BİR olay, bir olgu veya bir iş üzerine duyular
ile algılanıp nakledilen hakikat içerikli söz, yazı, fiil veya gösteriyle
aktarılan bilgiye “haber” denir. Bilginin katıksız, şeksiz/şüphesiz ve saf/pâk
olarak doğru şekilde iletilmesi gerekir. Doğru iletimde, bilgi sahibinin
kişisel görüşünün bilgiye karışmaması zorunluluk arz eder.
Dış duyulardan
olan insan gözü, dört yüz nanometre ile yedi yüz nanometre aralığını görebilecek
yapıdadır. İnsan kulağı ise yirmi ile yirmi bin Hertz frekans aralığındaki
sesleri işitebilecek donanımdadır.
Görme aralığının
dışında kalan bölgenin çıplak gözle görülemiyor olması, bu sınırlar ötesinin
boş olduğu anlamına gelmez. İşitme sınırları dışında kalan (infrasonik ve
ultrasonik) seslerin duyulamaması, bu seslerinde olmadığı anlamına gelmez.
Teknolojik
cihazlar ile bu ölçü sınırları aşılarak, insanın algılayacağı ve bilgi
edineceği düzeye çıkarılarak veriler toplanır.
İç duyulardan akıl, çevreden
edindiği bilgileri süzgeçten geçirerek kalbe ve diğer ilgili yerlere iletir. Kalp
de akıl gibi işleyerek çevreden edinilen malûmata göre şekillenir. Vicdan ise
manevî âlemlerin harita ve esasıdır. Çünkü vicdan sustuğunda insanlık da susar.
İnsan yanılabilir, lâkin doğruluğun ve ahlâkî değerlerin merkez üssü olan
vicdan yanılmaz. İslâm’ın “güzel ahlâk” olarak ifade edilmesi bu nedenledir. Bu
nedenle gerek dış, gerekse iç duyular ile toplanan verilerin katıksız iletimi
esastır.
Haberin, hedef kitleye doğru
olarak iletilmesinde olmazsa olmaz şart, kalbin onayından geçmesi gerektiğidir.
Akıl yanılsa da kalp, vicdan sayesinde yanılmaz. Vicdanın sustuğu yerde hakikatten
bahsedilemez. Ayrıca aklen doğru olan her haber ve bilginin iletilmesinin ne
derece ahlâkî olduğu da kontrol edilmelidir.
Haberde en dikkat edilecek ve
asla terk edilmemesi gereken iki husus, “doğru bilgi ve ahlâkî ölçüdür”. Doğru
olmayan bir malûmatın haber değeri sıfırdır. Haber değeri olmayan bilginin
yayılmasında ise bütün iletişim sürecinde bulunanlar sorumludur. Bu sorumsuzluk
hem değersiz bir malûmatın iletilmesi, hem de varlığa bir başkaldırıdır.
Yalan ise zaten insanlık dışı bir
durumdur. Bırakın üzerinde tartışmayı, gündemde tutulması, üzerinde düşünülmesi
ve zihinlerin meşgul edilmesi dahi son derece yanlıştır. Olmayanı olmuş gibi
göstermek anlamındaki yalana nispet etmek noktasında inkârla örtüşmektedir. Yalan haber üzerinde ısrar edilmesi, hakikatin reddi ile İlâhî vahyin inkârına kadar gider.
Bu kadar tehlikeli bir yol üzere ilerlemek akla ziyan, millete hakarettir.
Yalanın karşıtı,
“sıdk” ile tanımlanır. Bir olay, bir iş ve bir durum hakkındaki hakikat
içerikli söz, yazı, fiil veya gösterinin objektif gerçekliği hak, bunun aslına
uygun biçimde anlatılması ise “sıdk” kelimesiyle ifade edilir. Diğer bir
ifadeyle, doğrunun nesnel yanı hak, sözün nesnel yanı ise sıdk ile uyumludur.
