
“İNCİTME, küçük düşürme, hor görme ve aşağılama” anlamına
gelen hakaret, kime karşı yapılırsa yapılsın, Ceza Kanunu’nda suç sayılmıştır.
Yine de şöhretli yahut iktidar sahibi olan kimselere karşı yapılan hakaretler
daha çok dikkat çekmekte ve haber olmaya devam etmektedir.
Uzun bir zamandan beri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı
yapılan hakaret dâvâları da haber olmaktadır. Ceza Kanunu’nda böyle bir suçun
tarif edilmesi, zannedildiğinin aksine yakın zamanda değil, oldukça uzak bir
geçmişte gerçekleşmiştir.
Cumhurbaşkanına hakareti/sövmeyi suç kapsamına alan
765 Sayılı Ceza Kanunu’nun 158’inci maddesi, 1961’de Cemal Gürsel imzası ile
yürürlüğe girmiştir. Cumhurbaşkanının yüzüne karşı hakaret eden, söven kişi, üç
seneden az olmamak üzere ağır hapis cezası, gıyabında yapılmış ise bir-üç sene
arasında, Cumhurbaşkanının adı anılmaksızın ima yoluyla yapılan
hakaret/sövmenin de bir-üç yıl arasında, basın yayın organları ile yapılması hâlinde
cezanın üçte bir veya yarı yarıya arttırılarak verilmesi öngörülmüştür.
Ceza Kanunu, 2005’te baştan sona
değiştirildiğinde, Cumhurbaşkanına hakareti/sövmeyi düzenleyen 158’inci madde
de değiştirilmiş, 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu’nda Cumhurbaşkanına
hakaretin cezası 299’uncu madde ile son şeklini almıştır.
Ceza Kanunu’nda “Millete ve Devlete
Karşı Suçlar ve Son Hükümler” başlıklı 4’üncü kısmın “Devletin Egemenlik
Alâmetlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar” başlıklı 3’üncü
bölümünde, söz konusu Cumhurbaşkanına hakaret/sövme kanunu, yine üç madde hâlinde
düzenlenmiştir; Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir
yıldan dört yıla kadar hapis cezasıyla, suçun alenen işlenmesi hâlinde
verilecek cezanın altıda biri oranında arttırılması ve bu suçtan dolayı
kovuşturma yapılması ise Adalet Bakanlığının iznine bağlanmıştır.
Adalet Bakanlığı, Adlî Sicil ve İstatistik Genel
Müdürlüğü’nün 1986-2017 yılları arasında, TCK kapsamında Cumhurbaşkanına
hakaretten dolayı açılan dâvâlardaki mahkûmiyet sayıları Kenan Evren’e karşı
340, Turgut Özal’a karşı 207, Süleyman Demirel’e karşı 158, Ahmet Necdet
Sezer’e karşı 163, Abdullah Gül’e karşı 848, Recep Tayyip Erdoğan’a karşı 12
bin 173 (2014-2017) kişi olmuştur. Burada Gül ve Erdoğan dönemlerinde dâvâ
sayısında büyük artış olmuş ise de asıl büyük artış Erdoğan döneminde
görülmüştür.
***
Cumhurbaşkanına hakaret dâvâlarının önemli bir kısmı
sosyal medya üzerinden yapılan hakaretler nedeniyle açılmaktadır. Abdullah
Gül’den önce Türkiye’de sosyal medya ağı yoktur. Gül döneminde başlayan sosyal
medya ağı, Erdoğan döneminde katlanarak bütün ülkeye, bütün ailelere, hatta
bütün bireylere ulaşmıştır. Sosyal medya ağı, giderek daha çok bir muhalefet
alanı olmuştur. Erdoğan döneminde, Cumhurbaşkanına karşı işlenmiş hakaret dâvâlarında
görülen büyük artışta, tayin edici ilk sebep, sosyal medya ağının
yaygınlaşması; ikincisi ise Erdoğan’a karşı yürütülen muhalefet kampanyasında
görülen seviye düşüklüğüdür. O muhalefetle bir şekilde muhatap olan herkes
teslim eder ki, Erdoğan’a itiraz ederken hiçbir ahlâkî ve insanî sınır
tanımamaktadırlar.
Muhalefet liderleri bazen bilerek, bazen bilmeyerek,
hayli düşük seviyedeki bu muhalefeti teşvik etmektedirler. Çünkü daha 2007’de Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı
seçilmesini engellemek için sokaklarda “Cumhuriyet Yürüyüşleri” düzenlenmiş,
ordu göreve çağrılmıştır.
Dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, önce
Erdoğan’ın, sonra Gül’ün aday gösterilmesine karşı kendince şiddetli bir
muhalefet başlatmıştır. Bu da yeterli görülmemiş olmalıdır ki Genelkurmay
Başkanı Yaşar Büyükanıt imzası ile Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olma
ihtimâline karşı gece yarısı bildirileri yayınlanmıştır. 2007’nin ardından 2011
Genel Seçimlerini AK Parti kazandığı gibi Abdullah Gül de TBMM tarafından
seçilen son Cumhurbaşkanı, Tayyip Erdoğan ise 2014’te halk tarafından seçilen
ilk Cumhurbaşkanı olmuştur.
AK Parti’nin peş peşe elde ettiği bu seçim başarıları,
muhalefet cephesinde tarifsiz bir umutsuzluğa ve hayâl kırıklığına yol
açmıştır. Sosyal medya imkânları ile burada tekrarı mümkün olmayacak aşağılık
sözleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı kullanmak için bir yarış başlamıştır.
Aslında bu yarışa katılanlar ve kendi seviyelerinin işareti olan
hakaretleri/sövgüleri yayanlar, psikoloji ilmi için önemli birer denek
durumunda iseler de maalesef onların psikolojik yapıları hakkında bilimsel bir
araştırmaya sahip değiliz.
Hatırlanması gerekir ki, Cumhurbaşkanına hakareti/sövmeyi
cezalandıran 5237 sayılı Ceza Kanunu’nun 299’uncu maddesi Tayyip Erdoğan’ın
şahsı için çıkarılmamış, Cumhurbaşkanlığı mâkâmı için çıkarılmıştır. Öve öve
bitiremedikleri Ahmet Necdet Sezer’in imzası ile 2005’te yürürlüğe girmiştir.
Sanki bu kanun Tayyip Erdoğan’ın şahsı için ve onun tarafından çıkarılmış gibi
estirilen siyâsî propaganda bile muhalefetin yalanı çare olarak gördüğünün
ibretlik örneklerindendir.
Şimdi muhalefet, 299’uncu maddenin kaldırılması ve Cumhurbaşkanına
hakaretin serbest bırakılması için uğraşmaktadır. Muhalefetin iddiasına göre
mevcut kanunda, “tarafsız, siyâsî parti bağı bulunmayan cumhurbaşkanları için”
hakaret dâvâlarının öngörüldüğünü iddia etmektedir. Ayrıca muhalefete göre 16
Nisan 2017’de yapılmış olan “Anayasa Değişikliği Referandumu ile de rejime
karşı suç işlenmektedir”. Yani muhalefet, referandum ile halkın karar vermesini
“rejim suçu” olarak görmektedir. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait
olduğunun söylendiği Türkiye’de, halkın, Anayasa’nın bazı maddelerini
değiştirmesi suç olarak görülmektedir. Aslında bu hâliyle muhalefetin kendisi,
halkın karar verme, seçme ve seçilme hakkına karşı nasıl bir düşmanlık içinde
olduğunu göstermektedir.
***
Halkın karar verme hakkına karşı olan bir muhalefetin
dünyada örneğini bulmak zordur. Tek parti döneminde (1923-1945) olduğu gibi her
kararın CHP şefleri tarafından alınması özlemi ile bu akıl dışı görüşlerini
tekrarlamaktadırlar. “Milât’tan sonra 2022’de”, Türkiye’ye hâlâ tek parti (CHP)
gömleğini giydirme hevesi içindedirler.
Türkiye’de muhalefet, gerçekten partili cumhurbaşkanını
sorun olarak görebilir mi? Eğer öyle bir sorun varsa, neden Birinci ve İkinci Cumhurbaşkanı
bu sorunun kapsamı dışında tutulsun? CHP’nin ilk Genel Başkanı KP, parti
başkanı olduğu (1923-1938) dönemde aynı zamanda Cumhurbaşkanı idi. İkinci Genel
Başkanı İİ, parti başkanı olduğu dönemde (1938-1950) Cumhurbaşkanı idi. Üstelik
CHP’nin ilk Genel Başkanı KP’nin posterleri ve sözleri bugün adliyede, okulda,
kışlada, ders kitaplarında değil midir? Bugün okullarda “Tayyipçilik” diye bir
ders yoktur. Ama “Atatürkçülük” diye bir ders vardır. Partili ama halkın seçimi
ile gelen Cumhurbaşkanı’ndan şikâyetçi olanlar, hiçbir seçime girmemiş ama
Cumhurbaşkanı olmuş KP’den hiç şikâyetçi değiller. Bu durum, ister istemez
seçimlerde yenemedikleri Erdoğan’ı hakaretle, küfürle yenme isteğini akla
getirmektedir.
