BİR şiir dünyası
tahayyül edin ki, adım attığınız andan itibaren sizi çiçek bahçesiyle
karşılasın. Çaldığınız her kapı, girdiğiniz her sokak, selâm verdiğiniz her
edip size elvanlı, reyhanlı, mânâlı çiçekler sunsun. İşte bu gizemli dünya, Dîvan
şiirinin ve şairinin dünyası!
Çiçekler,
hemen hemen bütün medeniyetlerde soyut ve somut özellikleriyle dikkatleri
üzerine çeken unsurlar arasında yer alır. Bizim medeniyetimizde daha özele
indirgeyerek düşündüğümüzde, Klasik Türk şiirinin hüküm sürdüğü devirde
çiçeklerin birçok çeşidi şiire malzeme olarak tercih edilmiş ve onlarla bu
güzide ürünlere renk katılmıştır.
Dîvan
şiiri, teşbih ve istiare üzerine oturtulmuş bir şiir geleneğidir. Özellikle bu
geleneğin başkahramanları olan sevgili ve âşığın tasvirinde çiçekler birer
teşbih ve istiare unsuru olarak karşımıza çıkar. Şair, onları anlatırken çoğu
zaman isimlerini söylemeye dahi lüzum görmez. Beytin penceresinden el sallayan
bir çiçeği gördüğümüzde kastedilenin kim olduğunu bir çırpıda anlayıveririz. Bu
anlayış ve kavrayışın sebebi ise geleneğin çiçeklere yüklemiş olduğu mânâ
denizidir.
Klasik
şiirin başlangıcından itibaren malzeme olarak en çok tercih edilen çiçekler “gül,
menekşe, sümbül, lâle ve nergis”tir. Elbette bu liste uzayıp gider. Çünkü bu
çiçekler üzerine nice şiirler yazılmış, nice dîvanlar dizilmiştir. Sonraki
devirlerde ise oluşturulan bu ürünler edebiyat dünyasının dikkatini çekmiş ve
birçok araştırmaya konu olmuştur. Biz de bu yazımızda “Tam mevsimidir!” diye
düşünüp yolculuğumuza “nergis”i yoldaş olarak tercih ettik.
Nergis,
yüzyıllar boyu anlatılagelmiş efsanelerde başrolü oynamış bir çiçektir. Hem
Yunan mitolojisinde, hem de Şark mitlerinde bu nazenin çiçeğe rastlamak
mümkündür. Dîvan şairlerinin onu niçin ve ne şekilde işlediğini anlayabilmek
adına bu efsanelere kısaca değinmekte fayda olduğunu düşünüyoruz.
Narkissos
hikâyesinde üç ana karakter bizleri karşılamaktadır: Narkissos, Ekho ve
tanrılar… Narkissos, nehir tanrısı ile su perisinin oğludur. Uzun bir hayat
sürmesi için yapması gereken, kendisine hiç bakmamasıdır. Ekho ise
dedikoduculuğu nedeniyle cezalandırılmış ve kendi adına konuşması yasaklanmış
bir su perisidir. Belli bir yaşa geldikten sonra Narkissos’u görür ve ona âşık
olur. Lâkin bu aşk Narkissos’ta yankı bulmaz. Belki de o güne kadar yaptıklarının
cezasıdır bu karşılıksız aşk. Çünkü güzelliği ile dillere destan olan bu genç
kıza o güne kadar birçok delikanlı âşık olmuş ve karşılık görememiştir. Aşkına
istediği cevabı alamayan Ekho, bu dertle günden güne eriyerek içine kapanmış ve
kara sevda nedeniyle ölüp gitmiştir. Ölmeden önce ise kendisine bu derdi reva
gören Narkissos’a aynı durumu yaşaması için bedduada bulunmuştur.
Ekho’nun
yakarışlarını duyan tanrılar, bu çığlığa duyarsız kalamamıştır. Narkissos’un bu
denli kibirli olmasına çok öfkelenmişler ve ceza olarak onu, kendi görüntüsüne
âşık olmaya mahkûm etmişlerdir.
Güneşli
bir yaz gününde avlanmaya çıkan Narkissos, ıssız bir pınarın başına gelip
susuzluğunu gidermek için suya eğilmiştir. Bu esnada suda aksini görmüş ve
kendi görüntüsüne âşık olmuştur. Suda gördüğü yansımasına dokunmak için suya
ellerini her daldırdığında suda oluşan hareler onu görünmez yapmıştır. Kimseyi
sevmediği kadar kendisini seven ve âşık olan Narkissos, yemeden içmeden
kesilmiş ve günlerce sadece kendi görüntüsüne hayran hayran bakarak dokunmaya
çalışmıştır. Günden güne eriyen Narkissos’un bedeni buna dayanamamış, bir
çayıra gidip yorgun başını çayırlığa dayamış ve kendi güzelliğine hayranlıkla
bakarak oracıkta ölüvermiştir.
