VERİLEN isim dolayısıyla sadece inanç üzerine kurulu bir
savaşlar grubu olarak düşünebilirsiniz Haçlı Seferleri’ni. Ancak neredeyse
hepsinde, motivasyon olarak Hıristiyanlık kullanılmış olsa da çoğunun perde
arkasında siyâsî ve ekonomik sebepler yatmaktaydı.
Türklerin 1071’de Malazgirt’ten girip 4 yıl gibi kısa
bir sürede Bursa’ya kadar ilerlenmiş olması, Avrupa için büyük bir tehdit
olarak algılandı. Türkler, -en azından- orada durdurulmalı ve Avrupa’ya
geçişleri engellenmeliydi. Son kale Bizans’tı…
Bu arada tüm dinler için olduğu gibi Hıristiyanlar
için de kutsal olan Kudüs’ü kaybetmeyi hazmedemediler. Fakat çok da üzerinde durmadığımız,
belki de en önemli sebeplerden biri ekonomik kaygılardı Haçlı Seferleri için. Yani
bugünden çok da farklı değildi durum. Bin yıl önce de Anadolu toprakları
Batı’ya parmak ısırtacak kadar verimliydi. İklim hem hayvancılık, hem de tarım
için biçilmiş kaftandı.
Haçlıların, Müslüman Türk topraklarındaki hayâllerine
savaşarak ulaşma arzusu iki asır sürdü neredeyse. Katolik Hıristiyan krallıklar
tarafından düzenlenen bu savaş metodu, birçok kaynağa göre sekiz kere denenmiş
olmasına rağmen her seferinde başarısızlıkla sonuçlandı. Ve Haçlılar, Türk’ün
gücü karşısında eğilmeyi öğrendiler yavaş yavaş. Ancak Anadolu hayâllerinden
asla vazgeçmediler.
Artık yapmaları gereken, siyâsî yollarla bu topraklara
sahip olmaktı. Bunun için de en önemli taktik, kaleyi içten fethetmekti. Viyana
önlerinden dönüşümüze sebep olan olayları bu konuda milât olarak kabul
edebiliriz belki. O tarihten itibaren, fitne-fesat yöntemleri ve ihanet
şebekeleri sayesinde yavaş yavaş küçülmeye başladı Osmanlı.
Osmanlı küçüldükçe Haçlıların ağzının suyu akmaya
başlamıştı. Abdülhamit dönemi, içeriyi en çok karıştırdıkları dönemdi belki de.
Ve ardından gelen, savaş kaybetmeden mağlûp olduğumuz Birinci Dünya Savaşı…
Haçlı siyasetinin en başarılı hamlelerinden birine sahne oldu savaş sonrası.
Büyük Türk geleneğine sahip Müslüman Osmanlı Devleti yıkılıp, yerine İslâm’dan
arındırılmış, Batı modeli bir devlet kuruldu. Bu, Haçlılar için yüzyıllardır
bekledikleri zaferdi.
Yaklaşık 27 yıl her şey çok güzeldi Batı için. Artık
yeni bir Haçlı seferine ihtiyaç yoktu. Sistem o kadar iyi oturtulmuştu ki
Menderes’in başkaldırısı, Erbakan’ın inadı, Özal’ın çağ atlatma gayreti hep
güdük kaldı. Ne zaman başımızı dik tutmaya, ayağa kalkmaya gayret etsek, Haçlı
zihniyetinin içimize nüfuz etmiş mikropları yine yatağa düşürdü bizi. Tâ ki
Erdoğan’ın “Yeter!” diyecek gücü bulduğu güne kadar…
Benim için, Davos’taki “One minute” çıkışı, o gücü
bulduğu gün olarak tarihe geçmelidir. Moderatöre söylediği iki kelime ile
hatırlanıyor olsa da olay, dünyanın jandarması olan ABD’yi yöneten Yahudi
Devleti Cumhurbaşkanının yüzüne “Katil” diye haykırmasıdır. İşte o tarihten
sonra hem ABD, hem de AB ile olan diyaloğumuz değişmiş, bugünün Haçlıları âdeta
tek yumruk olarak Türkiye’nin karşısında durmaya başlamışlardır.
Dış siyasette hem devlet gücü, hem de terörist gruplar
marifetiyle Türkiye’nin önünü kesmek isteyenler, içeride ise FETÖ’nün kumpas ve
darbe girişimlerine verdikleri destek, ekonomik yaptırımlar ve güdümlü
muhalefet ile kendilerine mevzi kazanmaya çalıştılar. Zaman zaman başarmaya çok
yaklaştıklarını da inkâr edemeyiz ama hâlâ ayaktayız, çok şükür.
Bundan sonra da her fırsatta Türkiye’yi zayıflatmaya
çalışacaklarını ve bunun için en doğru yolun AK Parti ve Erdoğan’ı yıpratmak
olduğunu gayet iyi biliyoruz. İşte son Büyükelçiler Bildirisi de bunun bir
örneği!
Avrupa’dan Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa,
Hollanda, İsveç, Norveç; Amerika’dan ABD ve Kanada, Okyanusya’dan Yeni Zelanda
Büyükelçileri, âdeta Türkiye’ye nota vererek Soros’un Türkiye şubesini
cezaevinden kurtarma yarışına girdiler. Bu bildiri, belki de 740 yıl sonra
gelen en kapsamlı Haçlı Seferi olarak tarihe geçmelidir. Zira bildiriye imza
atan bu devletlerin ortak kaygısı insan hakları ve adil yargılama gibi
gösterilmeye çalışılsa da tek ortak noktalarının Müslüman Türk düşmanlığı
olduğunu görmek için kâhin olmaya gerek yok.
Hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığına her fırsatta vurgu
yapan Batı demokrasisinin “Osman Kavala’nın derhâl serbest bırakılmasının
sağlanması” talebi, siyasetin yargıya müdahale talebinden başka ne anlama
gelebilir ki?
Her kademeden verilen cevap, Dışişleri’nin bütün büyükelçileri çağırıp hâdlerini bildirmiş olması tabiî ki önemlidir. Ama bu Haçlı Seferini bir an önce durdurmak ve içerideki destekçilerini de susturmak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin öncelikli görevi ve bekâ sorunudur.