Hakaret

Muhalefet, CHP’nin dışında başka partilerin de olacağını/olduğunu, Atatürk İlkelerine/altı oka ise CHP’li olmayanların bağlı kalmak zorunda olmadıklarını artık anlamalıdır. Altı oka bağlılık, ancak CHP’lileri ilgilendiren bir konudur. Yüz yıldır bu basit gerçeği anlamayanlar için ne kadar bir süre daha gereklidir? Cumhurbaşkanına hakaretin/küfrün/sövmenin serbestliğini savunanların 5816’ya sığınmaları, benzeri bulunmaz bir riyakârlık örneğidir.

“İNCİTME, küçük düşürme, hor görme ve aşağılama” anlamına gelen hakaret, kime karşı yapılırsa yapılsın, Ceza Kanunu’nda suç sayılmıştır. Yine de şöhretli yahut iktidar sahibi olan kimselere karşı yapılan hakaretler daha çok dikkat çekmekte ve haber olmaya devam etmektedir.

Uzun bir zamandan beri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı yapılan hakaret dâvâları da haber olmaktadır. Ceza Kanunu’nda böyle bir suçun tarif edilmesi, zannedildiğinin aksine yakın zamanda değil, oldukça uzak bir geçmişte gerçekleşmiştir.

Cumhurbaşkanına hakareti/sövmeyi suç kapsamına alan 765 Sayılı Ceza Kanunu’nun 158’inci maddesi, 1961’de Cemal Gürsel imzası ile yürürlüğe girmiştir. Cumhurbaşkanının yüzüne karşı hakaret eden, söven kişi, üç seneden az olmamak üzere ağır hapis cezası, gıyabında yapılmış ise bir-üç sene arasında, Cumhurbaşkanının adı anılmaksızın ima yoluyla yapılan hakaret/sövmenin de bir-üç yıl arasında, basın yayın organları ile yapılması hâlinde cezanın üçte bir veya yarı yarıya arttırılarak verilmesi öngörülmüştür.

Ceza Kanunu, 2005’te baştan sona değiştirildiğinde, Cumhurbaşkanına hakareti/sövmeyi düzenleyen 158’inci madde de değiştirilmiş, 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu’nda Cumhurbaşkanına hakaretin cezası 299’uncu madde ile son şeklini almıştır.

Ceza Kanunu’nda “Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler” başlıklı 4’üncü kısmın “Devletin Egemenlik Alâmetlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar” başlıklı 3’üncü bölümünde, söz konusu Cumhurbaşkanına hakaret/sövme kanunu, yine üç madde hâlinde düzenlenmiştir; Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasıyla, suçun alenen işlenmesi hâlinde verilecek cezanın altıda biri oranında arttırılması ve bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması ise Adalet Bakanlığının iznine bağlanmıştır.

Adalet Bakanlığı, Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün 1986-2017 yılları arasında, TCK kapsamında Cumhurbaşkanına hakaretten dolayı açılan dâvâlardaki mahkûmiyet sayıları Kenan Evren’e karşı 340, Turgut Özal’a karşı 207, Süleyman Demirel’e karşı 158, Ahmet Necdet Sezer’e karşı 163, Abdullah Gül’e karşı 848, Recep Tayyip Erdoğan’a karşı 12 bin 173 (2014-2017) kişi olmuştur. Burada Gül ve Erdoğan dönemlerinde dâvâ sayısında büyük artış olmuş ise de asıl büyük artış Erdoğan döneminde görülmüştür.

***

Cumhurbaşkanına hakaret dâvâlarının önemli bir kısmı sosyal medya üzerinden yapılan hakaretler nedeniyle açılmaktadır. Abdullah Gül’den önce Türkiye’de sosyal medya ağı yoktur. Gül döneminde başlayan sosyal medya ağı, Erdoğan döneminde katlanarak bütün ülkeye, bütün ailelere, hatta bütün bireylere ulaşmıştır. Sosyal medya ağı, giderek daha çok bir muhalefet alanı olmuştur. Erdoğan döneminde, Cumhurbaşkanına karşı işlenmiş hakaret dâvâlarında görülen büyük artışta, tayin edici ilk sebep, sosyal medya ağının yaygınlaşması; ikincisi ise Erdoğan’a karşı yürütülen muhalefet kampanyasında görülen seviye düşüklüğüdür. O muhalefetle bir şekilde muhatap olan herkes teslim eder ki, Erdoğan’a itiraz ederken hiçbir ahlâkî ve insanî sınır tanımamaktadırlar.

Muhalefet liderleri bazen bilerek, bazen bilmeyerek, hayli düşük seviyedeki bu muhalefeti teşvik etmektedirler. Çünkü daha 2007’de Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için sokaklarda “Cumhuriyet Yürüyüşleri” düzenlenmiş, ordu göreve çağrılmıştır.

Dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, önce Erdoğan’ın, sonra Gül’ün aday gösterilmesine karşı kendince şiddetli bir muhalefet başlatmıştır. Bu da yeterli görülmemiş olmalıdır ki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt imzası ile Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olma ihtimâline karşı gece yarısı bildirileri yayınlanmıştır. 2007’nin ardından 2011 Genel Seçimlerini AK Parti kazandığı gibi Abdullah Gül de TBMM tarafından seçilen son Cumhurbaşkanı, Tayyip Erdoğan ise 2014’te halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı olmuştur.

AK Parti’nin peş peşe elde ettiği bu seçim başarıları, muhalefet cephesinde tarifsiz bir umutsuzluğa ve hayâl kırıklığına yol açmıştır. Sosyal medya imkânları ile burada tekrarı mümkün olmayacak aşağılık sözleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı kullanmak için bir yarış başlamıştır. Aslında bu yarışa katılanlar ve kendi seviyelerinin işareti olan hakaretleri/sövgüleri yayanlar, psikoloji ilmi için önemli birer denek durumunda iseler de maalesef onların psikolojik yapıları hakkında bilimsel bir araştırmaya sahip değiliz.

Hatırlanması gerekir ki, Cumhurbaşkanına hakareti/sövmeyi cezalandıran 5237 sayılı Ceza Kanunu’nun 299’uncu maddesi Tayyip Erdoğan’ın şahsı için çıkarılmamış, Cumhurbaşkanlığı mâkâmı için çıkarılmıştır. Öve öve bitiremedikleri Ahmet Necdet Sezer’in imzası ile 2005’te yürürlüğe girmiştir. Sanki bu kanun Tayyip Erdoğan’ın şahsı için ve onun tarafından çıkarılmış gibi estirilen siyâsî propaganda bile muhalefetin yalanı çare olarak gördüğünün ibretlik örneklerindendir.

Şimdi muhalefet, 299’uncu maddenin kaldırılması ve Cumhurbaşkanına hakaretin serbest bırakılması için uğraşmaktadır. Muhalefetin iddiasına göre mevcut kanunda, “tarafsız, siyâsî parti bağı bulunmayan cumhurbaşkanları için” hakaret dâvâlarının öngörüldüğünü iddia etmektedir. Ayrıca muhalefete göre 16 Nisan 2017’de yapılmış olan “Anayasa Değişikliği Referandumu ile de rejime karşı suç işlenmektedir”. Yani muhalefet, referandum ile halkın karar vermesini “rejim suçu” olarak görmektedir. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunun söylendiği Türkiye’de, halkın, Anayasa’nın bazı maddelerini değiştirmesi suç olarak görülmektedir. Aslında bu hâliyle muhalefetin kendisi, halkın karar verme, seçme ve seçilme hakkına karşı nasıl bir düşmanlık içinde olduğunu göstermektedir.

***

Halkın karar verme hakkına karşı olan bir muhalefetin dünyada örneğini bulmak zordur. Tek parti döneminde (1923-1945) olduğu gibi her kararın CHP şefleri tarafından alınması özlemi ile bu akıl dışı görüşlerini tekrarlamaktadırlar. “Milât’tan sonra 2022’de”, Türkiye’ye hâlâ tek parti (CHP) gömleğini giydirme hevesi içindedirler.

Türkiye’de muhalefet, gerçekten partili cumhurbaşkanını sorun olarak görebilir mi? Eğer öyle bir sorun varsa, neden Birinci ve İkinci Cumhurbaşkanı bu sorunun kapsamı dışında tutulsun? CHP’nin ilk Genel Başkanı KP, parti başkanı olduğu (1923-1938) dönemde aynı zamanda Cumhurbaşkanı idi. İkinci Genel Başkanı İİ, parti başkanı olduğu dönemde (1938-1950) Cumhurbaşkanı idi. Üstelik CHP’nin ilk Genel Başkanı KP’nin posterleri ve sözleri bugün adliyede, okulda, kışlada, ders kitaplarında değil midir? Bugün okullarda “Tayyipçilik” diye bir ders yoktur. Ama “Atatürkçülük” diye bir ders vardır. Partili ama halkın seçimi ile gelen Cumhurbaşkanı’ndan şikâyetçi olanlar, hiçbir seçime girmemiş ama Cumhurbaşkanı olmuş KP’den hiç şikâyetçi değiller. Bu durum, ister istemez seçimlerde yenemedikleri Erdoğan’ı hakaretle, küfürle yenme isteğini akla getirmektedir.

