METRUK ve mahzundur insanın içi…
Dış dünyayla öyle
bir mücadele üzeredir ki insan, dönüp içe hatır soracak vakit bulamaz. Ama ne
mühimdir oysa bir an tüm duyuları beklemeye alıp sadece ve gönülden bir içsel
devinime kulak vermek. Tüm duyuları bu deruna yöneltmek ve orada olup biteni
idrak etmek…
Irksal, yöresel,
dinî ve toplumsal değildir dünya yaşamının belli başlı kıvrımları. Bir zaman
kesitinde ve bir coğrafî konumda olmak (ülke, şehir, köy, kasaba vb.), çeşitli
siyâsî ve ulusal kaidelerle çevrelenmiş bulunmak, bir veya birden çok kişiyle
(akraba, komşu, arkadaş, esnaf vb.) etkileşime girmek, yaşamın
sürdürülebilirliğini mümkün kılacak atılımlara girişmek (iş, meslek, tahsil
vb.) kalp atışının ve solumanın duyulduğu her ortamda bu kıvrımların kendi nispetince
var olduğunu tasdikler.
Herkes birinin
birisi ve birisinin biridir. En tenha ve sessiz insanda bile tutarlı bir
etkileşim mevcuttur. Dille, elle, gönülle ve gözle olmasa da bir varoluş
etkileşimi kaçınılmazdır.
O zaman âlem,
gelişigüzel yaşanabilecek bir hoyratlığı kabul edemez. İnsan, insanla olduğu
kadar toprakla, bitkiyle, böcekle ve hayvanla da istemsiz veya gayretli bir
etkileşimde bulunmak durumunda.
Önce nefes
verirsin boşluğa doğru, o nefes havayı nemlendirir ve nem, canlı cansız tüm
varlıklar üzerinde zaman zaman menfi, zaman zaman müspet etkiler bırakır.
Yürürsün meselâ, attığın
her adımda toprak ya gamlanır, ya şenlenir. Bir karınca yuvasını bozabilirsin
istemeden. Ya da bir tümsek yapar ayakların toprakta, o tümsek korur börtü
böcek yuvasını. Bilemezsin ki…
Bir fikre
kapılırsın olur olmadık. Bu fikir, yüzünde belirsiz bir tebessüm ya da mateme
döner. Biri bakar yüzüne, birikmiş dertleri ayyuka çıkar ya da bekleyen ümidi
orada bulur.
Bir ekmek alırsın,
kokusu bir açlığı kızdırır bir yerlerde. Bir çocuk vardır hemen köşede,
görmeyebilirsin. Ekmeğin elde taşınması bile burkar içini. Duyamazsın…
Bir akşama lâmba
yakarsın salonunda, bir yalnız geçer camın önünden, sokağa sızan ışıkta tüm
özlemini besler büyütür. Hissedemezsin…
Bir şiir yazarsın,
bir resim çizersin. Bir başkasında en derin acıları demlersin kaleminle. Fark
edemezsin…
Bir söz söylersin
birine bir yerlerde, bir vakitte… O söz bir insanı yoğurur, o insan bir duyguya
bürünür, o duygu bir eyleme dönüşür, o eylem bir topluma bulaşır, o toplum bir
nesli imar eder, o nesil kâinatı -anlamca- ya yok eder, ya var eder.
Daha nicedir
insanın bir ömürde sakladığı bu dokunuşlar. İyisi ve kötüsüyle binlerce kez
değiştirir, dönüştürür, biçimlendirirsin kitleleri. Haberin olmaz…
Şimdi diyorum ki
kendime, “Bunca kımıldanışa sebep olabilen insan ne yapmalı? Nasıl etmeli de
tanımadığı, duymadığı enkaza sebep olmasın?”. Düşün ki, kilometrelerce ötede,
gitmediğin bir yerde, duymadığın bir kalpte, tanımadığın bir kimlikte bir
gözyaşı damlıyor. Ve sen bu gözyaşının müsebbibisin. İnanamazsın…
Bunca mesafe bile
engel olamaz senin iyi ve kötü etkilerine. Toprağa bir kez dokundun mu, bil ki
bu etki sürer gider asırlarca.
Bir söz mü
söyledin? Duyandan diyene eklenir halkalar.
Bir ekmek mi aldın
fırından? Kokusundan, elinde duruşundan, her adım atışından sarsılır bir gönül.
Bir şiir mi
yazdın, bir şarkı mı söyledin, bir tablo mu boyadın? Hepsi bir yerde bir başka
duygunun müsebbibidir.
“Ne yapmalı?”
diyorum kendime. Kendim, korkulara düşüyorum. Korkular bende büyüyor. Kalbi
sarıyor, dile geliyor, satır oluyor. Sonra biri okuyor, o bir sızı buluyor,
sızı ondan taşıyor, bir yığına dönüşüp yıllarca savruluyor. Yıllar sonra
kilometrelerce ötede, birinde, bir korkuya rastlıyorum. O benim korkum, haberim
yok! “O zaman” diyorum, “Cevabı bulmalı insan, cevabı söylemeli”.
Ne dediysem
arkasındayım sözlerimin. Fakat tüm bu duyamadıklarımız, bilemediklerimiz, fark
edemediklerimiz, tutamadıklarımız, hissedemediklerimiz nasıl olur da vebalini bize
yükler. Benden ayrılan bir etkinin yıllarca ve yollarca uzaklarda bir başkasına
giden yolculuğuna nasıl mani olabilirim ben? Olamam, olamayız!
Öyleyse ne yapmalı
insan?
Hadis: “Ameller niyete göredir. Herkes sadece
niyetinin karşılığını alır.” (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmâre, 155.)
