“BALIK hâfızalı”…
İyi ya da kötü, vatandaşın siyâsî sonuç olarak yaşadıklarını bir süre sonra
unutmasını tarif etmek için kullanırız genelde bu ifadeyi. Hâlbuki ne güzel
söylemiş atalarımız: “Hâfıza-i beşer, nisyan ile malûldür.”
Yani unutkanlık, insanlık
hâlidir.
Evet, siyâset o kadar kumsala
yazılan yazıya benzer ki bugün ortalığı karıştıran kararlar birkaç ay sonra
unutulabilir. Ya da olumlu gelişmeleri hiç yaşamamış gibi davranabilir
vatandaş.
Yani güncelle ilgili
tepkiler geçmişin önüne geçer sık sık. İşte bu tepkilere yön vermek de siyâsetçinin
işidir. Bazen geçmişi unutturmak gelir işine, bazen de pişirip pişirip servis
yapmak.
18 yıllık AK Parti
iktidarının ilk yıllarını tartışmaya kalkınca muhalefetle, o günlerin ne kadar
iyi gittiğini anlatmaya başlarlar. O zamanlar daha demokrat olunduğundan
ekonominin ne kadar iyi yönetildiğine kadar bir sürü güzelleme yapar muhalif
kanadın bile bir kısmı.
Sonra “Ama” diye başlar
lâfa ve bugün her şeyin ne kadar bozulduğunu anlatmaya başlar kendi bakış
açısıyla. Hiçbiri de o methettiği günlerde bile AK Parti’ye oy vermemiş
insanların, yıllar sonra AK Parti’nin geçmişini övmesi ne kadar da mânidardır.
Ve aklımıza o meşhur sözü getirir birden: “İktidar
ağzıyla kuş tutsa da alkışlayacak hâlimiz yok!”
Dediğim gibi, balık
hâfızalı olanlar siyâsetçiler değil, vatandaştır aslında. Gecenin bir yarısı
kuyruğa girip muayene sırası almaya çalıştığı hastanede “masrafını ödeyemediği
için” hastasını rehin bıraktığını, ekonomik krize dayanamayan esnafın yazar kasasını
başbakanın önüne fırlattığını, başbakan ve cumhurbaşkanı arasındaki tartışmanın
devalüasyona sebep olduğunu, ders kitaplarına kucak dolusu ödeme yaptığı hâlde
bazılarını dönem bitmeden temin edemediğini, tek şeritli yollarda yaptığı
tehlikeli ve uzun karayolu seyahatlerini, havayolu ile seyahatlerin yalnızca
zenginlere sunulan bir imkân olduğu günleri, grevler sebebiyle toplanmayan
çöplerin kokusundan ağzını burnunu kapayarak dolaştığını, hayatını elektrik ve
su kesintilerine göre düzenlemek zorunda olduğunu, askerin canı sıkıldıkça darbe
yaptığını, emekli maaşını almak için beklerken hayatını kaybedenleri unutmaya
meyillidir bu bâlık hafızalı vatandaş!
Ama aynı vatandaş, az önce
saydığımız olumsuzlukların düzeldiğini, kendi tankımızı, tüfeğimizi, roketimizi
yapmaya başladığımızı, borç almak için düğme iliklemekten vazgeçtiğimizi,
dünyadaki tüm mazlumlara yardım eli uzatmaya başladığımızı, turistik yatak
sayımız ancak Girit adasındaki kadarken bugün dünyanın turizm merkezleriyle
yarışır hâle geldiğimizi, gününden önce yatan maaşların bakaya getirisinin
promosyon olarak vatandaşa sunulduğunu, beton dökülerek kapatılan petrol
kuyularından kendi imkânlarımızla yaptığımız sondaj faaliyetlerine nasıl
geldiğimizi de unutur.
Muhalefet, geçmişin
dönülmemesi gereken karanlıklarından bahsetmez hiç. Onun işi, bugünü karanlık
göstermektir. Güncel başarılardan bahsedip de seçmenini kaybetmek yerine, ya
başarısızlık hikâyeleri üretir kendi aklınca ya da cımbızlama yöntemiyle birkaç
olumsuz sonucu ayyuka çıkarır. Bugün yapılan da tam olarak budur işte!
Özellikle pandemi sürecine
bağlı olarak yaşanan ekonomik sıkıntıları, Türkiye’ye özel ve yönetimsel hatâlar
gibi gösteriyor muhalefet. Artık, daha önce yüklendikleri dış politika gibi
gündemler rafa kalktı onlar için. Zira dış politik hamlelerimizin devletin
lehine sonuçlar vermeye başladığını “üzülerek” görüyorlar. Hükûmet’in
tefecilerin eline düştüğünü, enflasyonun hortladığını, kasanın boşaldığını ve
hattâ yakında maaşların bile ödenemeyeceğini iddia edenler var.
En büyük tefeci olan
IMF’den nasıl kurtulduğumuz, yüzde yüzlerden tek hânelere düşerken işbaşındaki
hükûmetin yine AK Parti olduğu ve bugün şikâyet edilen enflasyonun çift hânelerin
başında olduğunu, dünyanın ekonomi devi sayılan ülkelerin ve vatandaşlarının
bile ekonomik olarak en az bizim kadar pandemiden etkilendiğini, iddia
sahiplerine değil ama vatandaşa ısrarla anlatmalıyız.
Bu geçici durumdan daha
kuvvetli çıkma plânlarımızı anlaşılabilir şekilde ortaya koymalı,
yaptıklarımızı yapacaklarımıza teminat göstermekte ısrarcı olmalıyız.
Bir diğer muhalefet
argümanı ise, başından beri vazgeçmedikleri “Diktatör Erdoğan” söylemi… Bu
ifadeyi herkesin rahatça kullanabilmesi bile ortada bir diktatörlük olmadığının
ispatı aslında!
Ancak vatandaşa,
diktatörlerin seçimle devrilemeyeceğini, hâlbuki muhalefetin sürekli seçim
vurgusu yaparak iddia ortaya koyduğuna göre diktatörlükten bahsedilemeyeceğini
anlatmamız lâzım.
“Tek adamlık” diye ısrar
ettikleri yönetim biçiminin bin yıllık Türk tarihinin ve de Cumhuriyet
tarihimizin ilk 25 yılının yönetim şeklinden fiilen farklı olmadığını
beyinlerine sokmamız lâzım. Diktatörlerin adâlet sisteminden hiçbir zaman
şikâyetçi olmayacağını, hâlbuki Erdoğan’ın bugünkü yüksek mahkeme kararlarıyla
sık sık ters düştüğünü, “Adâlet yok” diyen Kılıçdaroğlu’nun bile Erdoğan ile
arasındaki dâvâların bazılarını kazanabildiğini göstermemiz lâzım.
Ancak muhalefetin bu
söylemlerinin altından kalkabilmenin, onlara her plâtformda yüksek mevkilerden
lâf yetiştirmek yerine doğru kadrolarla vatandaşa ulaşabilmekten geçtiğini
düşünüyorum. O hâlde yapılması gereken, “liyâkat-vefâ-dâvâya sadâkat” şartlarını sağlayan siyâsî kadroları
yeniden tesis etmek olmalı!
İnanmış ve donanımlı
insanlarla her türlü mücadeleden başarıyla çıkabileceğimizi unutmayalım.
İlk hedef, 2023…
Ve bu hedefe az kaldı!