Narkissos’un
ölüm haberini alanlar hemen yanına koşmuş, bütün çabalarına rağmen bedenine ulaşamamıştır.
Onun öldüğü yerde daha önce hiç görmedikleri sarı renkli bir çiçek açmış ve
onun anısına bu çiçeğe “Narkissos (Nergis)” adını vermişler.
Dilden
dile dolaşan bu efsaneden hareketle Dîvan şairleri de güzelliğin ve güzelliğe
hayranlığın timsali olan bu çiçeği vazgeçilmez bir malzeme olarak görmüşlerdir.
“Nergis” isminin yanında kimi zaman “abher”, kimi zaman “zerrin-kadeh”
sözcüklerini de tercih etmişlerdir. Bu nazenin çiçek, “daha çok beyaz ve sarı
renkli taç yaprakları, çiçek kısmının yuvarlak olması, suya ihtiyaç duyması,
taç yapraklarının yere yakın ve eğik olması, kokusuz ve meyvesiz olması, ince
ve zarif görüntüsü” ile kullanılmıştır. Nergis, Klasik Türk şiirinde daha çok
“sevgilinin gözü” ile benzerlik ögesi olarak değerlendirilmiştir. Şekli ve
renginden dolayı taç ve kadeh gibi eşyalara teşbih edildiğine de
rastlanılmaktadır.
Nergisin
akla gelen ilk sıfatları, mest ve mahmur oluşudur. Sevgilinin gözleri de tıpkı
nergisler gibi bu özellikleri sayesinde âşığı etkisi altına almakta, onu
kendinden geçirmektedir. Dîvan şiirinin önemli isimlerinden olan Fuzuli’nin
beytinde bu kullanıma örnek verildiğini söyleyebiliriz: “Harab-ı cam-ı ışkım
nergis-i mestin bilir halim/ Harabat ehlinin halin yürü hammar olandan sor.”
Şair,
söz konusu beyitte aşk meclisinin perişanı olduğunu dile getirmiş ve bu hâlini
mest nergislerin bileceğini belirtmiştir. Bu kullanımla virane hâline sebep
olarak sevgilinin nergis gözlerini göstermiştir. İkinci dizede ise kendisini
harabat ehli olarak nitelendirmiş ve durumunu anlamak isteyenlere kılavuz
olarak hammarı (meyhaneci) salık vermiştir. Fuzuli’nin asıl gayesini
vehmedebilmek adına kullandığı kelime ve kavramlara iki boyutlu yaklaşmak
gerekmektedir.
Âşık,
bir Hakk yolcusudur. Sevgilinin gözleri ise âşığı yolundan çeviren, gaflet
şarabı içiren, onu hakikatten uzaklaştıran birer yol engelidir. Âşık, yoluna
çıkan bu engelleri görebilir ve imtihandan başarıyla geçebilirse Hakk’a ve
hakikate vasıl olacaktır. Başka bir açıdan baktığımızda âşığa engel teşkil eden
bu güzellik unsurunun aslında onu Hakk’a götüren güzellikler olduğunu da
söyleyebiliriz.
“Câm-ı
la’lîn al ele sen dahi sâkî bâga gel/ Nergis-i zerrin-kadeh almışken ele
zer-kadeh.”
Ele
alacağımız bu beyit ise Klasik Türk şiirinin tanınmış isimlerinden Sehî’ye
aittir. Günümüz Türkçesine göre beyte baktığımızda, “Sâkî (içki sunan) altın
kadehli nergis, eline altın kadeh almışken sen de lal renkli kadehi alıp bağa
gel” anlamı ortaya çıkmaktadır. Şair, sarı renkli nergisin açmış hâlini altın
kadeh olarak tasavvur etmekte, sevgiliye seslenerek buna karşılık olarak
kırmızı renkli kadehi alıp bağa gelmesini istemektedir. Buradaki kavramlar da
hem zahir, hem de batın örüntüsüyle işlenmiştir. İletiyi ortaya çıkarabilmek adına
üzerinde durulması gereken en önemli kavram, kadehtir. Sarı ve kırmızı
renklerin sıfat olarak tercih edilmesinden hareketle, kadehle kastedilenin
sevgilinin dudağı olduğunu söyleyebiliriz. Âşık, aşk bağında sevgiliyle bir
araya gelecek ve onun dudağına vasıl olduğunda hakikate erişecektir. Çünkü
sevgilinin dudağı, Hakk yolcusu için hakikat pınarıdır.
Verdiğimiz
iki örnekten hareketle, nergisin bir güzellik olduğunu söyleyebiliriz. Bu
güzellik, gölgenin gölgesi olan bu âlemde hakikî güzelliğin bir yansımasıdır. Dîvan
şairleri, ondaki yansımanın güzelliğini vehmetmiş olmalı ki bu emsalsiz
güzelliği ellerinden, dillerinden ve gönüllerinden düşürmemişlerdir.