Hadislerle yaşamak

“Bizi yedirip doyuran, bizi içirip kandıran, (her konuda) bize yeten ve bizi sığındıran Allah’a hamdolsun. İhtiyaçlarını karşılayacak durumu ve sığınacak bir yeri olmayan nice kimseler vardır.” (Müslim, Zikir, 64.)

METRUK ve mahzundur insanın içi…

Dış dünyayla öyle bir mücadele üzeredir ki insan, dönüp içe hatır soracak vakit bulamaz. Ama ne mühimdir oysa bir an tüm duyuları beklemeye alıp sadece ve gönülden bir içsel devinime kulak vermek. Tüm duyuları bu deruna yöneltmek ve orada olup biteni idrak etmek…

Irksal, yöresel, dinî ve toplumsal değildir dünya yaşamının belli başlı kıvrımları. Bir zaman kesitinde ve bir coğrafî konumda olmak (ülke, şehir, köy, kasaba vb.), çeşitli siyâsî ve ulusal kaidelerle çevrelenmiş bulunmak, bir veya birden çok kişiyle (akraba, komşu, arkadaş, esnaf vb.) etkileşime girmek, yaşamın sürdürülebilirliğini mümkün kılacak atılımlara girişmek (iş, meslek, tahsil vb.) kalp atışının ve solumanın duyulduğu her ortamda bu kıvrımların kendi nispetince var olduğunu tasdikler.

Herkes birinin birisi ve birisinin biridir. En tenha ve sessiz insanda bile tutarlı bir etkileşim mevcuttur. Dille, elle, gönülle ve gözle olmasa da bir varoluş etkileşimi kaçınılmazdır.

O zaman âlem, gelişigüzel yaşanabilecek bir hoyratlığı kabul edemez. İnsan, insanla olduğu kadar toprakla, bitkiyle, böcekle ve hayvanla da istemsiz veya gayretli bir etkileşimde bulunmak durumunda.

Önce nefes verirsin boşluğa doğru, o nefes havayı nemlendirir ve nem, canlı cansız tüm varlıklar üzerinde zaman zaman menfi, zaman zaman müspet etkiler bırakır.

Yürürsün meselâ, attığın her adımda toprak ya gamlanır, ya şenlenir. Bir karınca yuvasını bozabilirsin istemeden. Ya da bir tümsek yapar ayakların toprakta, o tümsek korur börtü böcek yuvasını. Bilemezsin ki…

Bir fikre kapılırsın olur olmadık. Bu fikir, yüzünde belirsiz bir tebessüm ya da mateme döner. Biri bakar yüzüne, birikmiş dertleri ayyuka çıkar ya da bekleyen ümidi orada bulur.

Bir ekmek alırsın, kokusu bir açlığı kızdırır bir yerlerde. Bir çocuk vardır hemen köşede, görmeyebilirsin. Ekmeğin elde taşınması bile burkar içini. Duyamazsın…

Bir akşama lâmba yakarsın salonunda, bir yalnız geçer camın önünden, sokağa sızan ışıkta tüm özlemini besler büyütür. Hissedemezsin…

Bir şiir yazarsın, bir resim çizersin. Bir başkasında en derin acıları demlersin kaleminle. Fark edemezsin…

Bir söz söylersin birine bir yerlerde, bir vakitte… O söz bir insanı yoğurur, o insan bir duyguya bürünür, o duygu bir eyleme dönüşür, o eylem bir topluma bulaşır, o toplum bir nesli imar eder, o nesil kâinatı -anlamca- ya yok eder, ya var eder.

Daha nicedir insanın bir ömürde sakladığı bu dokunuşlar. İyisi ve kötüsüyle binlerce kez değiştirir, dönüştürür, biçimlendirirsin kitleleri. Haberin olmaz…

Şimdi diyorum ki kendime, “Bunca kımıldanışa sebep olabilen insan ne yapmalı? Nasıl etmeli de tanımadığı, duymadığı enkaza sebep olmasın?”. Düşün ki, kilometrelerce ötede, gitmediğin bir yerde, duymadığın bir kalpte, tanımadığın bir kimlikte bir gözyaşı damlıyor. Ve sen bu gözyaşının müsebbibisin. İnanamazsın…

Bunca mesafe bile engel olamaz senin iyi ve kötü etkilerine. Toprağa bir kez dokundun mu, bil ki bu etki sürer gider asırlarca.

Bir söz mü söyledin? Duyandan diyene eklenir halkalar.

Bir ekmek mi aldın fırından? Kokusundan, elinde duruşundan, her adım atışından sarsılır bir gönül.

Bir şiir mi yazdın, bir şarkı mı söyledin, bir tablo mu boyadın? Hepsi bir yerde bir başka duygunun müsebbibidir.

“Ne yapmalı?” diyorum kendime. Kendim, korkulara düşüyorum. Korkular bende büyüyor. Kalbi sarıyor, dile geliyor, satır oluyor. Sonra biri okuyor, o bir sızı buluyor, sızı ondan taşıyor, bir yığına dönüşüp yıllarca savruluyor. Yıllar sonra kilometrelerce ötede, birinde, bir korkuya rastlıyorum. O benim korkum, haberim yok! “O zaman” diyorum, “Cevabı bulmalı insan, cevabı söylemeli”.

Ne dediysem arkasındayım sözlerimin. Fakat tüm bu duyamadıklarımız, bilemediklerimiz, fark edemediklerimiz, tutamadıklarımız, hissedemediklerimiz nasıl olur da vebalini bize yükler. Benden ayrılan bir etkinin yıllarca ve yollarca uzaklarda bir başkasına giden yolculuğuna nasıl mani olabilirim ben? Olamam, olamayız!

