
İlim
ve bilme
LÜGATLERDE “ilim”; “bir şeyi
gerçek yönü ile kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç (itikat), bir nesneyi
olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması, tümel ve tikellerin
kavranmasını sağlayan bir sıfat”[i] şeklinde tarif edilmiştir.
Aynı kökten türeyen “âlim, alîm, allâm ve allâme, ma’lûm, ma’lûmât,
muallim, müteallim, muallem”[ii] kelimeleri de “bilgi”
anlamıyla bağlantılı olarak kullanılmaktadır.
İlim
sıfatı, hem Allah-u Teâlâ, hem de insan için kullanılmakla beraber, Allah-u
Teâlâ’nın İlim Sıfatı, Zâtı ile kaim ve ezelîdir. İnsandaki ilim sıfatı ise cüz’î
olup sonradan kazanılmıştır. Başka bir anlatımla, kesbîdir. Allah-u Teâlâ, İlim
Sıfatı ile insan dâhil tüm varlıklara “ilmi” derç etmiştir. İnsan ise
varlıklarda ve kendinde mündemiç olan ilmi Allah’ın ihsan ettiği akıl,
ilim ve O’nun izni ile ortaya çıkarmaktadır. İlim adamları herhangi bir şeyi
icat ettiklerinde böbürlenir ve gurura kapılırlar, hâlbuki mutlak mucit,
Allah-u Teâlâ’dır. İmam-ı Rabbanî Hazretleri’nin Mektubat’ında belirttiği
üzere, Allah-u Teâlâ’nın ilmi karşısında insan mutlak cehildir. İslâm düşünce
tarihinde doğru bilgi, kesinlik bakımından üç kategoriye ayrılmıştır. “İlme’l-yakîn;
salim akıl ve sahih naklin ifade ettiği bilgidir. Ayne’l-yakîn; duyularla ya da
tecrübe ile elde edilen, bizzat müşahede edilen sonuçtur. Hakke’l-yakîn; kalp
ile sezilip, bizzat duyulan ve basiret ile müşahede olunarak yaşanmak sûreti
ile hâsıl olan bilgi mertebesidir. Bu bilgiye ulaşan kimselere ‘ehl-i marifet’
ve ‘ârif’ denir. Yakîn bilgi ise, ‘kesin bilgi’ anlamındadır. Başka bir
ifade ile delil ve burhan ile elde edilen net bilgidir.”[iii]
Yukarda
ilimle ilgili bilgiler verilmiş olup, ilimden kasıt “bilme”dir. Batı
medeniyetinde ilim; güç, tahakküm ve egemenlik kurma aracı olarak öğrenilir ve
hayata geçirilir. İslâm Medeniyeti’nde ise ilim, hakikati bilmek ve bu bilgiyi
varoluş gayesine (ontolojik gaye), insanlığın maslahatına uygun olarak
kullanmak için öğrenilir ve hayata geçirilir. İslâm Medeniyeti’nde ilmin insan
fıtratına uygun olması temel esastır. Şayet bu bilgi bu maksatla kullanılmaz
ise, başta insan olmak üzere tüm varlıklar için zülüm kaynağı hâline gelebilir.
Misâl; nükleer bir tesis, elektrik üreteceği gibi nükleer bir silah üretmek sûretiyle
de insanlığı yok edebilir.
Yûnus
Emre Hazretleri’nin de belirttiği gibi, ilimden kasıt, kendini bilmektir. Zira “Kendini
bilen, Rabbini bilir”. Rabbini bilen ise, O’nun emir ve nehiylerine uymak sûretiyle
varoluş maksadına uygun yaşar ve tüm varlıklarla barışık olur. Böylece kaos
yerine İlâhî nizâm hâkim olur.
“İlim yolculuğu, bilme yolculuğudur. İlim yolculuğu, hakikat yolunun başlangıcıdır. Bilme yolculuğu olmadan irfan ve hikmete ulaşılamaz. İşin başında mutlaka sahih bir ilim yolculuğu gerekmektedir.”[iv]
İlimden maksat, bilmektir. Bilmekten maksat, bulmaktır. Bulmaktan maksat, olmaktır.
İrfan
ve bulma
Arapçada
“bilmek” anlamına gelen iki temel fiil vardır: “Alime” ve “arefe”... “Arefe”, “irfan”
kelimesinin köküdür. İsfahânî’ye göre “irfan”, bir şeyin izini ve etkilerini
tefekkür ederek ve derin düşünerek o şeyi idrak etmektir. İrfanın bir anlamı da
“tanımaktır”. Bu tanımlamadan hareketle ilim, bilmek ve tanımak, ayrı
kavramlardır. Ancak, herhangi bir şey bilinmeden tanınamaz. Tanınmayan da bilinemez.