Erdoğan partili Cumhurbaşkanı olduğundan, Cumhurbaşkanına hakareti düzenleyen 299’uncu maddenin kapsam dışına alınmasını isteyen muhalefet, bir şahıs için kanun olamayacağını savunmaktadır. Aslında söz konusu kanunda, Cumhurbaşkanının partili/partisiz vasfından söz edilmemiştir. Buna rağmen muhalefet, iddiasında ne kadar tutarlıdır?

Cumhurbaşkanlığı mâkâmı için çıkarılan kanun, bir kişiyi koruyor, ona muhalefet edenleri eziyor diye feryad ü figan edenlerin riyakârlıklarına bakınız ki doğrudan bir kişiyi (KP) korumak için çıkarılmış olan 5816 sayılı kanundan şikâyetçi değillerdir. Oysa hukuk ilkeleri bakımından dünyada bir örneği yoktur bu durumun. Çünkü kanun ile “Türk’ün atası” ilân edilen KP hakkında, lehinde/aleyhinde her türlü yayın, Türkiye’nin dışında serbestçe yapılmaktadır. Bu kanun ile yalnızca Türkiye’de özgür yayıncılık suç sayılıp cezalandırılmaktadır.

Türk halkı, kanun ile atası sayılan KP hakkında doğru ve yeterli bilgiden yoksun bırakılmaktadır.

***

5816 sayılı yasa ile 1951’den beri kaç kişi mağdur durumuna gelmiştir? Adalet Bakanlığı Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü her kanundan ceza alanların istatistiğinin yanında bu arada Cumhurbaşkanına hakaretten ceza alanların istatistiğini de tutarken, 5816’dan ceza alanların istatistiğini tutma cesaretini 70 yıldan beri gösterememiştir. Adalet Bakanlığı, bu konuda istatistik tutmayarak ya da tuttuğu istatistiği gizleyerek kimden neyi saklamaktadır? Bu konuda hukuka aykırı olarak yapılan işlemlerden Adalet Bakanlığı niye rahatsızlık duymamaktadır?

Oysa 5816 sayılı yasa ile Türkiye bir parti/şahıs devleti olma görüntüsünü sürdürmektedir. Parti/şahıs devleti vasfı ile hukuk devletinin var olması mümkün değildir. Bu yasa, bir dünya görüşünü sindirme ve yaşam tarzını cezalandırmanın gerekçesi olarak kullanılmaktadır. İslâmî kimliği baskın olanlara, tarih ilminin kuralları ile geçmişi konuşup yazanlara karşı 5816 sayılı yasa, bir öç alma, susturma ve cadı avı malzemesi olarak kullanmanın sembolü durumundadır.  

5816 sayılı yasa ile CHP’nin geçmişi sorgulanamaz, tartışılamaz, eleştirilemez durumuna getirilmiştir. “Milât’tan sonra 2022’de” bile 5816 sayılı yasa, düşünce ve ifade özgürlüğünün önünde en büyük engeldir. Türk halkından neyi ne zamana kadar saklayabileceklerini zannetmektedirler? Bu yasanın arkasına sığınarak Türk halkına ayar vermeye çalışanlar neyin peşindedirler?

5816 sayılı yasa, düşünce özgürlüğünün önünde engel olduğu gibi seçme ve seçilme hakkının önünde de bir engeldir. Çünkü hiçbir siyâsî parti, “Geçmişte CHP’nin yaptıklarına karşıyız, onları değiştireceğiz” diye tüzüğüne yazamaz, böyle bir tüzükle parti faaliyeti yapamaz. “5816”, bir istismar aracıdır. CHP’nin geçmişine karşı halkı korkutma ve sindirme aracıdır.

Başka partilerden seçilen belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, Cumhurbaşkanları bile göreve başlarken “Atatürk İlkeleri” yani CHP’nin altı okuna yemin etmek zorunda bırakılmaktadırlar. Dünyada akıl dışı böyle bir örnek yoktur. AK Parti’den, MHP’den seçilmiş birinin kanun ile altı oka sadık kalacağına yemin etmeye zorlanması, Türkiye’de düşünce ve vicdan özgürlüğü bakımından da 5816 sayılı yasanın nasıl bir engel olduğunu göstermektedir.

Muhalefet, CHP’nin dışında başka partilerin de olacağını/olduğunu, Atatürk İlkelerine/altı oka ise CHP’li olmayanların bağlı kalmak zorunda olmadıklarını artık anlamalıdır. Altı oka bağlılık, ancak CHP’lileri ilgilendiren bir konudur. Yüz yıldır bu basit gerçeği anlamayanlar için ne kadar bir süre daha gereklidir? Cumhurbaşkanına hakaretin/küfrün/sövmenin serbestliğini savunanların 5816’ya sığınmaları, benzeri bulunmaz bir riyakârlık örneğidir.