“ŞÜPHESİZ Ben, güzel ahlâkı
tamamlamak için gönderildim” hadîs-i şerifinde de belirtilmiş olduğuna göre,
Nebîler Nebîsi Nûr-u Muhammed (sav), ilk insan ve ilk nebî olan Âdem Peygamber’den
(as) itibaren yeryüzüne gönderilmiş tüm peygamberlerin ahlâklı olması sebebiyle,
iyiliği ve güzelliği göstermek, öğretmek ve Allah'ın koyduğu kuralları bizlere
bildirmiş, diğer peygamberlerin üzerini tamamlayan ve kuşatan bir peygamber
olarak gönderildiğini ve ahlâkın önemini böylece hatırlatmıştır.
Ahlâk,
insan fıtratının yaratılışta var olup kalbin ve ruhun terbiye edilmesiyle
ortaya çıkan bir davranış şekli ve meziyetidir. Güzel ve övülesi huyların
bireyde görülmesi ve toplumda değer olarak karşılık bulması, hem birey, hem de
toplum ahlâkının en önemli göstergesidir. Ahlâk önce ailede başlar, sonra
topluma sirayet eder.
Âlemde
her ne yaratılmışsa, zıddı ile kaimdir. Yani zıddı ile mevcut olup zıddını da
kendisi ile birlikte barındırır. İyi-kötü, doğru-yanlış, zenginlik-fakirlik,
varlık-yokluk, güzel-çirkin, başarı-başarısızlık, adalet-zulüm, faydalı-zararlı,
dostluk-düşmanlık gibi örnekler çoğaltılabilir. Bunlar da birbirleriyle anlam
kazanır. Tek taraflı olamayacağına göre, bunun mutlaka bir karşılığı olmalıdır.
Aradaki farkı anlamamız için zıddı ile karşılaştırma yapmalıyız ki doğru olan
ne ise, ona ulaşıp, ona göre hâl ve hareketlerimizi ortaya koymalıyız.
Yaratılışta
hiç kimse kötü olarak yaratılmamıştır. Çünkü Yaratan güzeldir, güzelliği sever,
güzel olanı, iyi olanı, ahlâklı olanı sever. Yûnus Emre demiyor mu
"Yaratılanı severim Yaratandan ötürü" diye? İyilik, güzellik,
doğruluk gibi, bunları içinde barındıran güzel ahlâk ruhun yapısında varken,
kötülük, çirkinlik, bozgunculuk, faydasız işler ve yanlış davranışlar da nefsin
ortaya koyduğu emarelerdir. Bu tür davranışlar zaman içinde değişkenlik gösterebilir.
İyilik, güzellik, doğruluk, çirkinlik kavramı da kişiler üzerinde görecelidir:
Kime göre iyi, kime göre doğru ya da kime göre yanlış?
Birinin
iyi/güzel gördüğünü başkası iyi veya güzel görmeyebilir. Başkasının “Doğru”
dediğine bir başkası “Yanlış” diyebilir. Bu, kişinin olaya nereden ve nasıl
baktığına, yetiştiriliş tarzına, eğitimine, yaşadığı toplumdaki kültür, gelenek
ve göreneklerine, ahlâk yapısına, anlama yetisine, hatta olayı veya
karşısındakini nasıl görmek istediğine bağlıdır. Bunları belirli kalıplarla
sınırlamamız mümkün değil. Nitekim herkes fıtratına göre hareket eder.
Bir
derviş hikâyesi
Dervişin
biri, suya düşen akrebi kurtarmak ister, elini uzatınca akrep sokar. Derviş
tekrar dener, akrep yine sokar. Bunu görenler dayanamaz, dervişe, "İyilik
yapmak istediğin hâlde sana zarar verene daha niye yardım edersin?" derler.
Dervişin cevabı manidardır: "Akrebin fıtratında sokmak var, benim
fıtratımda ise yaratılanı sevmek, merhamet etmek… O fıtratının gereğini yapıyor
diye ben fıtratımı niye değiştireyim?"
Elbette
akrebin yaratılışında kendine yanaşanı sokmak vardır. Yani karşısındakinden
kendini korumak amacıyla zarar verebilir. Akrebin yaratılış olarak zarar verme
içgüdüsü olamaz. O, sadece kendini koruma içgüdüsüyle hareket eder. Zarar
vermek, insan nefsine ait bir şeydir. Bunu insan üzerinden değerlendirdiğimizde,
insanın kötülük üzerine yaratıldığı anlamı da çıkmaz. Yukarıda da belirttiğimiz
gibi, insan davranışları zaman içinde değişkenliğe uğrayabilir. İyiyken kötü,
kötüyken iyi, ahlâklıyken ahlâksız birine dönüşebilir insan.
Bizim
istediğimiz, iyiliklerle, güzelliklerle ve doğruluklarla dolu bir yaşam. Bunu
sağlamak için de hem kendimizi, hem yaşadığımız toplumu iyi bir konuma taşımak
istiyorsak, buna başlayacağımız eğitim yeri önce aile, sonra okul ve daha sonra
da iş hayatıdır. Bizler iyi ve ahlâklı olursak, karşımızdakinin de iyi
olacağını, ahlâklı olacağını düşünürüz.
