
ÖYLE bir hakaret
ediyorsun ki çok zeki olmayan biri bile asıl senin o hakarete lâyık olduğunu
düşünüyor. Bir yerde, “Ben böyle bir insanım” demiş oluyorsun. O hakaretle
kendine levha takmış oluyorsun. Peki, ya zorundaysan? O zaman oturup bir
hakaret listesi falan hazırlamalı. O hakaret listesi nasıl olmalı peki?
Hakaret
ederken neyi amaçlıyoruz? Neden hakaret etmek istiyoruz? Bunun sebebi,
karşımızdakini üzmek, kızdırmak, rezil etmek, korkutmak, düzeltmek ya da
eğitmek gibi şeyler olabilir. Tabiî neticede sizin de rahatlamanız, tatmin
olmanız şart. Aksi hâlde hakaretle hızını alamayan bir insanın, şartlar elverirse
ve gücü yerindeyse akıbet kavgaya kadar gider.
Evvelâ
şunu söyleyelim: Hakaret konusunda haznesi geniş epey insan var. Hepsini buraya
almanın hem sayıca, hem de ifade olarak imkânı yok.
Hakaretlere
baktığınız zaman belki şöyle bir kategori mümkündür:
Değerlere
göre hakaretler; “alçak, şerefsiz, aşağılık, namussuz vesaire. Bu tür
hakaretler soyut kelimelerden oluşur ve hakaret edenle edilenin anlayışıyla ve
ortamın hassasiyetiyle ilgilidir. Meselâ, “şerefsiz” ifadesi şerefin ne olup
olmadığı çok da bilinerek kullanılmaz. Bu tür ifadeler kullanmak, ezbere dayalı
davranışlardır. Ne hakaret eden “Bu ağır bir hakarettir, bunu söylemeliyim”
diye düşünür, ne de hakarete maruz kalan “Asıl sensin” gibi tepkiler göstererek
kızmak gerektiğini.
Meslek
veya meşguliyet benzetmesi olan hakaretler; fuhuş sektörüyle ilgili işler,
illegal işler, gayr-i ahlâkî iş veya fiillerle meşgul olan insanlara benzetmedir.
Sahtekâr, hilebaz, dolandırıcı, hırsız, haydut gibi sayısı sınırsız ifade...
Bunlar, hakaret edilenin bazı hâl ve davranışları benzetilerek yapılır genelde.
A işlemini yapması istenen kişi yanlış anlamaktan dolayı B işlemini yaptıysa
ona hırsız, haydut denmez meselâ.
Kişinin
orijini üzerinden hakaret; filan özelliği olan anne babanın çocuğu, falan ırk
çocuğu, falan toplum kesimi çocuğu, erken doğan ve sair ifadelerdir. Bu tür
hakaretler genellikle öyle ırk mensuplarıyla veya o özellikteki anne babalarla
karşılaşmamış, dar çevrenin dışına çıkamayan insanların kullandığı hakaretlerdir.
Şöyle bir manzarayı düşünebiliyor musunuz, o ırktan biriyle otururken, başka
biri hakkında “Falan ırk çocuğu” denildiğinde her iki tarafın yüz ifadesi nasıl
olur? Kim böyle bir duruma düşmek ister, bilemiyorum. Bu duruma düşen insan,
aslında kendi dünyasından güzel bir hakareti hak eder, ama neyse…
İnsan
harici canlılara benzetme tipi hakaretler: Bunda pek bir sınır olmamakla
beraber niye o canlıya benzetildiği tefekküre ve keşfe muhtaç bir mevzu. “Ot”
diye bir hakaret var meselâ. Otun neyi kötü de bunu kullanırlar, anlayamam.
Genellikle bu hakaret gelişmelerden, olaylardan, genel kültürden haberdar
olmayanlar için kullanılır. Bu durumda da soru şu: Otun neden haberi olduğunu,
nelerden haberdar olmadığını nereden biliyorsun? Bugünlerde bitkilerin bir hafızası
olduğu, iyi ve kötü davranışları ayırabildikleri tespit ediliyor. Üstelik bu
konuda insanlık henüz bu noktaya gelebildi. O hakareti kullananlara atfen
diyebiliriz ki, insanlık bu konuda henüz otluktan kurtulmaya başladı. Aynı şekilde
çakal, tilki, öküz, eşek, ayı, fare, domuz, sürüngen, yılan, deve, koyun, kuzu,
keçi, köpek, katır veya inek gibi gördüğünüz bilumum hayvan isimleri… Tavuk,
ördek, karga gibi birçok kanatlı türünü de eklemek mümkün.
