi sokağın betonuna oturup boynunu büker yavrum Hâkim Bey? Arkadaşları analarının bağrına sığındıkça benim yavrum üşür. Kendi evladınızı düşünün: O, şımarık kahkahalar atarken neden benim yavrumu ömür boyu ağlatacaksın Hâkim Bey? Çocuklar şımarmak için bile analarından güç alırlar, hangi çocuk anasından ayrıyken şen olur? O, artık anasız yaşayan boynu bükük bir öksüz, küçük yaşında hayatın ezdiği bir yetim olur.

Anasız kuzular melemez Hâkim Bey, anasız kuşlar şakımaz… Kuzusuz koyun süt vermez, kesilir kanı, dolanmaz da donar vücudunda. Kuzu artık semirmez, dolanmaz dağlarda…

Yerdeki küçük gölgen

Hangi kanun, hangi sistem yavruyu anasından ayırır, kaç milyara satılır ananın yüreği? Siz hiç ana oldunuz mu Hâkim Bey? Analık bambaşka bir şeydir. Yavrun dünyaya geldikten sonra, senden ayrılan parçanın büyümesini izler, parklarda sekerek gezmesini, serpilip boy vermesini, büyüyüp okula gitmesini gözlersin. Onunla yeniden bebek, yeniden çocuk, yeniden okullu olursun. O, aslında senin yerdeki küçük gölgen, bedeninden ayrılan parçandır. Onun canı sıkıldığında senin ruhun, senin bedenin cenderelerde gerilir, o neşeli olduğunda dünyadaki hiçbir nimet sana o kadar haz veremez. Anaları, yavrularının sevinçten havaya zıpladığını izlemek kadar hiç ama hiçbir şey mutlu edemez.

Evinde, eli yüzünde, yaşamaya mecali kalmamış yaşlı anaya evladı içeri girip “Anacığım nasılsın?” dediğinde bir izle Hâkim Bey... O ana nasıl canlanıp neşelenir, nasıl birden gençleşir, nasıl birden bülbül gibi şakır… “Dur sana sofra kurayım” derken, aslında “Ne yemeği oğul, ben senin bir nefesin için tekrar tekrar diriliyorum, senin için yaşıyorum” demek istiyordur. Çünkü analara evlatsız yedikleri bal, zehir gibi olur, geçmez boğazlarından. Evlatla yenilen kuru ekmek, bal olur, sadra şifa olur…

Kendi gözyaşını bile, “O mahzun olmasın” diye yüreğine akıtırsın, hüznü gözlerine haram kılarsın. “Yavrum görüp üzülmesin” diye arkanı dönüp ağlar, kan kusarsın da ona dönüp gülümser, için oyuk oyuk yara olup kanasa da “Yavrum hissedip üzülmesin” dersin.

Her daim vücudunu yavruna siper eder, yoldan geçerken onu diğer tarafına alırsın “Olur da araba çarparsa bana çarpsın, yavruma bir şey olmasın” diye. Depremde yavrusuna kapaklanıp siper olan, kazalarda yavrusunu bağrına basıp kendini feda eden anaları hiç okumadınız mı? Evlat candan öte candır Hâkim Bey, merhamet denizinin kaynağı anadır. Bütün kavramlar, analık duygusu karşısında saygıyla eğilir. İnsanlığı rahminde neşet ettiren anaları sakın hakir görme Hâkim Bey! Onların ahı arzı kaldırır, dünyayı batırır...

Bu kadar kolay olmamalı, hiçbir gerekçe olmadan, yavrular analarından ayırmamalı. Hâkim Bey! Alacaksan evladımı, önce kır kalemini, yaz ölüm fermanımı…