ŞEYTAN, Âdemoğluna farklı şekillerde,
farklı biçimlerde ve farklı yöntemlerle yaklaşır. Şeytanın Âdemoğlu için sarf
ettiği “Önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım”
ifadesi, tefsirlerde “şeytanın Âdemoğlunu her yönden kuşatma iddiası” veya
“savaşta düşmanın dört bir yandan saldırması gibi” tefsir edilmiş.
Bu
âyet İbni Abbas’tan ise şöyle rivâyet edilir:
“‘Önlerinden’ demesi
ahiret yönüyle, ‘Arkalarından’ demesi dünya yönüyle, ‘Sağlarından ve
sollarından’ demesi de insanların haseneleri ve seyyieleri yönüyledir…”
Ne
demektir bu?
Şeytan
“Önlerinden sokulacağım” diyerek, Allah-u âlem, aslında bize, “Âdemoğluna
gelecek ile ilgili konularda vesvese vereceğim. Onu açlıkla, rızkla
korkutacağım; istikbâlle, işle, güçle tehdit edeceğim. Onu hiç ölmeyecekmiş
gibi yarınlarla aldatacağım; mal, evlât, kariyer hırsı ile meşgul edeceğim.
Sonunda ona ölümü, ahireti, hesabı unutturacağım, bu şekilde gereksiz işlerle
onları meşgul edeceğim” demektedir.
“Arkalarından
sokulacağım” diyerek, Allah-u âlem, aslında bize, “Âdemoğluna geçmiş ile ilgili
konularda vesvese vereceğim, ona hayırlı amellerini unutturacağım, şer
amellerini göstereceğim, günahlarını büyüterek veya önemsizleştirerek tövbe
kapısından uzaklaştıracağım. Ona tarihini, Peygamberini, Sünneti, hayırlı
geçmişini unutturacağım. Arkasından asılıp Âdemoğlunu dünyaya bağlayacağım” demektedir.
“Sağlarından
ve sollarından sokulacağım” diyerek, Allah-u âlem, aslında bize, “Âdemoğlunun
her amelinde ona vesvese vereceğim; namazında, zekâtında, orucunda, haccında
onu engellemek için çalışacağım. İş yaparken, dinlenirken, konuşurken,
dinlerken, yemek yerken, bakarken yani her ânında, her fırsatta her amelini şerre
çevirmek için uğraşacağım” demektedir.
Âdem
ile şeytanın, hak ile bâtılın mücadelesi başlıyor
Hazreti
Âdem ve sonra Hazreti Havvâ yaratıldı. Araf Sûresi’nde Rabbimiz, şeytanın Hazreti
Âdem ve Hazreti Havvâ’yı nasıl kandırdığını bize şöyle anlatıyor:
“Ey
Âdem! Sen ve eşin Cennet’te kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca
yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz. Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş
olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki,
‘Rabbiniz size bu ağacı ancak melek olmayasınız ya da (Cennet’te) ebedî
kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı. Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim’
diye de onlara yemin etti. Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi.
Ağaçtan
tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhâl üzerlerini Cennet
yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rableri onlara, ‘Ben size bu ağacı
yasaklamadım mı? ‘Şeytan size apaçık bir düşmandır’ demedim mi?’ diye seslendi.
Dediler ki, ‘Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize
acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz’.
Allah
dedi ki, ‘Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana
kadar yerleşme ve yararlanma vardır.
Allah
dedi ki, ‘Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere)
çıkarılacaksınız’.” (Araf, 19-25)
Şeytan,
Hazreti Âdem’i ve Hazreti Havvâ’yı kandırdı. Onların Cennet’ten çıkarılmalarına,
yeryüzüne indirilmelerine sebep oldu. Böylece Âdem ve nesli ile şeytan ve nesli
arasındaki mücadele başlamış oldu.
Allah’ın
ezelde söylemiş olduğu, “Yeryüzünde bir halîfe yaratacağım” sözü gerçekleşmiş
oldu.