Öyleyse ne yapmalı insan?

Hadis: “Ameller niyete göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır.” (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmâre, 155.)

Öyleyse önce niyet! Niyeti hak üzere oldu mu insanın, Yaradan izin verir mi senden yanlış bir etkinin kâinata yayılmasına? İzin verir mi bastığın yerde yuvaların yıkılmasına? İzin verir mi, sözünü ondan bilip söyledin mi bir kalbi yıkmasına? Niyet iyi oldu mu, hatalar ve eksiklikler Yaradan’ın bahşettiği ilhamla telâfi edilir, düzeltilebilir ve daha ahenkli etkileri gönüllere yayabilir.

Hadis: “‘Allah’a iman ettim’ de, sonra da dosdoğru ol.” (Müslim, Îmân, 62.)

Öyleyse önce seni de Yaradan’a gönülden bağlan, sonra O’nun gösterdiği yolda doğruluktan ayrılma. O zaman insan doğruluğu yayar etrafa. Bıraktığı izler doğruya erdirir. Doğru söyletir, doğru söze meylettirir. Doğrulukla iş gördürür. Doğrulukla ektirir, biçtirir.

Hadis: “Allah, her işte ihsanı (güzel davranmayı) emretmiştir.” (Müslim, Sayd ve Zebâih, 57.)

Öyleyse güzel sev anneni, babanı. Güzel okşa kedinin başını. Güzel sev eşini, dostunu. Güzel sev ki onlar da güzel görsünler âlemi. Sonra onlar daha güzel sevsinler her şeyi. Büyüsün, taşsın bu letafet tabiatta.

Hadis: “Kul bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta oluşur. Bundan vazgeçip tövbe ve istiğfar ettiği zaman kalbi parlar. Günahtan dönmez ve bunu yapmaya devam ederse siyah nokta artırılır ve sonunda tüm kalbini kaplar. Allah’ın (Kitabında), ‘Hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır’ -Mutaffifîn, 14) diye anlattığı pas, işte budur!” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 83.) 

Öyleyse inat etme günahında, hatanda. Tövbe etmeyi, gönül almayı, geri dönüp bakmayı bil. Kalbi pastan arındır ki o pas, etrafında oksitlenme yapmasın. Sonra soluduğun nefesin kimyasını bozmasın. Rüzgâra karışıp uzakları aşmasın. Bir yerlerde başka başka kalpler de pas tutmasın. Kalbin pas tuttu mu, dil güzeli söyleyemez, el güzeli yapamaz. Başka dillere, gönüllere bu çürümüş matem tadını bırakma en iyisi!

Hadis: “Kim duyulsun diye iyilik yaparsa, Allah (onun bu niyetini herkese) duyurur. Kim gösteriş için iyilik yaparsa, Allah da (onun bu riyakârlığını herkese) gösterir.” (Müslim, Zühd, 48.) 

Öyleyse sözünde, işinde, sevginde riyakâr olma. İyilikte riya bile yayılıyor çevreye. Kalbini riyayla harmanladın mı, bir iyi işte bile karartırsın gönülleri. O kararmış gönüller iyilikten soğurlar. İyilik gitgide bir hayâle dönüşür. Mahrum kalır bir yetim sıcak bir elden. Bir kuş yuvasına hürmeti çok görür kararmış gönüller. Bir riyayla dünya merhametten mahrum kalır.

Hadis: “Eğer siz Allah’a gereği gibi tevekkül etmiş olsaydınız, tıpkı sabahleyin kursakları boş olarak çıkıp (akşam) dolu olarak dönen kuşların rızıklandırıldığı gibi sizler de rızıklandırılırdınız.” (Tirmizî, Zühd, 33.)

Öyleyse, “Kursağımı dolduracağım” diye zulmetme komşuna, dostuna. Hırsla kazanma arzunu öldür içinde. “Daha fazla!” diye haramla kirletme dünyayı. Bir haram lokma ile insan değişir, bir insan değişti diye âlem bozulur.

Hadis: “Bizi yedirip doyuran, bizi içirip kandıran, (her konuda) bize yeten ve bizi sığındıran Allah’a hamdolsun. İhtiyaçlarını karşılayacak durumu ve sığınacak bir yeri olmayan nice kimseler vardır.” (Müslim, Zikir, 64.)

Öyleyse varlığını besleyen bunca nimeti gör ve hamd et! Sonra Verene hürmetle paylaş ki zorluğu azalt dünyada. Bir müşkülü düzelt çevrende. Bir kalbin sızısını dindir, bir ocağın bacasını tüttür. Sen birine dokun ki biri de bir başkasına dokunsun. Elden ele yayılan bir rahmet sarsın bizi.

Hadis: “Kişi ile şirk ve küfür arasında (engel olarak) namaz vardır (ve namazın terk edilmesiyle bu engel kalkar).” (Müslim, Îmân, 134.)

Öyleyse kıl namazı, düşme küfre. İyileşsin iş gören ellerin, dilin şifa bulsun, doğru söylesin. Yüzünde imanın nuru parlasın. O nurla nice gönül huzura ersin. Sen secdeye vardıkça düzelsin meyil vermiş dalların. O dallar meyve versin, nasiplensin yiyenler.

Hadis: “Ben, ancak muallim olarak gönderildim.” (İbn Mâce, Sünnet, 17.)

Öyleyse Peygamberi muallim olan ümmet, sen de bir başkasına güzeli öğret!