Hâfıza-i beşer

Özellikle pandemi sürecine bağlı olarak yaşanan ekonomik sıkıntıları, Türkiye’ye özel ve yönetimsel hatâlar gibi gösteriyor muhalefet. Artık, daha önce yüklendikleri dış politika gibi gündemler rafa kalktı onlar için. Zira dış politik hamlelerimizin devletin lehine sonuçlar vermeye başladığını “üzülerek” görüyorlar.

“BALIK hâfızalı”… İyi ya da kötü, vatandaşın siyâsî sonuç olarak yaşadıklarını bir süre sonra unutmasını tarif etmek için kullanırız genelde bu ifadeyi. Hâlbuki ne güzel söylemiş atalarımız: “Hâfıza-i beşer, nisyan ile malûldür.”

Yani unutkanlık, insanlık hâlidir.

Evet, siyâset o kadar kumsala yazılan yazıya benzer ki bugün ortalığı karıştıran kararlar birkaç ay sonra unutulabilir. Ya da olumlu gelişmeleri hiç yaşamamış gibi davranabilir vatandaş.

Yani güncelle ilgili tepkiler geçmişin önüne geçer sık sık. İşte bu tepkilere yön vermek de siyâsetçinin işidir. Bazen geçmişi unutturmak gelir işine, bazen de pişirip pişirip servis yapmak.

18 yıllık AK Parti iktidarının ilk yıllarını tartışmaya kalkınca muhalefetle, o günlerin ne kadar iyi gittiğini anlatmaya başlarlar. O zamanlar daha demokrat olunduğundan ekonominin ne kadar iyi yönetildiğine kadar bir sürü güzelleme yapar muhalif kanadın bile bir kısmı.

Sonra “Ama” diye başlar lâfa ve bugün her şeyin ne kadar bozulduğunu anlatmaya başlar kendi bakış açısıyla. Hiçbiri de o methettiği günlerde bile AK Parti’ye oy vermemiş insanların, yıllar sonra AK Parti’nin geçmişini övmesi ne kadar da mânidardır. Ve aklımıza o meşhur sözü getirir birden: “İktidar ağzıyla kuş tutsa da alkışlayacak hâlimiz yok!”

Dediğim gibi, balık hâfızalı olanlar siyâsetçiler değil, vatandaştır aslında. Gecenin bir yarısı kuyruğa girip muayene sırası almaya çalıştığı hastanede “masrafını ödeyemediği için” hastasını rehin bıraktığını, ekonomik krize dayanamayan esnafın yazar kasasını başbakanın önüne fırlattığını, başbakan ve cumhurbaşkanı arasındaki tartışmanın devalüasyona sebep olduğunu, ders kitaplarına kucak dolusu ödeme yaptığı hâlde bazılarını dönem bitmeden temin edemediğini, tek şeritli yollarda yaptığı tehlikeli ve uzun karayolu seyahatlerini, havayolu ile seyahatlerin yalnızca zenginlere sunulan bir imkân olduğu günleri, grevler sebebiyle toplanmayan çöplerin kokusundan ağzını burnunu kapayarak dolaştığını, hayatını elektrik ve su kesintilerine göre düzenlemek zorunda olduğunu, askerin canı sıkıldıkça darbe yaptığını, emekli maaşını almak için beklerken hayatını kaybedenleri unutmaya meyillidir bu bâlık hafızalı vatandaş!

Ama aynı vatandaş, az önce saydığımız olumsuzlukların düzeldiğini, kendi tankımızı, tüfeğimizi, roketimizi yapmaya başladığımızı, borç almak için düğme iliklemekten vazgeçtiğimizi, dünyadaki tüm mazlumlara yardım eli uzatmaya başladığımızı, turistik yatak sayımız ancak Girit adasındaki kadarken bugün dünyanın turizm merkezleriyle yarışır hâle geldiğimizi, gününden önce yatan maaşların bakaya getirisinin promosyon olarak vatandaşa sunulduğunu, beton dökülerek kapatılan petrol kuyularından kendi imkânlarımızla yaptığımız sondaj faaliyetlerine nasıl geldiğimizi de unutur.

Muhalefet, geçmişin dönülmemesi gereken karanlıklarından bahsetmez hiç. Onun işi, bugünü karanlık göstermektir. Güncel başarılardan bahsedip de seçmenini kaybetmek yerine, ya başarısızlık hikâyeleri üretir kendi aklınca ya da cımbızlama yöntemiyle birkaç olumsuz sonucu ayyuka çıkarır. Bugün yapılan da tam olarak budur işte!

Özellikle pandemi sürecine bağlı olarak yaşanan ekonomik sıkıntıları, Türkiye’ye özel ve yönetimsel hatâlar gibi gösteriyor muhalefet. Artık, daha önce yüklendikleri dış politika gibi gündemler rafa kalktı onlar için. Zira dış politik hamlelerimizin devletin lehine sonuçlar vermeye başladığını “üzülerek” görüyorlar. Hükûmet’in tefecilerin eline düştüğünü, enflasyonun hortladığını, kasanın boşaldığını ve hattâ yakında maaşların bile ödenemeyeceğini iddia edenler var.

En büyük tefeci olan IMF’den nasıl kurtulduğumuz, yüzde yüzlerden tek hânelere düşerken işbaşındaki hükûmetin yine AK Parti olduğu ve bugün şikâyet edilen enflasyonun çift hânelerin başında olduğunu, dünyanın ekonomi devi sayılan ülkelerin ve vatandaşlarının bile ekonomik olarak en az bizim kadar pandemiden etkilendiğini, iddia sahiplerine değil ama vatandaşa ısrarla anlatmalıyız.

Bu geçici durumdan daha kuvvetli çıkma plânlarımızı anlaşılabilir şekilde ortaya koymalı, yaptıklarımızı yapacaklarımıza teminat göstermekte ısrarcı olmalıyız.

Bir diğer muhalefet argümanı ise, başından beri vazgeçmedikleri “Diktatör Erdoğan” söylemi… Bu ifadeyi herkesin rahatça kullanabilmesi bile ortada bir diktatörlük olmadığının ispatı aslında!

Ancak vatandaşa, diktatörlerin seçimle devrilemeyeceğini, hâlbuki muhalefetin sürekli seçim vurgusu yaparak iddia ortaya koyduğuna göre diktatörlükten bahsedilemeyeceğini anlatmamız lâzım.

“Tek adamlık” diye ısrar ettikleri yönetim biçiminin bin yıllık Türk tarihinin ve de Cumhuriyet tarihimizin ilk 25 yılının yönetim şeklinden fiilen farklı olmadığını beyinlerine sokmamız lâzım. Diktatörlerin adâlet sisteminden hiçbir zaman şikâyetçi olmayacağını, hâlbuki Erdoğan’ın bugünkü yüksek mahkeme kararlarıyla sık sık ters düştüğünü, “Adâlet yok” diyen Kılıçdaroğlu’nun bile Erdoğan ile arasındaki dâvâların bazılarını kazanabildiğini göstermemiz lâzım.

Ancak muhalefetin bu söylemlerinin altından kalkabilmenin, onlara her plâtformda yüksek mevkilerden lâf yetiştirmek yerine doğru kadrolarla vatandaşa ulaşabilmekten geçtiğini düşünüyorum. O hâlde yapılması gereken, “liyâkat-vefâ-dâvâya sadâkat” şartlarını sağlayan siyâsî kadroları yeniden tesis etmek olmalı!

İnanmış ve donanımlı insanlarla her türlü mücadeleden başarıyla çıkabileceğimizi unutmayalım.

İlk hedef, 2023…

Ve bu hedefe az kaldı!