Bir kişinin
söylediği ifadenin/cümlenin “sıdk” kelimesiyle ifade edilebilmesi için iki şart
gerekir. Birincisi, ifadenin objektif gerçeğe uygun olması, diğeri ise cümle
sahibinin zihnindeki bilgiyle uygunluğudur. Bir kişinin, yalan karşıtı olan “sıdk”
ile ifadesinde hem sözün gerçekliği, hem de vicdanen kişinin kendi zihninde bu
gerçekle uyumluluğu esas olmalıdır. Bu neticeden hareketle, Kur’ân-ı Kerim’in
isimlerinden birinin “sıdk” olarak kullanılması manidardır. Peygamber Efendimize
(sav) göre sıdkın, nefsin yapılanlardan huzur ve sükûn duyması şeklindeki tarifinin
bu minvâlde olması dikkatlerden kaçmamalıdır.
“Sıdk” kelimesi daha
çok söz, lisan, yazı, fiil ve gösteri gibi iletişim kavramlarıyla ilgilidir. Sıdk
kelimesi, “s-d-k” mastarından türemiştir ve sözün farklı şekillerinde değil,
sadece haber bildiren cümlelerle ilgili olarak kullanılması öne çıkmaktadır.
Bu nedenle,
kişinin kendisiyle barışık olarak sıdk üzere olması gerekir. Kişinin, haberin
ve habercilerin söz, lisan, yazı, fiil ve gösterilerinin odağında makbul mânâda
sıdk içerikli haberlerin yer alması gerekir. Haberin buradaki çerçevesi geçmiş,
şimdiki ve gelecek zamanlarla ilgili bilgi, malûmat ve vaat gibi kavramları kapsadığını
belirtmek gerekir. Bu tür haberlerin, toplumun huzur ve sükûnunu idame edecek şekilde olması zorunludur.
Haberin doğru olmasının yanında haber ulaştıranların davranışlarında
şaibe, inancında şüphe, amellerinde kusur/eksiklik olmaması da gerekiyor.
İletişim araçlarında kişinin ne olduğu değil de haberin doğruluğuna
odaklanılması hatıra gelebilir. Ancak, haberin doğruluğunun yanında hedef
kitleye istenilen olgunlukta ulaşması ve etkili olması için habercilerin de
haberde yukarıda ifade edilen iki şartı sağlaması gerekir. Aksi durumda haber etkili
de olmaz.
Haberin doğruluğu ve habercinin (haber kanallarının)
sıdkı gerekliyken yalan haber ortaya atılması, yalan haberin gündemde tutulması
ve yalan üzere gündemin, insanların, toplumun meşgul edilmesi ne aklîdir, ne de
vicdanî. Yalan haber ve söylemlerin muhatap alınması da bir o kadar yanlıştır.
Yalan haberin her aşamasındaki kişi, kurum ve kuruluşlar vebâl üzeredir ve
sorumludur.
Durum bundan ibaretken, mevcut haberlerin durumunu
okuyucuya bırakıyoruz…
Kaynaklar
(1) https://haberajandanet.com/Article/vicdan-ve-vicdan-sizlar/vteDThWBYR23PUQmqWwm
(2) https://islamansiklopedisi.org.tr/sidk
(3) Müfredat, Kur’an Kavramları Sözlüğü, Rağıp el-İsfahani, Çıra Yayınları
1. Baskı, S.551
(4) Psikolojinin Üçüncü Boyutu Nefs Psikolojisi ve Rüyaların Dili, Dr.
Mustafa Merter, Kaknüs Yayınları, S.256
(5) Arapça-Türkçe Terimler Sözlüğü, Seyyid Şerif Cürcani, et-Tarifat, Tercüme Arif Erkan, 1. Basım 1997.
(6) Kur'an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar, Toshihiko İzutsu, Türkçesi Selahattin Ayaz, Pınar Yayınları 2013.