Bu nedenle ilim ve irfan iç içedir.[v]
İlim,
irfana götürmedikçe noksan, irfan ise ilme dayanmadıkça nâkıs kalır. “Men arefe
nefsehu fekad arefe Rabbehu” hadîs-i şerifinde mealen, “Kendini tanıyan Rabbini
de tanır” düsturunda dikkat çekici bir yön vardır. Bu hadîs-i şerifte önce
kişinin kendini tanıması, sonra Rabbini tanıması zikredilir. Başka bir
ifadeyle, irfandaki seyir, kişinin kendisinden başlar ve Yaradan’a doğru gider.
İrfan
aslında “ben”in tanınması ile başlar; sonra “sen”, en son “O” gelir. Yani irfan
yolculuğu “ene”den “Hüve”ye veya “Hû”ya gitmektir”[vi]. İnsan ve tüm varlığın
aslı ve hakikati Allah-u Teâlâ’dandır. İnsanın aslı da “Halik” olan Mevlâ’mızın
yarattığı hilkat, fıtrat, tabiat ve tıynettir. Kişi kendi aslında Rabbinin
Esmasının yansımalarını görünce, diğer kişi ve varlıklarda da aynı aslı görmeye
başlar. Böylece onlara değer vermeye, hürmet etmeye mecbur olur.
İrfanın
insandaki en önemli tezahürü, yüksek ve güzel ahlâka sahip olmasıdır. Yukarıda
belirtildiği üzere, irfanın tarifi yapılmış olup, aslında irfan yolculuğu,
bulma yolculuğudur. Tasavvufî literatüre göre, bulma yolculuğu bir nevi
pişmektir, yanmaktır. Ham hâlden olgun hâle gelme sürecidir.
İlim
bölümünde belirtildiği üzere, ilim sahibi olmak (bilmek) zaruri olmakla
beraber, bu tek başına yeterli olmayıp, bulma aşamasına geçmek için bilgi ile
amel etmek elzemdir. Bulmanın bir anlamı da bildiği ile amel etmektir.
Kişi bildiği ile amel etmez ise, bulma gerçekleşemez. Bildiği ile amel
etmeyenlerin durumu, Kur’ân-ı Kerîm’de belirtildiği üzere, “kitap yüklü eşeğin
hâline benzer”. İlimden (ilme’l-yakîn) maksat, bir şeyi bilmekten çok öte,
bulmakla ilgilidir. Başka bir anlatımla, ilmin konusu olan şeyi, ayne’l-yakîn
olarak tanımak ve idrak etmektir. İlim bahsinde belirtildiği gibi ilim kesbî,
irfan ise vehbîdir.
Kişinin
bilmesi ilim, bildikleri ile amel etmesi irfandır. Efendimiz (sav) bu hususta
şöyle buyurmuştur: “Bildiği ile amel eden kimseye, Yüce Allah bilmediğini
öğretir.”
Ayrıca Efendimiz (sav) bir duâsında, “faydasız ilimden Allah’a sığınmıştır”. Hadîs-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere, her türlü ilim Allah için olmalı ve o ilimle amel etmeli ki kişi, bulma şuuruna ve irfana erişebilirsin.
Hikmet
ve olma
“Hikmet”,
tasavvufta genellikle “İlâhî sırların ve gerçeklerin bilgisi, varlıkların
varoluş amaçlarının kavranması, sebeplerle bunların sonuçları arasındaki
ilişkilerde İlâhî iradenin rolünün keşfedilmesi” anlamında kullanılır.[vii] Hakîm et-Tirmizî, hikmeti,
“kalbin İlâhî sırlara vâkıf olması”, Ebû Osman Mağribî ise “hak olanı söylemek”
şeklinde tarif etmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de birçok yerde Allah-u Teâlâ’dan
bahsedilirken tam hüküm ve hikmet sahibi olduğu” zikredilmiştir. İbni Manzur, hikmetin
Allah-u Teâlâ’ya nispeti hâlinde, “en değerli varlıkları en üstün bilgi ile
bilmek” mânâsına geldiğini belirtir.[viii]
Gazzâlî’nin
hikmete verdiği gerçek anlam onun tasavvufî epistemolojisine yansır. Buna göre,
insan ya beşerî yahut Rabbânî öğrenimle ilimleri tahsil edebilir. Hükemânın
tefekkür yoluyla ortaya koyduğu nazarî ve amelî ilimler, bir kişiden
öğrenilerek ve yeni birikimler ilâve edilerek nesilden nesle intikal eder.