Öyleyse önce
niyet! Niyeti hak üzere oldu mu insanın, Yaradan izin verir mi senden yanlış
bir etkinin kâinata yayılmasına? İzin verir mi bastığın yerde yuvaların
yıkılmasına? İzin verir mi, sözünü ondan bilip söyledin mi bir kalbi yıkmasına?
Niyet iyi oldu mu, hatalar ve eksiklikler Yaradan’ın bahşettiği ilhamla telâfi
edilir, düzeltilebilir ve daha ahenkli etkileri gönüllere yayabilir.
Hadis: “‘Allah’a iman ettim’ de, sonra da dosdoğru
ol.”
(Müslim, Îmân, 62.)
Öyleyse önce seni de
Yaradan’a gönülden bağlan, sonra O’nun gösterdiği yolda doğruluktan ayrılma. O
zaman insan doğruluğu yayar etrafa. Bıraktığı izler doğruya erdirir. Doğru
söyletir, doğru söze meylettirir. Doğrulukla iş gördürür. Doğrulukla ektirir,
biçtirir.
Hadis: “Allah, her işte ihsanı (güzel davranmayı)
emretmiştir.”
(Müslim, Sayd ve Zebâih, 57.)
Öyleyse güzel sev
anneni, babanı. Güzel okşa kedinin başını. Güzel sev eşini, dostunu. Güzel sev
ki onlar da güzel görsünler âlemi. Sonra onlar daha güzel sevsinler her şeyi.
Büyüsün, taşsın bu letafet tabiatta.
Hadis: “Kul bir günah işlediği zaman kalbinde siyah
bir nokta oluşur. Bundan vazgeçip tövbe ve istiğfar ettiği zaman kalbi parlar.
Günahtan dönmez ve bunu yapmaya devam ederse siyah nokta artırılır ve sonunda
tüm kalbini kaplar. Allah’ın (Kitabında), ‘Hayır! Doğrusu onların kazanmakta
oldukları kalplerini paslandırmıştır’ -Mutaffifîn, 14) diye anlattığı pas, işte
budur!” (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 83.)
Öyleyse inat etme
günahında, hatanda. Tövbe etmeyi, gönül almayı, geri dönüp bakmayı bil. Kalbi
pastan arındır ki o pas, etrafında oksitlenme yapmasın. Sonra soluduğun nefesin
kimyasını bozmasın. Rüzgâra karışıp uzakları aşmasın. Bir yerlerde başka başka
kalpler de pas tutmasın. Kalbin pas tuttu mu, dil güzeli söyleyemez, el güzeli
yapamaz. Başka dillere, gönüllere bu çürümüş matem tadını bırakma en iyisi!
Hadis: “Kim duyulsun diye iyilik yaparsa, Allah (onun
bu niyetini herkese) duyurur. Kim gösteriş için iyilik yaparsa, Allah da (onun
bu riyakârlığını herkese) gösterir.” (Müslim, Zühd, 48.)
Öyleyse sözünde,
işinde, sevginde riyakâr olma. İyilikte riya bile yayılıyor çevreye. Kalbini
riyayla harmanladın mı, bir iyi işte bile karartırsın gönülleri. O kararmış
gönüller iyilikten soğurlar. İyilik gitgide bir hayâle dönüşür. Mahrum kalır
bir yetim sıcak bir elden. Bir kuş yuvasına hürmeti çok görür kararmış
gönüller. Bir riyayla dünya merhametten mahrum kalır.
Hadis: “Eğer siz Allah’a gereği gibi tevekkül etmiş olsaydınız, tıpkı
sabahleyin kursakları boş olarak çıkıp (akşam) dolu olarak dönen kuşların
rızıklandırıldığı gibi sizler de rızıklandırılırdınız.” (Tirmizî, Zühd, 33.)
Öyleyse, “Kursağımı
dolduracağım” diye zulmetme komşuna, dostuna. Hırsla kazanma arzunu öldür
içinde. “Daha fazla!” diye haramla kirletme dünyayı. Bir haram lokma ile insan
değişir, bir insan değişti diye âlem bozulur.
Hadis: “Bizi yedirip doyuran, bizi içirip kandıran,
(her konuda) bize yeten ve bizi sığındıran Allah’a hamdolsun. İhtiyaçlarını
karşılayacak durumu ve sığınacak bir yeri olmayan nice kimseler vardır.” (Müslim,
Zikir, 64.)
Öyleyse varlığını
besleyen bunca nimeti gör ve hamd et! Sonra Verene hürmetle paylaş ki zorluğu
azalt dünyada. Bir müşkülü düzelt çevrende. Bir kalbin sızısını dindir, bir
ocağın bacasını tüttür. Sen birine dokun ki biri de bir başkasına dokunsun.
Elden ele yayılan bir rahmet sarsın bizi.
Hadis: “Kişi ile şirk ve küfür arasında (engel olarak)
namaz vardır (ve namazın terk edilmesiyle bu engel kalkar).” (Müslim, Îmân,
134.)
Öyleyse kıl
namazı, düşme küfre. İyileşsin iş gören ellerin, dilin şifa bulsun, doğru
söylesin. Yüzünde imanın nuru parlasın. O nurla nice gönül huzura ersin. Sen
secdeye vardıkça düzelsin meyil vermiş dalların. O dallar meyve versin,
nasiplensin yiyenler.
Hadis: “Ben, ancak muallim olarak gönderildim.” (İbn
Mâce, Sünnet, 17.)
Öyleyse Peygamberi
muallim olan ümmet, sen de bir başkasına güzeli öğret!