Ha gayret!

Bir şeyler ters gidiyor ama aslı astarı görülmüyor. Ekranlardan şiddet, entrika ve iğrençlik akıyor ve “Toplum neden bozuk?” diyerek dövünüyoruz. Sokağa “sabır”, caddeye “sevgi”, aparmana “saygı” adı vermekle değerler eğitimi verilmez ki. Kaynağına ulaşıp kesmedikten sonra o kirli su hep akacak, buna ahlâk mı dayanır?

AHİR zamanda nefes almak şansı verilmiş bizlere. Yaratan’ın takdirine hamd ediyorum.

Güzel günleri tanıdığım için çok cümle var dilimde. Notalar bir araya geldiğinde zülüften, kirpikten olurdu güfteler, şimdiyse eşkıya olup gönül yağmalıyor, ihanet kusuyor sözler. Biz aşkın son muhafızlarıyız. Kötüler sadece cennetliklerin mihenk taşı olarak dünyadaki görevlerini tamamlıyorlar. İyilerse kötülüğün alanını iyilik yaparak daraltıyorlar.

Havamız, suyumuz, zamanımız, gönlümüz, toprağımız, gökyüzümüz kötülüğün işgali altında gibi görünse de iyilik kazanacak. İyilik, Peygamber tanımlamasıyla, vicdanın onayladığı her şeydir. Vicdan hiçbir mantıksal açıklamayı rüşvet olarak kabul etmez, o yüzden her nefis, ne ile Rabbinin huzuruna çıkacağını çok iyi bilir. Onca kitap yazılmış, her yer bilgi deryası ama kim nereden ne alacağına vicdanıyla karar verir.

Herkeste bir telaş görüyorum. Rabbimden bütün kalbimle sükûnet diliyorum. Ama ahir zamanın kaçınılmaz karmaşası gibi geliyor bunlar. “Akıl muhafazası ve ruh sağlığı en öncelikli meselem olmalı” diye düşünüyorum. Sonra da “Ben iyiliğin mi, kötülüğün mü temsilcisiyim?” sorusuna net bir cevabım olmalı. Eğer iyiliği seçmişsem her duygum, her fikrim, her zikrim, her hareketim ona göre olmalı. Biraz öyle, biraz böyle değil. Yediğime içtiğime dikkat etmem gerek; akıl sağlığıma, beden ve ruh sağlığıma zarar verecek bir yiyecek-içecek benim soframda olmamalı. “Kimlerle ne konuşuyorum, nerelerde zaman harcıyorum?” diye oturup düşünmeliyim.

Dününü ve yarınını düşünemediği için bir hayvanın canı insana helâldir. İnsanoğlunun farkı geçmişi ve geleceği fark edebilmekse, oturup kendi tarihini araştırmalı. Dostunu düşmanını tanımalı, yarınını ve ahiretini aklından bir an bile çıkarmamalı. İnsanın gönlünde bir süzgeç olmalı ve her önüne gelene bakmamalı, her sözü dikkate almamalı.

Bu yazım belki diğerlerinden daha sert rüzgârlar estirecek ama olsun, bazen de böyle sert esmeli rüzgâr. Karşı çıktığımız bir fikir varsa kibar bir netlikle anlatmalıyız; illâ saldırmaya gerek yok. Gürültülü bir ortamda kalınca “Susun!” diye bağırsam, birçok insan aynı şekilde bağırsa sessizlik sağlanmaz, sadece gürültü çoğalır. Hepimizin şikâyet ettiği şeyler belki şikâyet değil de bir çeşit övünmedir, ne dersiniz? “Z kuşağı” diye adlandırılan yavrularımız, aşırı ilgi ya da ilgisizlikten dengelerini kaybediyor ve onlara kendilerini savunsunlar diye yüklediğimiz özgüven, aslında şımarıklık ve saldırganlığa dönüşüyor. Hâlbuki çocuklar sadece güvenli ve istikrarlı, sevgi ve huzur dolu bir yuva isterler.