Allah
bilinmek ve bulunmak için yaratmıştı âlemleri; insanı yarattı, Rûhundan üfledi,
akıl verdi. Ona eşyaların ismini öğretti. Yeryüzünü ona tahsis etti ve onun
için türlü türlü nimetle donattı. Yeri döşek, göğü tavan yaptı. Dinlenebilsin
diye gündüzün ardına geceyi bürüdü. Hayvanları emrine verdi. Topraktan yararlansın
diye türlü türlü bitki çıkardı. Yağmurlarla bereketlendirdi. Yarattığı kulundan
ise sadece hakkıyla bilinmek ve “bir”lenmek diledi...
Şeytanî
ve Âdemî tavır
Şeytan
ile Âdem arasındaki en önemli farklardan biri, zikrettiğimiz bu âyetlerde
çıkıyor önümüze.
Şeytan,
Allah’ın emrine karşı geldi. Kibirlendi ve büyüklük tasladı. Rabbimiz onu
huzurundan kovup hâddini bildirince, o işlediği büyük suçu kabullenmek yerine kabahati,
“Beni azdırmana karşılık...” diyerek
hâdsizce yine Rabbimize atmaya kalkıştı. Şeytanın kibri günahını katladı.
Âdem
ve eşi Havvâ da şeytan tarafından kandırılarak Allah’ın emrine karşı gelmişti.
Ancak Âdem ve Havvâ, şeytandan farklı olarak Âdemî bir tavırla hatâlarını kabul
ettiler, pişman oldular ve tövbe ettiler. Dediler ki, “Rabbimiz! Biz
kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan
edenlerden oluruz”.
Rivâyetlere
göre Âdem’in tövbesi, pişmanlığı ve yalvarması yıllarca devam etti. Âdem ve Havvâ
yine rivâyetlere göre uzun yıllar ayrı kaldılar. Samîmi olarak yaptıkları tövbe
sonunda Allah’ın tövbe ve pişmanlık imtihanını kazandılar.
“Bunun
üzerine Âdem, Rabbinden bazı kelimeler aldı (bunlarla tövbe etti); Rabbi de
onun tövbesini kabul buyurdu. Şüphesiz O, tövbeleri kabul buyuran ve rahmeti
sınırsız olandır…” (Bakara, 37)
Rabbimiz
bu imtihan ile birlikte Âdem ve nesline imtihan dünyasında, (1) düşmanları olan
şeytanı ve şeytanın vesveselerini/yöntemlerini göstermiş oldu; (2) Âdemoğluna,
Âdem’i eğiterek ve örnekleyerek, hatâ yaptığında nasıl tövbe edeceğini
göstermiş oldu; (3) Kendisinin kullarının tövbelerini kabul eden ve merhamet
eden olduğunu anlatmış oldu.
İnsanlık
tarihine baktığımızda, o tüm geçmişte yaşamış kavimler, devletler,
imparatorluklar ve medeniyetler, bize aslında bir tek mücadeleyi anlatır: Hak
ile bâtılın mücadelesi…
Hak,
hakikati özünde Hakk’a teslimiyeti simgeler. Bâtıl ise, küfrü özünde kibri ve
isyanı... Bu savaş, Hakk’a iman etmiş ve O’na teslim olmuş nefislere karşı
küfre düşmüş, kibre bulanmış ve şirke teslim olmuş nefislerin savaşıdır.
Bu
savaş, ezelden ebede devam edecektir. Bu savaşta, iman edip salih amel
işleyenler kurtulacak, şeytana uyup isyan ederek küfre düşenler kaybedeceklerdir.
“Eğer
şeytandan bir fitleme seni dürtüklerse, hemen Allah’a sığın! Allah her şeyi
işitir, her şeyi bilir. Takvâ sahipleri, içlerine şeytandan gelen bir saptırıcı
fikir doğduğunda, O’nu düşünüp hemen gerçeği görürler.” (Araf, 200-201)
“Ve de ki, ‘Rabbim! Şeytanların gizli kışkırtmalarından Sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım Rabbim!’.” (Mü’minun, 97-98)