Hakaret
için bu canlıların isimlerini kullananlar, gerçekte bu canlıların özelliklerini
bilmezler. Ya cahilce yazılmış birtakım fabllardan etkilenmişlerdir veya
birilerinden duymuş ve doğruluğunu-yanlışlığını bir an bile düşünmeden
repertuvarlarına eklemişlerdir. O canlının adını birine hakaret için kullanarak
esasen o canlıya hakaret etmiş olmazlar mı?
Meselâ
bir kabalık gördü ve “Öküz” dedi; öküzün kendi dünyasında “kabalık” olarak
adlandırılabilecek hangi davranışını görmüş olabilir? Bir sırada birilerini
itip kakarak kaynak yapmaya çalışan birine “Öküz” deyince ne demiş oluyoruz ki?
Siz hiç öküzlerin katar hâlinde giderken birbirlerini itip kakarak ön sıraya
geçmeye kalktıklarını gördünüz mü? Kağnı yahut saban çekerken yanındaki
arkadaşına kabalık yapan bir öküz gördünüz mü hiç? Şu ömrüme kadar hiç öyle bir
şey duymadım.
İnsan
harici canlıları zikrederek hakaret etmek, güzel bir hakarete müstahak olmak
demek, ama neyse…
Engellilere/sakatlara/özürlülere
benzetme: Kendim kör olduğum için alınganlık yapacağım sanılabilir. Kendi
özelliğimi tarif için “kör” kelimesini kullanırım. “Görme engelli”, “âmâ”,
“nur-u basardan mahrum” gibi ifadeleri pek kullanmam. Yanımdaki biri bir
başkasına “Kör müsün?” diye hakaret maksadıyla bu kelimeyi kullandığında bende
bir kırılma, incinme, üzülme duygusu ortaya çıkmaz. Dolayısıyla burada
zikredeceklerim, kendimden bağımsız ifadeler.
Bu
başlıkta “sağır, topal, düztaban, geri zekâlı, zihin özürlü, cüce, embesil,
mongol, beyin özürlü, sakat, özürlü” gibi birçok kelime var. “Sağır” kelimesi,
söyleneni duyabileceği hâlde duymayanlar için hakaret maksatlı olarak
kullanılıyor. Gerçekte ise “duyma özelliği olmayan” demek. Bu kullanımdaki
tuhaflık şu: Duyma özelliği olan kişiye değil, duyabildiği hâlde kasıtlı veya
kasıtsız duymayana “sağır” deniliyor. Benim derdim burada, “Gelin, duyabildiği
hâlde duymayan veya duyamayan insanlar için hakaret anlamında ne tür bir kelime
kullanalım?” gibi bir soru sormak veya cevap aramak değil elbette. Benim işim,
hakaret türetme işi değil. THK (Türk Hakaret Kurumu) mensubu değilim. Benim
derdim şu: “Sağır” kelimesinin kimin için kullanılması gerektiğini idrak
edemeyenler...
Aynı
husus, “geri zekâlı, zihinsel özürlü, mongol” ifadelerini hakaret olarak
kullananlar için de geçerli. Bir tarafta zekâsı geri olan insanlar var, diğer
tarafta kendi zekâsını ileri zannedip zekâsı normal varsaydığı muhatabına “geri
zekâlı” gibi ifadelerle hakaret eden bir şahıs. Zekâsı geri olan kişinin zeki
olduğuna dair bir iddiası yok. Kendinin zeki olduğunu iddia edip yine zeki olduğunu
varsaydığı muhatabına “geri zekâlı” diye hakaret etmesine ne demeli? Bu insanın
özelliği, “geri zekâlı” diye adlandırılamaz. Çünkü geri zekâlı bir birey,
hiçbir zaman böyle bir şey yapmaz. Belki cehaletinden, kibirli oluşundan, fikrî
derinliğinin olmamasından, kendini geliştirmemiş olmasından dolayı öyledir.