Rabbânî öğrenim ise ya vahiy yahut ilham yoluyla gerçekleşir. İlkine “nebevî”,
ikincisine “ledünnî ilim” denir. Hikmetin ne olduğu ledünnî ilimle kavranabilir
ve bu mertebeye ulaşmamış insana “hakîm” denemez. Çünkü Bakara Sûresi’nin 269’uncu
âyetinde belirtildiği gibi hikmet, Allah’ın bağışlarındandır. Şu hâlde, Gazzâlî
için hikmetin gerçek anlamı, “ledünnî ilim”dir.[ix]
Kınalızâde
Ali Efendi de İslâm ahlâk felsefesi geleneğine uyarak hikmeti adâlet, iffet ve
şecaatla birlikte dört ana faziletten biri olarak ele alan ve “nazarî kuvvetin
itidâli” şeklinde tanımlayan düşünürlerdendir. Kınalızâde’nin genel hikmet
tanımı ise, şöyledir; “Hikmet, mevcûdât-ı hâriciyyeyi nefsü’l-emrde ne halde
ise, ol hal üzere bilmektir; velâkin tâkat-ı beşeriyye vefâ ettikçe ve kudret-i
insâniyyede mümkün olduğu mikdar.” Bu tanımda amelin yer almadığını özellikle
belirten Kınalızâde, bazı filozofların, kapsamını ameli de içine alacak şekilde
genişletip hikmeti “insan zihninin ilim ve amelle donanıp her iki alanda da
istenilen yetkinliğe ulaşması” şeklinde tanımladığını belirtmektedir.
Nasîrüddîn-i Tûsî’nin “hikmet, varlığın mahiyetini bilmektir” şeklindeki
tanımını da aktardıktan sonra Kınalızâde, hâricî varlıkları yani zihnin dışında
var olanları güç ve iradeden bağımsız olup olmamalarına göre ikiye ayırmakta,
bağımsız olanları konu edinmiş felsefî ilimleri “hikmet-i nazariyye”, bağımlı
olanları “hikmet-i ameliyye” olarak adlandırmakta, böylece felsefedeki
teorik-pratik ayırımını tekrarlamış olmaktadır. [x]
İbnü’l-Arabî’ye
göre hikmet, her şeye hakkını vermeyi, her şeyi yerli yerine koymayı sağlar.
Mutlak anlamda hakîm, her şeye yaratılışını veren Allah’tır (Tâ-Hâ, 50). O,
yarattığı şeyi en iyi bilen olduğuna göre, her şeyi gerektiği gibi düzene de
koymuştur. Kul ise, eşyadaki İlâhî hikmetin farkına vardıkça, bu bilginin hükmü
altına girerek bilgelik yolunda ilerler. Hikmetin amelî yönü, onu yalnızca
teorik bir bilgiden ibaret olmaktan çıkardığı gibi, hükmedici yönü de malûma
tâbi olan ilmin aksine, hikmetin sâbit ve etkin özelliğini ortaya koyar.[xi]
Erzurumlu
İbrahim Hakkı, tasavvufî çizgiyi takip ederek hikmeti; velîlere has, kaynağı İlâhî
ilham olan, öğretimle kazanılmayıp riyâzetle elde edilen bir bilgi sayar. “İlm-i
hâl, ilm-i irfan, ilm-i aşk, ilm-i bâtın, ilm-i ledün, ilm-i sudûr, ilm-i kulûb”
adlarıyla da anılan ve esasen Allah’ı bilmekten ibaret bulunan hikmet, gerçek
bilgidir. Bu hikmete sahip olan kimse, “hakîm-i ilâhî” adıyla anılır. Velîlere
has bir lûtuf olan İlâhî hikmet, kalplere tesiri bakımından ilimden üstün
olduğu için hakîm-i ilâhî, ulemâdan daha şereflidir (Mârifetnâme, s. 429-432,
457-458).
Maturidî,
hikmeti “tam uygunluk” (isabet) olarak tanımlar. Hikmet, gizli menfaat ve
maslahatlar hakkında Allah’ın özel bilgisidir (İbnü’l-Vezîr, s. 181). Başka bir
ifadeyle, en değerli şeyleri en iyi şekilde bilmektir. En faziletli ve yüce
varlık Allah olduğundan, O’ndan başka hiçbir varlık, nesnelerin künhünü ve
bütün yönlerini bilemez, dolayısıyla gerçek Hakîm O’dur.
Eş’arîlerin
genel tarifine göre fiilde hikmet, o fiilin failinin amacına uygun olarak
gerçekleşmesi, sefeh ise bunun hilâfına vuku bulmasıdır (İbn Fûrek, s. 97;
Bağdâdî, el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât, vr. 92b-93a).[xii]
İbn
Manzur, hikmetin özellikle Allah’a nisbeti hâlinde “en değerli varlıkları en
üstün bilgiyle bilmek” mânâsına geldiğini belirtir.
