Haçlılardan son sefer

Avrupa’dan Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Norveç; Amerika’dan ABD ve Kanada, Okyanusya’dan Yeni Zelanda Büyükelçileri, âdeta Türkiye’ye nota vererek Soros’un Türkiye şubesini cezaevinden kurtarma yarışına girdiler. Bu bildiri, belki de 740 yıl sonra gelen en kapsamlı Haçlı Seferi olarak tarihe geçmelidir. Zira bildiriye imza atan bu devletlerin ortak kaygısı insan hakları ve adil yargılama gibi gösterilmeye çalışılsa da tek ortak noktalarının Müslüman Türk düşmanlığı olduğunu görmek için kâhin olmaya gerek yok.

VERİLEN isim dolayısıyla sadece inanç üzerine kurulu bir savaşlar grubu olarak düşünebilirsiniz Haçlı Seferleri’ni. Ancak neredeyse hepsinde, motivasyon olarak Hıristiyanlık kullanılmış olsa da çoğunun perde arkasında siyâsî ve ekonomik sebepler yatmaktaydı.

Türklerin 1071’de Malazgirt’ten girip 4 yıl gibi kısa bir sürede Bursa’ya kadar ilerlenmiş olması, Avrupa için büyük bir tehdit olarak algılandı. Türkler, -en azından- orada durdurulmalı ve Avrupa’ya geçişleri engellenmeliydi. Son kale Bizans’tı…

Bu arada tüm dinler için olduğu gibi Hıristiyanlar için de kutsal olan Kudüs’ü kaybetmeyi hazmedemediler. Fakat çok da üzerinde durmadığımız, belki de en önemli sebeplerden biri ekonomik kaygılardı Haçlı Seferleri için. Yani bugünden çok da farklı değildi durum. Bin yıl önce de Anadolu toprakları Batı’ya parmak ısırtacak kadar verimliydi. İklim hem hayvancılık, hem de tarım için biçilmiş kaftandı.

Haçlıların, Müslüman Türk topraklarındaki hayâllerine savaşarak ulaşma arzusu iki asır sürdü neredeyse. Katolik Hıristiyan krallıklar tarafından düzenlenen bu savaş metodu, birçok kaynağa göre sekiz kere denenmiş olmasına rağmen her seferinde başarısızlıkla sonuçlandı. Ve Haçlılar, Türk’ün gücü karşısında eğilmeyi öğrendiler yavaş yavaş. Ancak Anadolu hayâllerinden asla vazgeçmediler.

Artık yapmaları gereken, siyâsî yollarla bu topraklara sahip olmaktı. Bunun için de en önemli taktik, kaleyi içten fethetmekti. Viyana önlerinden dönüşümüze sebep olan olayları bu konuda milât olarak kabul edebiliriz belki. O tarihten itibaren, fitne-fesat yöntemleri ve ihanet şebekeleri sayesinde yavaş yavaş küçülmeye başladı Osmanlı.

Osmanlı küçüldükçe Haçlıların ağzının suyu akmaya başlamıştı. Abdülhamit dönemi, içeriyi en çok karıştırdıkları dönemdi belki de. Ve ardından gelen, savaş kaybetmeden mağlûp olduğumuz Birinci Dünya Savaşı… Haçlı siyasetinin en başarılı hamlelerinden birine sahne oldu savaş sonrası. Büyük Türk geleneğine sahip Müslüman Osmanlı Devleti yıkılıp, yerine İslâm’dan arındırılmış, Batı modeli bir devlet kuruldu. Bu, Haçlılar için yüzyıllardır bekledikleri zaferdi.

Yaklaşık 27 yıl her şey çok güzeldi Batı için. Artık yeni bir Haçlı seferine ihtiyaç yoktu. Sistem o kadar iyi oturtulmuştu ki Menderes’in başkaldırısı, Erbakan’ın inadı, Özal’ın çağ atlatma gayreti hep güdük kaldı. Ne zaman başımızı dik tutmaya, ayağa kalkmaya gayret etsek, Haçlı zihniyetinin içimize nüfuz etmiş mikropları yine yatağa düşürdü bizi. Tâ ki Erdoğan’ın “Yeter!” diyecek gücü bulduğu güne kadar…

Benim için, Davos’taki “One minute” çıkışı, o gücü bulduğu gün olarak tarihe geçmelidir. Moderatöre söylediği iki kelime ile hatırlanıyor olsa da olay, dünyanın jandarması olan ABD’yi yöneten Yahudi Devleti Cumhurbaşkanının yüzüne “Katil” diye haykırmasıdır. İşte o tarihten sonra hem ABD, hem de AB ile olan diyaloğumuz değişmiş, bugünün Haçlıları âdeta tek yumruk olarak Türkiye’nin karşısında durmaya başlamışlardır.

Dış siyasette hem devlet gücü, hem de terörist gruplar marifetiyle Türkiye’nin önünü kesmek isteyenler, içeride ise FETÖ’nün kumpas ve darbe girişimlerine verdikleri destek, ekonomik yaptırımlar ve güdümlü muhalefet ile kendilerine mevzi kazanmaya çalıştılar. Zaman zaman başarmaya çok yaklaştıklarını da inkâr edemeyiz ama hâlâ ayaktayız, çok şükür.

Bundan sonra da her fırsatta Türkiye’yi zayıflatmaya çalışacaklarını ve bunun için en doğru yolun AK Parti ve Erdoğan’ı yıpratmak olduğunu gayet iyi biliyoruz. İşte son Büyükelçiler Bildirisi de bunun bir örneği!   

Avrupa’dan Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Norveç; Amerika’dan ABD ve Kanada, Okyanusya’dan Yeni Zelanda Büyükelçileri, âdeta Türkiye’ye nota vererek Soros’un Türkiye şubesini cezaevinden kurtarma yarışına girdiler. Bu bildiri, belki de 740 yıl sonra gelen en kapsamlı Haçlı Seferi olarak tarihe geçmelidir. Zira bildiriye imza atan bu devletlerin ortak kaygısı insan hakları ve adil yargılama gibi gösterilmeye çalışılsa da tek ortak noktalarının Müslüman Türk düşmanlığı olduğunu görmek için kâhin olmaya gerek yok.

Hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığına her fırsatta vurgu yapan Batı demokrasisinin “Osman Kavala’nın derhâl serbest bırakılmasının sağlanması” talebi, siyasetin yargıya müdahale talebinden başka ne anlama gelebilir ki?

Her kademeden verilen cevap, Dışişleri’nin bütün büyükelçileri çağırıp hâdlerini bildirmiş olması tabiî ki önemlidir. Ama bu Haçlı Seferini bir an önce durdurmak ve içerideki destekçilerini de susturmak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin öncelikli görevi ve bekâ sorunudur.