Muhtemelen bu tarz insanlar böyle davranan ve söyleyen insanlara uygun
hakaretler bulabilirler, ama neyse…
Acaba hakaret merkezli bir hayat yerine yapıcı iletişim merkezli bir hayat tercih etsek, nasıl olur? Tabiî ki kızdırıcı olan hâl, söz ve hareketlerle her zaman karşılaşabiliriz. Tabiî ki “kızdırıcı hâl, söz ve hareketler” başkalarının bize öğrettiği şeyler de olabilir. “Sana şöyle yapınca veya söylenince yahut şu durumla karşılaşınca kızmalısın” mesajını günlük hayatta çokça alırız. O mesajın gereğini değil de doğru olan söz veya davranışı yapınca da çevremizden çoğu zaman eleştiri, baskı veya dışlamaya varan tepkiler alırız.
Her 20 senede bir, yok “Sakat mı diyelim?”, yok “Özürlü mü diyelim?”, yok “Engelli mi diyelim?”, yok “Özel gereksinimli mi diyelim?” diye sonuçsuz muhabbetler başlıyor. Bu durum bana, Batı’da zihinsel engelli kadınlara tecavüz edilip hamile kalma sonucunda yapılanı hatırlattı.
Yapıcı
iletişim merkezli düşünmek
“Yapıcı
iletişim merkezli” hâl, söz ve davranıştan kastımız şu: Bir kişi söylenenleri
duymuyor mu, “Anladığım kadarıyla şunu, şunu duymadın. Duyurmak için yüksek
sesle mi söylemeliyim, söze başlamadan dikkatini mi çekmeliyim, bilgi verirsen
sevinirim” demek, sanki her iki tarafı da mutlu eder. Kasıtlı olarak duymayan,
daha doğrusu duymazdan gelenler için yapılacak yapıcı iletişim konuşması biraz
daha farklı olmalı. O konuya başka bir sefer gireriz inşallah. Bu sefer
hakaretin uzun vadede yol açacağı sıkıntılardan ve dolayısıyla vebalden
bahsederek yazımızı tamamlayalım.
Hakaret
için birtakım doğal özellikleri kullananlar bilmeliler ki, toplumsal kültürde,
toplum hayatında çok büyük yaralara yol açıyorlar. Meselâ birine “sağır” diye
hakaret eden kişi bilmeli ki, sağır bir kişi, bunun utanılacak, insan içine
çıkılamayacak, korkunç ve kötü bir şey olduğunu sanıyor. Hele hele, bir de iyi
sıfatlı olup kulağına her geleni beyninden geçirmeksizin doğrudan ağzından
çıkaran kişiler yapınca, adeta o hakareti hayat kanunu gibi görüyor. Zihinsel
özürlü, geri zekâlı, zekâ geriliği olan insanların aileleri de son derece doğal
olan bu özelliklerinden dolayı o yakınlarından utanmaya, onlarla sokağa
çıkmamaya, onları yokmuş gibi gizlemeye başlıyorlar. Ve maalesef bu şekilde bir
toplumsal kültür meydana geliyor. Sonra zihinsel engelliler okulu açıyorsun ve
kimse çocuğunu göndermek istemiyor.
Her
20 senede bir, yok “Sakat mı diyelim?”, yok “Özürlü mü diyelim?”, yok “Engelli
mi diyelim?”, yok “Özel gereksinimli mi diyelim?” diye sonuçsuz muhabbetler
başlıyor. Bu durum bana, Batı’da zihinsel engelli kadınlara tecavüz edilip
hamile kalma sonucunda yapılanı hatırlattı. İspanya’sından ABD’sine Batılılar
ne yaptılar, biliyor musunuz? Tecavüz edenlere hiçbir şey yapmadılar. Fakat
zihinsel engelli kadınları kısırlaştırdılar. Böylelikle onları daha çok tecavüz
edilebilir bir duruma getirdiler ve temiz niyetli bir evlilik yapmalarında en
doğal hakları olan anne olma haklarını ellerinden aldılar.
Velhâsıl,
bir taraftan hakaretler edecek, bir taraftan tecavüzlerle toplumu zehirleyecek,
diğer taraftan da toplumun saygın ve onurlu insanı olacak… Yapıcı iletişim
merkezli bir insan olmasaydım, bu durum için katmerli bir hakaretim vardı, ama
neyse...