
GÜÇLÜ olanın haklı olduğunu söylemesine delâlet saik, onların
dünyasında “Güçlüyüm, öyleyse haklıyım” anlayışıdır. Cici demokrasi havarisi zalim
ve kan dökücü güce tapan tiranların, firavunların, paganların işgal edip yutmak
istedikleri veya gözlerine kestirdikleri devlet ve bölgelerin ahvalini yakın
tarihin zaman tünelinde bir yolculuk yaparak görmek mümkün.
Beşeriyet düşmanı katillerin bundan yıllar önce nasıl
Şimal-i Afrika ve Sahra Altı Orta Afrika’da, Çad’da, Mali’de, Cezayir’de, Ruanda’da,
Türkistan’da, Kırım’da, Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de Libya’da ve Azerbaycan’da
ettiklerini gören insanlık ailesi, en son Rusya’nın Ukrayna’daki işgaline
hayret etmemesi gerekir.
Güce tapan emperyalist iki kutuplu dünyada, yıllarca
iki kutuplu mihverin hengâmesinde kimin kiminle beraber olduğunu, hangi ülkede
kimi hainlerin bilindik yardımları ile mazlumların gözyaşı ve ahını,
emperyalizmi din hâline getirenlerin serencamını naçizane kaydedelim, not
düşelim istedik.
Yirminci yüzyıla gelindiğinde, dünyanın en büyük
devletlerinden biri olan Osmanlı Cihan Devleti, mukadderatın, İlâhî sırrın tecellisi
ile tarih sahnesinden o günkü şartların neticesinde çekilmek zorunda kalmıştır.
Emperyalist Batı, tarihinin en yıkıcı savaşları olan iki dünya savaşı
neticesinde sistemi bir evrilme dönemine sokmuş, diğer yandan da Amerika
Birleşik Devletleri’nin (ABD) milletlerarası sistemin başaktörü konumuna
gelmesine yol açmıştır. Bu yeni durum, iki kutuplu milletlerarası sistemdir. Yani
ABD ve karşısındaki Sovyetler, birbirlerine karşı üstünlük sağlamak için,
doğrudan, karşılıklı silahlı sıcak bir çatışmaya girmeksizin -doksanlı yılların
sonuna kadar- başka devletleri veya grupları kullanarak yerel çatışma, bölgesel
savaş, iç karışıklık, rejim ihracı, ideolojik propaganda ve kışkırtmalarla kendi
görüş ve çıkarlarını yayarak devamlı silahlanma ile gerginlikler yürütmüşlerdir.
Böylece zoraki denge ve korku politikaları, Soğuk Savaş ortamını ve dönemini
oluşturmuştur. Bunun özünde, iki süper gücün kendi sosyo-politik düzen ve
modelini dünyaya dayatma gayreti ve mücadelesi vardır.
“Soğuk Savaş’ın soğukluğu” tartışmasının yanı sıra en
az sıcak savaşlar kadar ciddî sonuçlar doğurduğu da bir gerçek olarak ortaya
çıkmıştır. “Sovyet” sistemi, tam devletçi ekonomik düzen (kolektivizm) ve tek
siyasal görüş ile otoriter komünizm düzenini uygulayıp savunmuştur. SSCB, Doğu
Avrupa’da işgal yoluyla, Asya ve Afrika’da ise ihtilâller ve iç savaş yoluyla
geçici kısmî başarılar sağlamış ve böylece komünist devletlerin doğuşuna yol
açmıştır. ABD ise, kapitalizm ve serbest ekonomik düzen ile kendi ekonomik
düzenini, demokrasi ve çoğulculuk ile kendi siyâsî sistemini savunarak dünyaya
yaymaya çalışmış, bu nedenle de komünist sistemlere karşı gelerek mücadele
etmiştir. Bunun için Kore ve Vietnam’da sıcak savaşlara girmişse de sonu hüsran
olmuştur. Afganistan, Irak ve Suriye işgalleri ise tek kutuplu ABD’nin
marifetlerinden (!) olup ayrıca bahse değer birer konudur.
Bize göre yine kurt ile kuzu hikâyesinde olduğu gibi,
Dünya Savaşı sonunda oluşturulan BM’de de karar mekanizması, o savaşın galibi
sayılan 5 ülkenin kabul veya reddine göre şekillenir. Bu 5 ülke ABD, İngiltere,
Fransa, Rusya ve Çin’dir. Bu beşli zorba devletten İngiltere, Fransa ve Rusya’nın
cemaziyelevvelini bilenler unutmazlar da inşallah.
Hatırlatalım ki, Osmanlı Cihan Devleti’nin topraklarını
payümâl edip bu topraklarda yaşayan ahalinin rızası hilafına kurdukları düzen
ve Şerif Hüseyin’in ortaklığı ile çizilen cetvel devletlerin serencamı,
Sykes-Picot Anlaşması’nın bir özetidir. Konunun gönlümüzdeki hicranı ve
olanların hâl-i pürmelâli malûmdur. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Osmanlı
Devleti’nin tasfiyesi konusunda anlaşamayan İtilaf Devletleri, savaş esnasında
da bir iş birliği sağlayamadılar. Birinin elde ettiği başarı diğerleri için
hoşnutsuzluğa yol açıyor, her devlet, diğerlerinin istilâsına karşı kendi nüfuz
bölgesini titizlikle koruyordu. İngiltere ve Fransa’nın Çanakkale’den yeni bir
cephe açmaya karar vermesi, Boğazlar üzerinde tarihî emelleri olan Rusya’yı
telaşlandırdı. Akabinde Müttefiklerinin İstanbul’a yerleşmesinden endişe eden
Rusya, Boğazların kendisine verilmesini istedi (4 Mart 1915).
