Güven her şeydir!

Günümüzde FETÖ ve PKK kaynaklı ayrışmalar meyvesini vermiş, süreçteki malzeme devlete karşı kullanılmış ve devlete güven zafiyete uğramıştır. Adalet, sağlık, çok büyük ümitlerle pompalanan eğitim ve ekonomi gibi temel taşlar yerinden oynamıştır. “Kalkınma” ve “büyüme” gibi kelimeler büyüsünü yitirmiş, toplumsal umutsuzluk hızlıca yayılmıştır.

MİLLETİN birbirine ve devlete güveninin kalmadığı bir noktada “Güven Her Şeydir!” başlıklı bir yazı yazmak zor. Zor, ama mümkün!

Hele ki “bekâ”dan söz ediyorsak -ki son dönemde sürekli bunu yapıyoruz- kesinlikle mümkündür. Bu milletin tek bir ferdinin bile vatanı yüreğine gömüp başka diyarlara bayrak açacağına en küçük bir ihtimâl vermezken geldiğimiz nokta, elbette hayret vericidir. Durumun kabûl edilmesi de elbette çok ağırdır.

Memleketin dibine dinamit koyan, kendi evlâdını, yarınını gözünü kırpmadan bombalayan ve ardına bakmadan okyanusları geçip müreffeh bir hayatla kucaklaşanların vicdan yoksunu varlıklarını “düşünmek” bile utanç vericiyken, bu senaryoyu arsızca yazan ve utanmadan oynayanların hâline şâhitlik etmenin basıncı tarife sığmamaktadır.

Çok bilinmeyenli kaotik bir denklemle karşı karşıyayız velhâsıl. Ancak her problem gibi bunun da bir çözümü var.

Başımıza geleni, daha doğrusu başımıza çörekleneni, daha da acımasız bir ifadeyle “başımıza getirdiğimiz”, yıllarca adetâ el birliğiyle davet ettiğimiz o menfûr olayı 15 Temmuz 2016 Cuma gecesi saat 21:00’a bantlamak, bir manipülasyondan ibarettir. Ve meseleyi basitleştirmekten başka bir işe yaramaz! Değil son üç yıla, son otuz üç, son kırk üç yıla bakmak lâzımdır ama bu da yetmez! Tarihimizin tamamına bakmak gerektir.

Anadolu’ya, hattâ Orta Asya’ya gelişimizden itibaren süregelen düşmanı yok saymak, açıkça kimliğimizden vazgeçmek demektir. Gücümüzü, varlığımızı, geleceğe dair umut ve hedeflerimizi orta yerde bırakıp kendimizi ve geçmişimizi inkâr etmek demektir. Velhâsıl, “varlığımızı yok etme savaşları”ndan biridir yaşadığımız. Tam da bu sebepten, ilk değildir! Ve “kalpleri mühürlüler” var oldukça aslâ son olmayacaktır -mâalesef-…

Türk ve Müslüman ağırlıklı bir toplumun samîmi, çıkarsız ve becerikli görünen ve bu görüntüyü kırk yıl muhafaza eden bir örgütle kandırılması pek de zor olmamıştır. Ancak devletin kandırılması ve bunun yıllar yıllar sürmüş olması derin acılar bırakmış, devletin rûhunu, milletin gönlünü yaralamıştır. 15 Temmuz’un ardından gelen ayıklama sürecinde yapılan hatâlar ve masumların içler acısı durumu, sadece bir tarafın işine yaramıştır: FETÖ…

Kırk yılda yapamadığını 15 Temmuz gecesinde de tamamlayamayan FETÖ, kuru ile yaş ayrımının yapılamamasından pek memnun bir hâlde, son raundu oturduğu yerden çiğdem çitleyerek kazanmıştır. FETÖ’nün, bu plânlı hain projenin, ABD ve İsrail’in, İngiliz’in bu büyük oyunu ve alet olanların kahrolası keyfinin bedeli ne yazık ki pek çok masum vatansever tarafından ödenmiştir. Üstelik yine ne yazıktır ki, uzun yıllar ödenmeye devam edecektir.