Taberî,
hikmet için şöyle demektedir: “Hikmet, hak ve bâtılın arasını ayırıcı özelliği
ile hükümden alınmıştır. Yine müfessire göre hikmet, nübüvvetin bir cüz’üdür. Buradan
da anlaşılacağı üzere, kemâlâtın zirvesinde olan birinci derecede peygamberler,
sonra o peygamberlere tâbi olan velî kullar, Rabbi’l-Âlemin’in izni ile İlâhî sırlara
ve eşyanın hakikatine vâkıf olabilirler. Bu vukufiyet olmadır, kemâlâttır. Bu
bilgi kaynağı ağırlıklı olarak ledünnîdir. Bunun en önemli örneği, Kur’ân-ı
Kerîm’de Mûsâ (as) ile Hızır (as) kısasıdır. Bu kıssa, İlâhî sırlara vukufiyet,
başka bir ifadeyle eşyanın hakikatini ve perde arkasını görme ile alâkalı en
önemli beyandır.
Kur’ân-ı
Kerîm’de, “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet nasip etmişse, doğrusu,
büyük bir hayra mazhar olmuştur. Ancak akıl sahibi düşünüp ibret alır” (Bakara,
269) hükmü yer almaktadır. Yine Kur’ân’da birçok âyetin sonunda Allah-u Teâlâ’nın
“tam hüküm ve hikmet sahibi” olduğu zikredilir.
Olma,
ilim derecelerinden “hakke’l-yakîn” mukabilidir. Bilginin zirvesidir.
Hakikati her veçheden kuşatmaktır. İlâhî kaynaklıdır ve nübüvvet esaslıdır.
İlim (bilme), irfan (bulma) ve hikmet
(olma), birbirinden ayrı kavramlar olmayıp, birbirini tamamlayan ve yerine göre
iç içe geçen kavramlardır. İlimden maksat, bilmektir. Bilmekten maksat,
bulmaktır. Bulmaktan maksat, olmaktır. Son hedef olan “olmak” ise, “insan-ı kâmil”
hedefine ulaşmaktır. İslâm Medeniyeti’nde ilim, ibâdet ve taâtin bütün gayesi,
güzel ahlâkla donanmaktır. Günümüzde elde edilen bilgi, kuru ve salt bir bilgi
olup, bu konuda objenin niceliği ve mahiyetinin hiçbir önemi yoktur.
Kavramların içinin boşaltılması, tabiata müdahale edilmesi (tahrip edilmesi),
bilme biçimlerinin epistemolojine aykırı davranmayı hedeflemektedir. İslâm Medeniyeti’nde
ise ilimden (bilmekten) gaye, önce kendini bilmek, kendini bilme eyleminden
sonra Rabbini bilmek, sonra elde ettiği ilmi (bilgiyi) kuvveden fiile geçirmek
(bulma, irfan) son aşamada ise bildiği ile amel etmenin mükâfatı olarak
bilmediği şeyleri de bilmek (olma, hikmet) şeklinde tezahür eder.
İnsanlık tarih boyunca hakikate ulaşmak
için didinip durmuştur. İlim, irfan ve hikmete ulaşan kişi, son merhalede
hakikate ulaşır. Böylece “hakke’l-yakîn” bilgiyi elde eder ve Efendimiz’in (sav)
“Ya Rabbi, Bana eşyanın hakikatini göster!” duâsına mazhar olur. [xiii]
Kaynakça
https://www.ilimvemedeniyet.com/
http//www.semerkanddergisi.com
http//www.islamansiklepodisi.org.tr
https://dilhane.net/
http://semerkanddergisi.com/irfan-nedir/
https://www.google.com.tr/amp/s/www.ilimvemedeniyet.com/hikmet-nedir.html/amp
http//www.sabah.com.tr
Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi
[i] http//www.islamansiklepodisi.org.tr
[ii]
http//www.islamansiklepodisi.org.tr
[iii] Koca, Ferhat,
Hikmet Nedir? , (14 Kasım 2018)
https://www.ilimvemedeniyet.com/
[iv] Para, Hasna,
Yusuf Kaplan İle Hasbihal,
https://dilhane.net/
[v] Pamirli, Atilla,
İrfan Nedir? ,http://semerkanddergisi.com/irfan-nedir/
[vi]Pamirli, Atilla,
İrfan Nedir? ,
http//www.semerkanddergisi.com
[vii] Koca, Ferhat,
Hikmet Nedir? , (14 Kasım 2018),
https://www.google.com.tr/amp/s/www.ilimvemedeniyet.com/hikmet-nedir.html/amp
[viii]Türkiye Diyanet
Vakfı İslam Ansiklopedisi, Hikmet Nedir sabah.com.tr
[ix] Hikmet nedir?
, http//www.sabah.com.tr
[x] Ahlâk-ı Alâî, I,
8-12, 54. http//www.sabah.com.tr, Hikmet
nedir?
[xi]Hikmet nedir? , http//www.sabah.com.tr
[xii] Türkiye Diyanet
Vakfı İslam Ansiklopedisi, Hikmet Nedir sabah.com.tr