Erdoğan partili Cumhurbaşkanı olduğundan, Cumhurbaşkanına
hakareti düzenleyen 299’uncu maddenin kapsam dışına alınmasını isteyen
muhalefet, bir şahıs için kanun olamayacağını savunmaktadır. Aslında söz konusu
kanunda, Cumhurbaşkanının partili/partisiz vasfından söz edilmemiştir. Buna
rağmen muhalefet, iddiasında ne kadar tutarlıdır?
Cumhurbaşkanlığı mâkâmı için çıkarılan kanun, bir
kişiyi koruyor, ona muhalefet edenleri eziyor diye feryad ü figan edenlerin
riyakârlıklarına bakınız ki doğrudan bir kişiyi (KP) korumak için çıkarılmış
olan 5816 sayılı kanundan şikâyetçi değillerdir. Oysa hukuk ilkeleri bakımından
dünyada bir örneği yoktur bu durumun. Çünkü kanun ile “Türk’ün atası” ilân
edilen KP hakkında, lehinde/aleyhinde her türlü yayın, Türkiye’nin dışında
serbestçe yapılmaktadır. Bu kanun ile yalnızca Türkiye’de özgür yayıncılık suç
sayılıp cezalandırılmaktadır.
Türk halkı, kanun ile atası sayılan KP hakkında doğru
ve yeterli bilgiden yoksun bırakılmaktadır.
***
5816 sayılı yasa ile 1951’den beri kaç kişi mağdur
durumuna gelmiştir? Adalet Bakanlığı Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü
her kanundan ceza alanların istatistiğinin yanında bu arada Cumhurbaşkanına
hakaretten ceza alanların istatistiğini de tutarken, 5816’dan ceza alanların
istatistiğini tutma cesaretini 70 yıldan beri gösterememiştir. Adalet
Bakanlığı, bu konuda istatistik tutmayarak ya da tuttuğu istatistiği gizleyerek
kimden neyi saklamaktadır? Bu konuda hukuka aykırı olarak yapılan işlemlerden
Adalet Bakanlığı niye rahatsızlık duymamaktadır?
Oysa 5816 sayılı yasa ile Türkiye bir parti/şahıs
devleti olma görüntüsünü sürdürmektedir. Parti/şahıs devleti vasfı ile hukuk
devletinin var olması mümkün değildir. Bu yasa, bir dünya görüşünü sindirme ve
yaşam tarzını cezalandırmanın gerekçesi olarak kullanılmaktadır. İslâmî kimliği
baskın olanlara, tarih ilminin kuralları ile geçmişi konuşup yazanlara karşı
5816 sayılı yasa, bir öç alma, susturma ve cadı avı malzemesi olarak
kullanmanın sembolü durumundadır.
5816 sayılı yasa ile CHP’nin geçmişi sorgulanamaz,
tartışılamaz, eleştirilemez durumuna getirilmiştir. “Milât’tan sonra
2022’de” bile 5816 sayılı yasa, düşünce ve ifade özgürlüğünün önünde en büyük
engeldir. Türk halkından neyi ne zamana kadar saklayabileceklerini
zannetmektedirler? Bu yasanın arkasına sığınarak Türk halkına ayar vermeye
çalışanlar neyin peşindedirler?
5816 sayılı yasa, düşünce özgürlüğünün önünde engel
olduğu gibi seçme ve seçilme hakkının önünde de bir engeldir. Çünkü hiçbir
siyâsî parti, “Geçmişte CHP’nin yaptıklarına karşıyız, onları değiştireceğiz”
diye tüzüğüne yazamaz, böyle bir tüzükle parti faaliyeti yapamaz. “5816”, bir
istismar aracıdır. CHP’nin geçmişine karşı halkı korkutma ve sindirme aracıdır.
Başka partilerden seçilen belediye başkanları, belediye
meclis üyeleri, Cumhurbaşkanları bile göreve başlarken “Atatürk İlkeleri” yani
CHP’nin altı okuna yemin etmek zorunda bırakılmaktadırlar. Dünyada akıl dışı
böyle bir örnek yoktur. AK Parti’den, MHP’den seçilmiş birinin kanun ile altı
oka sadık kalacağına yemin etmeye zorlanması, Türkiye’de düşünce ve vicdan
özgürlüğü bakımından da 5816 sayılı yasanın nasıl bir engel olduğunu
göstermektedir.
Muhalefet, CHP’nin dışında başka partilerin de
olacağını/olduğunu, Atatürk İlkelerine/altı oka ise CHP’li olmayanların bağlı
kalmak zorunda olmadıklarını artık anlamalıdır. Altı oka bağlılık, ancak
CHP’lileri ilgilendiren bir konudur. Yüz yıldır bu basit gerçeği anlamayanlar
için ne kadar bir süre daha gereklidir? Cumhurbaşkanına
hakaretin/küfrün/sövmenin serbestliğini savunanların 5816’ya sığınmaları,
benzeri bulunmaz bir riyakârlık örneğidir.