
SON dönemlerde İran, Azerbaycan’ın
Ermenistan’la yaptığı Karabağ Savaşı’nın kendisini ne kadar üzdüğünü ve ne
kadar incittiğini, Ermenistan’ın değil de aslında İran’ın yenildiğini ortaya
döker bir şekilde gösteriyor.
Azerbaycan
sınırına askerî yığınak yapıp Ermenistan’a askerî sevkiyat yapması yetmiyormuş
gibi, bir de bunlara ilâve olarak Azerbaycan’a yönelik değişik mevkideki sivil
ve askerî bürokratların yanında siyasileri vasıtasıyla ardı ardına verdiği
demeçlerle Azerbaycan’ı tehdit etmeye devam ediyor.
İslâm
dinini kabul ettikten sonra ne hikmetse İslâm’a göre dost ve düşman tanımlaması
yapması gereken İran, hiç de öyle bir tanımlama ile yoluna devam etmedi. Pers İmparatorluğu’nun
tanımlaması ile yoluna devam etmeyi tercih eden İran, bu tanımlama ile günümüze
kadar geldi.
Ehl-i
Beyt’e düşmanlığı ifrat seviyesinde olan İran, Sünnî İslam âlemini birinci tehlike
ve düşman olarak gördü ve ona göre davrandı her zaman. İran, günümüzde de Irak,
Suriye, Yemen ve diğer İslâm ülkelerinde çıkardığı iç karışıklıklara
baktığımızda, “Eğer İran varsa başka düşmana gerek yok” algısını pekiştirmek
için elinden geleni hiçbir zaman ardına koymadı.
İran
yönetimine hâkim olan zihniyetin dini İslâm değil, Şia gibi duruyor. Evet, yanlış
okumadınız, “Şia dini” dememiz için bizi zorlayan kendileri…
Çünkü
İran yönetiminin İslâmî hassasiyetlerle politika belirlediğine şahit olamadık
henüz. Adı her ne kadar “İran İslâm Cumhuriyeti” olsa da bu böyle!
Sanki
İslâm âlemine karşı yaptıkları ve yapacaklarını perdelemek için bu ismi
seçmişler; “İran Şia Cumhuriyeti” deselerdi biz de işimizi net bir şekilde
anlamış olurduk. Ömrümüz Tahran yönetiminin kurnazlıklarını anlamaya yetmeyecek
anlaşıldığına göre…
Hiç
küffarla mücadele ettiğine tanık olmadık İran’ın. Küffar memleketlerine sefer
düzenlediğine de şahit olamadık. Hep İslâm ülkelerini karıştırıp durdu kurulduğundan
beri. Osmanlı İmparatorluğu’nun içini karıştırmakla meşgul olmuştu asırlarca, şimdi
ise Türkiye, Azerbaycan, Türk cumhuriyetleri ve diğer İslâm ülkelerini
karıştırmakla meşgul. Ve bunu severek, isteyerek, âdeta görev aşkı ile yapıyor
bıkmadan ve usanmadan!
İran’ın
bu seferki gerekçesi, “Azerbaycan, kuzeyimize İsrail’i taşıdı” iddiası. İddia
bu, ancak esas İran’ın canını yakan, Türkiye’nin Azerbaycan’la bir araya
gelmesi ve karayolu ile bağlanarak oradan Türk cumhuriyetlerine uzanması. İran’ın
Türkiye’ye olan düşmanlık seviyesine İsrail’e olan düşmanlığı çıkamamış ve söylemden
eyleme de geçememiştir. İsrail’e karşı, kurulduğundan beri hiçbir zarar verici
eylemde bulunmamıştır. Ancak bunu kullanarak İsrail’in çevresindeki bütün İslâm
ülkelerinde kargaşa çıkarmakta hep başı çekmiştir ve çekmeye devam etmektedir. İsrail,
İran’ın bu faaliyetlerinden zarar görmek bir yana, ciddî bir şekilde
faydalanmakta ve memnun olmaktadır.
Hâlbuki
Tahran yönetiminin, camdan evi olan hiç kimsenin başkasının camına taş atmaması
gerektiğini bilmemesi mümkün değildir.
Ancak
Tahran yöneticileri hiçbir zaman bu sözün gereğine göre hareket etmemektedirler.
Kendi nüfusunun büyük bir çoğunluğu Azerbaycan Türk’ü olmasına rağmen İslâm
ülkelerini Şiî nüfusları üzerinden vurmakla meşgul Tahran yönetiminin bu
politikaları, önünde sonunda kendi başına çorap gibi örüleceği aşikârdır.
Bu
dünya, etme bulma dünyasıdır neticede!
Tahran
yönetimi, Azerbaycan’la ilgili bu son manevrasında esas yumruğu Türkiye’ye
vurmuş olacak Şark kurnazlığı ile. Türkiye’nin bu kadar tehdide maruz kaldığı
bir zamanda Türkiye lehine bir açıklamasını duyamadık Tahran yönetiminin. Ve
İran, başı belâya düşerse Türkiye’nin yardımına koşacak ilk ülke olan
Azerbaycan’ı meşgul ederek, Türkiye’yi zor durumda ve tek başına bırakmak adına,
ABD, Rusya, İsrail ve Avrupa ülkelerine son bir iyilik daha yapmış olacaktır
bence. Tahran yönetimi bunun gayretindedir.
Doğrudan
Türkiye’yi hedef alması mümkün değil; çünkü Türkiye, değişik plâtformlarda hep
İran’ı desteklemiştir. İran ise bu iyiliklerin karşılığını “kendisine yakışan”
bir şekilde ödeme gayretindedir.
Herkes
kendisine yakışanı yapar, ne diyelim… Allah ıslah etsin!