Biraz sadeleşmeye, yetinmeye, düşünmeye, samimiyete ve maneviyata davet ediyorum insanlığı. Bugün hava rüzgârlıydı; yollar, yamaçlar ve ağaç dalları poşetlerden geçilmiyordu. Gönlümüzün kirini gördüm yollarda. Trafikte, çarşı pazarda, ekranda, evde kötülüğün daha çok yer kapladığını üzülerek seyrediyorum. Bir anlık hayâle çağırıyorum sizi. Sadece bir gün, dünyadaki bütün insanlar sadece iyiliği düşünsün ve kendi kusurlarını arayıp başkalarını hoş görsün, gülümsesin ve güzel şeyler için koştursun. Ne kadar ütopik kaldı, değil mi? Ne kadar da imkânsız gibi göründü gözünüze. Demek ki kötülük dünyanın kaderinde var ve kaçınılmaz bir savaşın tam ortasındayız. Öyleyse tarafımızı belirlemeliyiz.

Eğitim sistemimizle ilgili birkaç tespitimi dile getirmek isterim. Çocuklar ve gençler bıkana, hatta nefret edene kadar okulda tutuluyor. Ailesiyle, akrabasıyla, komşusuyla zaman geçiremiyor. Kitapların bedava olması, eğitimin liselerde zorunlu olması akıl kârı değil. Bilginin değeri kalmıyor, isteyen istemeyen aynı ortamda kalıyor. Bir Allah’ın kulu gelsin, bu çocuklara ne hissettiklerini sorsun. Hani eğitim-öğretim olumlu yönde yapılan kalıcı izli davranış değişikliğiydi. Eğitimsiz öğretim yapılan ve ucunda sadece para hedefi olan bir yarış ve eleme ortamı olan okullarda nasıl bir nesil yetişir?   

Bir şeyler ters gidiyor ama aslı astarı görülmüyor. Ekranlardan şiddet, entrika ve iğrençlik akıyor ve “Toplum neden bozuk?” diyerek dövünüyoruz. Sokağa “sabır”, caddeye “sevgi”, aparmana “saygı” adı vermekle değerler eğitimi verilmez ki. Kaynağına ulaşıp kesmedikten sonra o kirli su hep akacak, buna ahlâk mı dayanır? Kim “İyiyim” diyorsa, kendi etki ve yetki alanını iyiye kullanmalı, başka türlüsüne aklım ermiyor.

Öncelikle güvenmek lâzım ama tedbiri elden bırakmadan. Dürüstlüğe muhtacız; güven duymaya, sevgiye, saygıya… “Keşke yüz yıllar önce doğsaydım” dediğim olmuştur ama hemen vazgeçmişimdir. Her zamanın kendine göre çilesi de var, güzelliği de. Kıyametin ayak seslerinin duyulduğu bir devirde her şeyle yüzleşmek zorunda kalmak hiç kolay değil. Ama demek ki bu zaman için yaratılmışız. Yine de huzurluca seccâdesini serebilir insan. Hiç tanımadığı insanlara merhamet gösterebilir, israftan kaçınabilir, güzel cümleler kurabilir, işini itina ile yapabilir, hâline şükredebilir, dua edebilir, gayret edebilir.

Modern olmak zamana ayak uydurmaktır. Ve güzeldir de yerine göre. Ama teknolojiyle iç içe olmak her tehlikeye maruz kalmayı gerektirmez. Seçici olmak, içeriklerin üretildiği merkezde neler olup bittiğinin farkında olmak gerek. Yapay zekâdan ve robotlardan ürküyoruz ya, aslında mekanikleşen, robotlaşan, etten kemikten oluşan kendimizden yana endişe etsek yeridir. Dünyanın zor dönemlerine rastgelen hayatımızın da yine hikmetinden sual etmiyorum. Sadece ümitli, inançlı ve kararlı bir hayat için gayretimi sürdürüyorum.

İnsanın uyandığı andan itibaren tekrar uykuya daldığı ana kadarki bir tek günü, bütün ömrü demektir. Bir gün, bir ömür demektir. Sonra yine uyanır, yine bütün fırsatlar yeni günde ayağına serilir. Bir şeyler yapmak için gün, bu gündür. Ve an da bu andır. Hemen şimdi!