Güvenin kalmaması, belki de bedellerin en ağırlarından, en uzun etkilerindendir. Çünkü güven bitince inanmak, huzur, millî birlik, toplum bilinci ve ortak akıl biter. Kaynamış süt misâli, kaymak tabakamız yüzeye kolayca toplanır; bir kevgirle alınıp ayırmak ve üzerine şeker döküp yemek güzel, kolay ve ayıklayıcı olur. Ama bunun için öncelikle sütü kaynatmak gerektir. Türk milleti asırlardır defalarca kaynatılmış, defalarca kaymağı alınmıştır. Ancak o süt hiç kesilmemiştir.

FETÖ çamurunun da diğerlerinden farkı yoktur; ancak burada yapılanla, dindar kesimleri ayrıştırdığı ve toplumun bazı kesimlerinde İslâm’ı rencide noktasına gelindiği için çarpan etkisi büyük olmuştur. Devletin kandırılmış olması ve bu kelimenin PKK ve FETÖ için her iki terör örgütü adına da kullanılması, Yüce Türk Devleti’ni ve idarecilerini zayıf göstermiş, sütün kaymağı kalınca ayrılmıştır. Ve bu durum, tabakalaşmaya sebep olmuştur: Biri, devlete güvenenlerden oluşan devlete bağlı tabaka; diğeri ise, devlete yüz çevirenlerden müteşekkil devlete karşı tabaka…

Güç ve nicelik bakımından bu tabakalar zaman zaman üst ve alt olarak yer değiştirmektedirler. 

***

Devlete bağlı tabaka

Bu tabaka, üç kategoride incelenebilir: 

Birinci kategori

Teşbihte hatâ olmaz; güveni neredeyse iman etme boyutuna taşıyıp yoldan sapanlardan meydana gelir. Aslâ sorgulamazlar. Devlet başkanını hâşâ Peygamber gibi görürler. Körü körüne bağlandıkları için rahatlıkla kandırılabilirler. Sürekli alkış durumunda oldukları için fikirlerine ihtiyaç duyulmaz. Pek güvenilmezler. Ancak kolayca iç siyaset malzemesi olarak kullanılabileceklerinden ve yüksek oy potansiyellerinden dolayı önem taşırlar. Devlet yönetimine bayrak sallama, alkışlama ve oy verme dışında olumlu etkileri yoktur. Sisteme katkıları olmaz. Bu kategori sapkın, aşırı ve tehlikelidir; sürekli kontrol gerektirir. 

İkinci kategori

Sahnedeki oyuncuyu tüm hatâlarına rağmen alkışlayıp eksik ya da yanlışları kuliste söyleyenlerden oluşur. Gelişime kesinlikle katkıda bulunurlar. Ama salondaki alkıştan ötürü kuliste ne yaptıklarını hiç kimse bilmez. Ateşli birer savunucudurlar. Zaman zaman kullanılabilirler. Güvenilirlerdir. “Bekâ” kelimesini büyüleyici bir sığınak kabul ederler. Kandırılmaları zor olsa da ikna edilmeleri kolaydır. Bu kategori, kontrol altında kalmak kaydıyla faydalıdır.

Üçüncü kategori

Bu kategoriyi oluşturanlar, beğenmedikleri sahneyi alkışlamaz ve üstelik kuliste de yapıcı eleştirilerini sürdürürler. Gizlide ve açıkta net olarak kendilerini ve fikirlerini ifade ederler. Sorgulayıcı ama bütünleştiricidirler. Kendilerinden korkulur, çekinilir ama kesinlikle güvenilirlerdir. Sisteme katkıları büyüktür. Aslâ malzeme olmaz, kendilerini kullandırmazlar. Kandırılmaları güçtür. Sayıları daima çok azdır. Nitelikli ve kaliteli vatanperverlerden oluşurlar. Bekâ aslolandır, kişi ve kurumlar geçicidir, hiç unutmazlar. Bu kategori daima faydalıdır.

