Güzeli bulmanın yolu: Güzel bulmak

Oysa güzeli bulanlar için güzel değişmez; güzel, mutlak güzeldir. Biz beğensek de güzeldir, beğenmesek de. Muhtemelen beğenmeme gibi bir lüksümüz olmayacaktır, ancak zaten beğendiğimiz için o güzel olmayacağından ve aksine o güzel olduğu için biz beğenecek olduğumuzdan, güzel, zamansız da güzel olacaktır.

“İYİLEŞEREK İyileşiriz” başlıklı yazımızda insanlık olarak ancak karşılıklı yapacağımız iyiliklerle daha iyi olabileceğimizi, daha iyi bir noktaya ancak iyilik yapmanın bir sorumluluk, gereklilik ve hattâ fıtratımız gereği zorunluluk olduğunu fark ederek gelebileceğimizi ifade etmiştik…

Daha sonraki yazımızda ise “fark etmek” üzerine dikkatleri yoğunlaştırdığımız ve temelde insan olmanın temel argümanlarına değindiğimiz, merkezde insanın ve yaşamın olduğu bir daire etrafında dolanmıştık…

Bu yazımızda da aynı daire etrafında gezinmeyi sürdürmeyi umuyoruz. Nitekim niyetimiz, açıklanması zor olan “iyi”, “güzel” ve “doğru” gibi kavramların kıyısından da olsa geçmektir.

Bilindiği üzere bir şeyi, hele bir kavramı açıklamak, onu bir anlamda da sınırlandırmaktır. Açıklamaya çalıştığımız somut veya benzer argümanlarla o şeye sınırlar çizmek, bizi ona ulaştırmasa da onu hissedebilmemiz adına yardımcı olur. Aslında bir şeyi açıklarken “Her şey zıttı ile kaimdir” sözü ile yola çıkmak, bize ileri düzeyde bir başlangıç imkânı sunar. Çünkü yaratılan her şey -tam olarak- ancak zıddıyla idrak edilebilir, değer bulur ve kimliğini gösterir. Bu sebepledir ki, iyiden bahsederken kötüye, güzelden bahsederken çirkine, doğrudan bahsederken çirkinliğe değ(in)meden geçmek sürekli bir eksiklik meydana getirir ve özü itibarıyla olanaksızdır.

Her kavram, çözümleme gereği bazı sorular üretmemizi sağlar. Geçen bölümde, “Maharet cevap vermekte değil, soru sormakta” dememizin sebeplerinden biri de buydu. Bu yolculukta bazen öyle sorularla karşılarız ki cevabı basit gibi gelen karmaşıklığı içinde barındırır ve bu tür sorular da genel olarak çözüm başka soruların üretimiyle sağlanır. Misâl, “Güzel nedir?” sorusu…

Pek çok farklı alanda birçok farklı uzman bu ve benzeri soruya ne denli zaman ayırmış ve ortaya ne kadar muhtelif cevap sunmuştur acaba?

Konuya dair bilinenlerden gitmek gerekirse, iyi etikle, güzel ise estetikle bağdaştırılır. Peki ya doğru?

Elbette etik ve estetik arasında kopmaz bir bağ söz konusudur. Buna binaen olacak ki, eskiden iyi ile güzel, aynı anlamlarda kullanılabilmekteymiş. Yani güzel olan iyi, iyi olan da güzel olarak yorumlanabilirmiş. Hattâ “hayr-u hasenat” (iyilik-güzellik) kavramının kullanımı da bu birlikteliğin göstergesi olsa gerek.

Günümüzde ise bu kavramlar oldukça farklı anlamlarda kullanılır hâlde. Nitekim iyi olan çirkin olabiliyor ya da güzel olan kötü. Akabinde, her faydalı olanın iyi olarak addedilmesi gibi bir durum da söz konusu. Hattâ bir adım daha öteye gidersek, çoğunluğun güzel kabul ettiği ne ise o güzel oluyor. (Güzellik yarışmalarında oylar sonucu seçilenler, festivallerde yine çoğunluğun oy verdiği filmler…)

Bu sebeple akıllarda bir soru beliriyor olsa gerek: Güzel, biz güzel bulduğumuz için mi güzeldir, yoksa özünde güzel olduğu için mi? Bu soruya bağlı olarak, ikinci bir soru da şu: Güzel öznel midir, nesnel mi? Yani güzel, “Zevkler ve renkler tartışılmaz” anlayışıyla kişiden kişiye değişebilir mi?

Kanaatimce zevkler de, renkler de karşılıklı tartılabilir yani tartışılabilir. Mesele, kimin nasıl tarttığına bakmaktadır. Şöyle ki; güzel olana, güzel olduğundan ziyâde onu beğendiğimiz için “Güzel” demekle birlikte, aslında güzel olduğu için onu beğendiğimiz nüansında göz ardı ettiklerimiz vardır.

Bir şey beğendiğimiz için güzel, beğenmediğimiz için çirkin olur zannederiz. Oysa güzel zaten güzeldir ve biz bunun için beğeniriz. Ya da çirkin zaten çirkindir ve biz bu sebeple beğenmeyiz. Dediğimiz gibi, yeter ki kimin nasıl tarttığının ayrıntısını kaçırmayalım…

Güzeli bulmak zahmetli iştir. Bu zahmetli yolculukta yol, güzel bulmaktan geçer. Yani insan güzel bulmak gayreti ile olayları karşılar, insanlara hitap eder ve onları dinler, kısacası güzel bulmakla yaşar hayatını. Bu süreçte güzeli bulamadığından defalarca yanılabilir, hatâya düşebilir. Fakat her düşüş ve her defasında bir gayretle tekrar kalkış, aslında güzele bir adım daha yaklaştırır bizi. Güzele ulaşmak yetersizdir, lâkin şimdilik ilk hedefimiz güzeli bulmak ya, bu sebeple ötesini o vakit geldiğinde tecrübe etmiş şekilde aktarmayı dileyelim…

Velhasılıkelâm, güzel bulmalar değişkenlik gösterir, kişiden kişiye farklı yorumlanır. Bu süreçte insanlar hep güzeli bulduklarını zanneder ve hiç şüphe etmeden güzelin de bizzat beğendikleri için güzel olduğu kanısına varırlar. Oysa güzeli bulanlar için güzel değişmez; güzel, mutlak güzeldir. Biz beğensek de güzeldir, beğenmesek de. Muhtemelen beğenmeme gibi bir lüksümüz olmayacaktır, ancak zaten beğendiğimiz için o güzel olmayacağından ve aksine o güzel olduğu için biz beğenecek olduğumuzdan, güzel, zamansız da güzel olacaktır.
O hâlde mesele güzel bulmak mı, güzeli bulmak mı? Elbette güzeli bulmak! Fakat güzeli bulmanın yolu da “güzel bulmak”…