OKUDUĞUNUZ başlığın
ardından gözlerinizi bir an için farklı bir yöne çevirerek “Kadın” dediğinizde
hatırınıza ne gibi sözcükler, ne gibi kavram ve hisler geldiğini düşünmenizi
istiyorum.
Zarafet,
inanç, güç, sevgi, merhamet, başarı, şefkat, (en mühimi) anne…
Hatırıma
gelen kavramlar işte böylece sıralanıp uzuyor. Bunu karşı karşıya kaldığım
insanlara yönelttiğimde ise birbirinden farklı dönütler alıyorum. Bir kısmı
eşinin ve/veya annesinin ismini söylüyor. Bazıları ise “güç, dik duruş” gibi
yanıtlar veriyorlar. Onlara “anne” sözcüğünü ilettiğimde “şefkat, merhamet,
anlayış”, “eski kadınlar” hatırlatmasını yaptığımda ise “nezaket, erdem, ahlâk”
gibi kelimeleri duyuyorum.
Birtakım
kimseler ise kadının günümüz genel algısı ile bir “obje” olduğunu ve bununla
beraber akla gelen ilk kavramlardan birinin de “feminizm” olduğunu dile
getiriyorlar. Bu ise beni oldukça derinden üzüyor. Fakat konuyu belli açılardan
incelediğimizde, maalesef bu durumu anlayabiliyor oluşumu kabul etmek zorunda
kalıyorum.
Reklâm
ve afişlerde kadın, satılacak olan ürünün pazarlanmasında yardımcı bir etken
olarak yer alıyor. Dizi ve filmlerde akıllardaki güçsüz ve muhtaç kadın algısı
yıkılmak istenerek oyunculara belli başlı rollerde yer veriliyor. Lâkin tüm
bunlar yapılırken kadının fıtratı göz önünde bulundurulmuyor. Kadın ve erkeğin
aynı işi yapıyor/yapabiliyor olması, kadının sahip olduğu gücün bir kanıtı
olarak görülüyor. Bu iki insanın birbirine yardımda bulunuyor olması ise sanki ihtiyaçlarındanmış
gibi işleniyor. Ve kadının, özünde “insanın” duyguları elinden alınıyor.
Fakat
ben, kadının gücünü erkeğin yapabildiklerini yapabiliyor olmasıyla ilişkin
görmüyorum. Aksine bunun cinsiyet tanımaksızın bireyi kalıplara soktuğunu iddia
ediyorum. Durumun ehemmiyeti, aslına bakarsanız bakış açılarımızda ve bizlere
dayatılan algının alt zemininde gizli!
Sevgili
okurlarıma sormak istiyorum: Annesinin güçsüz olduğunu düşünen var mı aramızda?
Açıkçası
istisnalar ve hayatın bir getirisi olan yaşlılıklar hariç, pek de farklı bir
yanıt beklemiyorum bu sualimin ardından. Çünkü öyle güçlü anneler, öyle güçlü
kadınlar tanıyorum ki… Birçoğu sizlerin bizlerin anneleri… Yani bu kadınlar
öyle pek de uzaklarda değiller. Bu bilinsin, bir hatırlansın istiyorum.
Bu
dimdik kadınların ardında nice fedakârlıklar, nice sevgiler yatıyor. Öyle
anneler biliyorum ki, kendi yalnızlıklarıyla baş başayken dahi ardında koca bir
ordu varmışçasına güçlü, kendinden emin, rızkının helâlinde ve her daim evlatlarının
yanı başındalar. Çocuklarına hem anne, hem baba, hem kardeş, hem sırdaş
anneler...
Her
birimizin yanında yöresinde böylesi kadınlar varken, kimse kadınların
güçsüzlüğünden veya muhtaçlığından bahsetmesin diliyorum.
Ayrıca
şu bilinmeli ki, kadın ve erkek, yaratılışları üzere bir var edilmemişlerdir.
Her ikisi de birbirilerine ters düşmeyecek özelliklerde, birbirlerini
tamamlayıcı olarak yaratılmışlardır. Oluşturulmak istenen algıda yer alan
kadının her akşam yemek hazırlamak gereğinde olmayışı, çocuklarına bakmak
yükümlülüğünü (!) üzerine almak istemeyişi veya erkeğin her şeyin kendi
etrafında dönmesini isteyişi, karşısında bulunan kadına istediği şekilde
muamelede bulunabileceği gibi durumlar toplum yapısını bozmakta, yetişmekte
olan nesli olumsuz yönde etkilemektedir.
Genel
medyanın yanı sıra sosyal medyada bulunan metinler içerisinde ise belirli bir
yaş aralığına sahip gençlerden gelecekteki eşleri için gelen “Ben her gün evde
yemek hazırlamak zorunda mıyım? Pek açsa kendi hazırlasın yemeğini yahut
dışarıdan söylesin” gibi bencilce yapılan yorumlar da (üzgünüm) bu dediklerimin
kanıtı oluyor sanırım.
Tüm bunların ardından birbirimizi gerçekten anlıyor olsak, insanlığımızı, yaratılışımızı ve sorumluluklarımızı bilsek, gerçekten İslâm’ı yaşıyor olsak, Sünnet üzerine bir hayat kursak kendimize ve birbirimize gerçekten sevgi ve muhabbet ile yaklaşsak, bu gibi durumlarla karşı karşıya kalmayacak, ne bu gibi tartışmalara, ne de kavramlara ihtiyaç duyacağız aslında.