Aralarında bir anlaşmaya varmadan bu kadar önemli bir bölgenin
Rusya’ya bırakılmasını doğru bulmayan İngiltere ile Fransa, Rusya’nın İttifak
Devletleri ile anlaşması tehlikesini göze alamadı. İngiltere, Osmanlı
toprakları üzerindeki taleplerinin yerine getirilmesi şartıyla Rusya’nın
isteklerini kabul edebileceğini bildirdi (12 Mart).
Yaşadığımız tarih diliminde Sykes-Picot’un mucidi (!)
emperyalistlerden İngiltere ve Fransa, eski güçlerine kıyasla geride duruyor
gibi yapsalar bile özellikle Fransa’nın Şimal-i Afrika ve Sahra Altı Afrika’daki
kirli ve sömürgeci politikaları devam ediyor. Diğer müttefikleri Rusya ile
aramızda kimi zaman farklı tasavvur ve hedeflerimiz olmakla beraber kimi enerji
ve silah sanayiinde ortaklık veya koordinasyon yaptığımız konular mevcuttur.
Ancak ne biz dünü unutacağız, ne de Ruslar Deli Petro’nun hayâlinden
vazgeçiyorlar.
Ukrayna’nın işgali, sıranın SSCB’den ayrılan Türk cumhuriyetlerinde
olduğunun işaretidir. Bu kanaat, isabetli ve gönüllerde akis bulan bir
görüştür. Meselenin künhüne bakılırsa, aslında Rusya’nın Ukrayna’yı işgal
etmeye çalışması, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalistlerce kurulan düzenin
yıkılmasından olsa gerektir. Ortak bir kanaate göre, dünyanın merkez güçleri
yeniden şekilleniyor. Batı, yüzyıllar sonra ilk kez kendi coğrafyası
dışından çok büyük tehditlerle yüzleşiyor. Batı’nın bir daha tek başına
küresel düzen inşâ etme imkânı kalmadı. Bu durum büyük kırılma ve değişimlere yol
açacak, çok ciddî bölgesel çatışmalarla kırılgan alanlar oluşacaktır.
ABD ve İngiltere, savaş öncesi Rusya’yı bu işgal
girişimine âdeta provoke etti. Bu konuda çok sayıda gerekçe ve ihtimâl
sayılabilir. Ama iki ülkenin de Rusya ile bir hesaplaşma içine girdiği, bunu Ukrayna
üzerinden denediği aşikâr. Daha önce Kazakistan’da denedikleri iç savaş
girişiminin de aynı niyetle çıkarıldığı ortada.
Savaş Ukrayna’da olsa da çatışma Rusya ile Avrupa-ABD
arasındadır. Dolayısıyla Batı’nın Rusya’ya ağır yaptırımlarını, baskılarını, onu
dünyadan tecrit etmesini, ekonomik olarak felç etmesini, Ukrayna içinde örtülü
operasyonlara başlamasını, açıktan silah sağlamasını, hava sahasını Rusya’ya
kapatmasını Doğu-Batı, Avrupa-Rusya savaşının ilk aşaması olarak göreceğiz.
Yaşananlar bir nevi “vekâlet savaşlarının” Orta Doğu’dan
Avrupa’ya taşınacağı görüşünü haklı çıkarmaktadır.
Türkiye, NATO ülkesi olsa bile Batı için bir gelecek
tehdidi olarak tanımlanıyor. Bu algıyı zaten biliyoruz. Suriye’de bunu açıkça
gördük. Ege ve Akdeniz’de gördük. Karabağ’da gördük. PKK, FETÖ meselesinde
gördük. Bu tehditlerin tamamının ABD ve Avrupa kaynaklı olduğunu gördük. Batı,
Rusya’yı dize getirirse ikinci adım olarak doğrudan Türkiye’ye yönelecek. Bunu
görebilmek için yüzlerce senaryo yazmaya gerek yoktur.
Batı bu plânla Türkiye’yi küçültme yoluna gidecek.
Yeniden vesayet altına alacak. İçeride siyaseti dizayn etmekle kalmayacak, Türkiye’ye
yeniden biçim vermeye çalışacak (formatlayacak). Bizim için büyük tehdit burada
beklemektedir.
Netice olarak, unutulmaması gereken husus, ABD ve
Avrupa tarafından tezgâhlanmaya çalışılan Türkiye-Rusya savaşının iki ülkeyi de
küresel denklemden çıkaracağıdır. İki ülkeyi de parçalayacaktır böyle bir savaş.
Böylece Batı, iki tehditten aynı anda kurtulmuş olacaktır. Sadece bunu
bilerek, olayların arka yüzünü iyi okuyalım. Tecrübe ve binlerce yıllık mazimizle
Haçlıların bize biçtikleri rolün ne olduğunu bilelim ve inşallah hata
yapmayalım.
Türkiye’nin bu güç çatışmalarını kendi ihtiyaçlarına
göre kullanması gerekiyor. Güneyde, batıda, kuzeyde ne gerekiyorsa
yapılmalı. Türkiye kadim devlet aklı ve cihanşümul tasavvuru ile burada da
büyük bir basiret örneği gösterecektir. Büyük devlet olmanın şecaati ve duruşu sergilenecektir
inşallah.
Vesselâm…