***

Devlete karşı tabaka

Bu tabaka da üç kategoride incelenebilir:      

Birinci kategori

Teşbihte hatâ olmaz; güvensizliği neredeyse iman etme boyutuna taşıyanlardan meydana gelir. Aslâ sorgulamazlar. Devlet başkanını düşman ya da vatan haini gibi görürler. Körü körüne karşı çıktıkları için dış mihraklarca rahatlıkla kandırılabilirler. Sürekli muhalif ve bağırıp çağıran oldukları için fikirlerine ihtiyaç duyulmaz. Pek güvenilmezler. Ancak kolayca iç ve dış siyaset malzemesi olarak kullanılabileceklerinden ve yüksek oy potansiyellerinden dolayı önem taşırlar. Devlet yönetimine bayrak sallama, alkışlama ve oy verme dışında olumlu etkileri yoktur. Sisteme katkıları olmaz. Bu kategori sapkın, aşırı ve tehlikelidir; devlete karşı daima bir negatif enerji oluşturur ve sürekli kontrol gerektirir. 

İkinci kategori

Sahnedeki oyuncuyu tüm sanatı ve yeteneğine rağmen yuhalayıp güzel yönleri kuliste söyleyenlerden oluşur. Seyirci koltuğunda tamamen takiyyecidirler. Gelişime kısmen katkıda bulunurlar. Ama salondaki tavırlarından ötürü kuliste ne yaptıklarını hiç kimse bilmez. Ateşli birer saldırgandırlar. Zaman zaman kullanılabilirler. Güvenilmezdirler. “Bekâ” kelimesini aşağılayıcı kabul ederler. Kandırılmaları zor olsa da ikna edilmeleri kolaydır. Bu kategori, kontrol altında kalmak kaydıyla faydalıdır.

Üçüncü kategori

Bu kategoriyi oluşturanlar, beğendikleri sahneyi alkışlar ancak kulisi eleştiri bombardımanına tutarlar. Gizlide ve açıkta net olarak kendilerini ve fikirlerini ifade ederler. Sorgulayıcı ama bütünleştiricidirler. Kendilerinden korkulur, çekinilir ama kesinlikle güvenilirlerdir. Sisteme katkıları büyüktür. Aslâ malzeme olmaz, kendilerini kullandırmazlar. Kandırılmaları güçtür. Sayıları daima çok azdır. Nitelikli, kaliteli vatanperverlerden oluşurlar. Vatan-millet-halklar aslolandır, kişi ve kurumlar geçicidir, hiç unutmazlar. Bu kategori faydalıdır, daima var olmalıdır.

Günümüzde FETÖ ve PKK kaynaklı ayrışmalar meyvesini vermiş, süreçteki malzeme devlete karşı kullanılmış ve devlete güven zafiyete uğramıştır. Adalet, sağlık, çok büyük ümitlerle pompalanan eğitim ve ekonomi gibi temel taşlar yerinden oynamıştır. “Kalkınma” ve “büyüme” gibi kelimeler büyüsünü yitirmiş, toplumsal umutsuzluk hızlıca yayılmıştır. Bunda, adı geçen terör örgütleri kadar sürecin yönetilmesinde izlenen yol ve yanlış politikalar da sorgulanmalıdır. Yanlış kişiler ve yanlış yönetilen kurumlar güvensizliği büyütmüş, devlete inanç zayıflamıştır.

Bu sürecin hızlanmasında “devlete karşı tabaka” vazîfesini lâyıkıyla yapmış, “devlete bağlı tabaka” ise hem nicelik, hem de nitelik kaybına uğramıştır. Her iki tabakanın da bu süreçten çıkar sağlayan ya da zarara uğrayanları olmuştur.

Güven her şeydir. Güven, toplumun yarınına umutla bakması için şarttır, olmazsa olmazdır. Güven yoksa bugünkü “her şey” geçicidir.

En’âm Sûresi 116’ncı âyette buyurulur: “(Habîbim!) Yer(yüzün)de olanların ekserîsin(i teşkil eden kâfir ve câhiller)(faraza) itaat edecek olursan, Seni(n gibi bir Zâtı bile) Allâh’ın yolundan saptırırlar. Onlar (bu sapık yolları izlerken, o yolların kurucusu olan atalarının doğruluğu hakkında) zandan (ve tahminden) başka bir şeye uymuyorlar ve onlar (Allâh-u Te’âlâ’ya ortak ve çocuk isnat ederken) ancak yalan söylüyorlar.

Allâh’tan başka Hakem yoktur; Allâh Hakîm ve Âdil’dir.

Ve mücadelenin yanı sıra unutulmamalı: “Bu da geçer Yâ Hû!”

Umutla kalın…