Her
ne kadar bunu iyi niyetle düşünsek de, yaşadığımız toplumda bu tür iyi
davranışlarla karşılaşmamız zorlaşıyor. Bir toplumda din ve ahlâk çöküşü
başlamışsa, orada iyiliğin, güzelliğin, adaletin olması beklenemez. İnsan,
beden ve ruh ile bir bütündür; bu bütünlük, güzellik ile çevrelendiğinde
tamamlanır. Dış güzellik her ne kadar göreceli olsa da, ruh güzelliği,
gösterilen hâl ve hareketlerle, davranış şekliyle her kesimde karşılığını aynı
ölçüde bulabilir. Çünkü ahlâk kurallarının sınırları bellidir; bu sınırları
aştığınızda herkes tarafından “ahlâksız” olarak damga yemeniz kaçınılmazdır. Bu
devrede cüz'î irade ortaya çıkıyor; doğruyu yanlışı ayırt eden, haklıyı haksızı
gören kişi, bunun karşılığında kendi iç âleminde sorgulama yaparak durumunu
güzelleştirir yahut da tamamen kötü durumlara düşüp hem dünyalığını, hem de
ahiretini mahvedebilir.
Ahlâk
sadece birey için önemli değildir. Yaşadığımız toplumun içinde bulunduğu bu dünya
için de önemlidir. Kişisel ahlâkın yanında, aile içinde, çevresinde, okul
hayatında, iş hayatında da bu durum önem arz etmektedir. Anne, baba, kardeşler,
akrabalar, öğretmenler, yöneticiler ne kadar ahlâklı olurlarsa, yetiştirilen
de, kendisine örnek olan davranışlarla aynı karşılığı verecektir. Bir patron,
çalışanlarına karşı ne kadar adil olursa, işçinin haklarını korur ve hak ettiği
karşılığı verirse, hem çalışanlarının, hem rakiplerinin, hem de devletinin
gözünde iyi bir yerde olacaktır. Bu karşılık, aynı zamanda işçi ve çalışan için
de geçerlidir. İşine zamanında gelip, işten kaytarmadan ya da haksız kazanç
elde etme uğruna yanlış yollara başvurmadan işini hakkı ile yerine getiren biri
olarak görülecektir işçi. Aynı şekilde, bir ülkeyi yöneten liderden tutun da
onunla birlikte çalışan çalışma arkadaşları ve muhalefetiyle birlikte ahlâkı
erdem edinmek, ülke, millet ve dünya üzerinde, zalimin zulmüne uğrayan
mazlumların da yararına olacaktır.
Henri
Bergson, toplumları ahlâk açısından “açık” ve “kapalı” olarak iki gruba
ayırmıştır. Kapalı toplum; töreler, kurumlar, yasalar türünden toplumsal
zorlamalarla ayakta dururken, buna bağlı olarak “katı toplumsal yaptırımlara,
yükümlülük ve ödeve dayanan, geçmişin değerlerine sıkı sıkıya sarılan tutucu
bir ahlâk (kapalı ahlâk) yapısına sahiptir”. Sürekli aklın gözetiminde olan,
zekâdan beslenen ahlâk, kapalı toplum ahlâkıdır. İnsanın kendini güvence altına
almak istemesinden ötürü törelerin/yasaların buyurduğu, ödevlerle kuşatılan bu ahlâk,
"özgürlük" değil, "katı kurallar"ın hüküm sürdüğü bir yaşam
biçimidir.
Açık
toplum; baskı yerine özgürlüğe başvuran, "sevgi"yi temel ilke edinmiş
toplumdur. Bireyi ve evrenselliği öne çıkaran, eskiyi aşıp insanlığı ileriye
götürme amacı taşıyan, özgürlüğün hüküm sürdüğü (açık ahlâk) bir yapıya
sahiptir. Sezgiden kaynaklanan, sezginin itici gücünü kullanan, içinde sevgi
ile özgürlüğün hüküm sürdüğü ahlâk ise, açık toplum ahlâkıdır. İnsanın içinde
taşıdığı yaşama heyecanından filizlenen, insanın yaşama zorunluluğunun bir parçası
olan yaratma içgüdüsü ile yakından ilişkili olan bu ahlâk, yalnızca ermişler ve
kahramanlar tarafından yaşanır. "Yükümlülük", "ödev
tanırlık", "yasa" gibi zorlamalar yoktur.
Bu
açıdan baktığımızda, bu fikirlerin elbette tartışılır tarafları olabilir. Kendi
toplumumuz açısından bir karşılığı var mıdır, bunu da herkes kendince
sorgulayabilir. Çağdaş ve özgür olacağız diye bazı değerlerimizi, gelenek ve
göreneklerimizi, hatta dini olgularımızı bertaraf edemeyiz. Her toplumun
kendine göre bir ahlâk anlayışı, olgulara bakış açısı ve dinen yaklaşımı vardır.
Kendi kültürümüzde çağdaşlığı ele aldığımızda, kendi ulus görüşümüzü, toplum kimliğimizi
kaybetmeden, gelenek ve göreneklerimizi de yok saymadan, “Nasıl ahlâklı bir
toplum/bireyler olunur?” sorusunu dikkate almamız gerekir.
Yozlaşmadan, çağın gerektirdiği şekilde toplum vicdanını yok saymadan, etik anlayışın dışına çıkmadan, modern bir insan olarak inandıklarına göre hareket edip çıkarlarına göre hareket etmemek için ahlâkı en önemli erdem görerek, hayatın kodlarına işleyip üzerine giyinmeli insan.