Günümüz gençliği

Kılık kıyafetine, gittiği yerlere, arkadaşlarına, kiminle gezdiğine, ne yaptığına bakan yok. Uyarınca, “Ben kızıma/oğluma güveniyorum” diyor anne babalar. Sen çocuğuna güveniyorsun da, karşısında, yanında kim var, biliyor musun? Onlara nasıl güvenebiliyorsun? Ahlâk bu kadar tefessüh etmişken, insanların dini imanı para, menfaat olmuşken?

“NEREDEN başlasam, nasıl anlatsam?” diye günlerdir düşünüyorum. Fikrimi söylemek hiç mümkün değilken, bari yazayım istedim. İki erkek evlât büyüttüm. Beş torun sahibi bir babaanne olarak zamane gençliğini gözlemleme şansım çok fazla oldu. Her gözlemimin sonu endişeye çıktı...

Erkek çocuklarımızı bile kontrol altında tutmaya çalıştığımız yılları hatırlıyorum ister istemez. Okuldan biraz geç gelseler, evin önünde oynarken bir an bile gözden kaybolsalar telâşa düşer, ne yapacağımızı bilemezdik. Tehlike bu zamanki kadar değildi üstelik. Okulu belli, arkadaşları belli, gittikleri yerler belli idi. Büyükler sayılır, küçükler sevilirdi. Dede ve babaanne dinlenir, nasihatleri ile alay edilmezdi. Komşulara saygılıydılar. Uyarılarını dikkate alırlardı…

Bugün ise durum o kadar farklı ki… Nerede öyle torununla vakit geçirmek? Hele erkek evlâttan ise torunlar, hiç şansın yok! Ayda ancak birkaç kez görürsün. Bayramlarda bile onlara uyarsa görürsün. “Olsun” dersin, “Yeter ki canları sağ olsun”…

Torun sevgisi hiçbir sevgiye benzemez. “Onlara bir kötülük dokunacak” diye için titrer ama dile getiremezsin. Söylemeye kalkarsan alay konusu olursun. Cep telefonları, tabletler, bilgisayarlar, hayatlarında o kadar çok var ki bize hiç yer kalmamış. Olsun, canları sağ olsun!

Ama gel gelelim, o teknolojik aletlerde neler izliyorlar, ne oyunlar oynuyorlar, nelerden etkileniyorlar? Anne-baba, “Yeter ki evde olsunlar, daha küçükken yaramazlık yapmasınlar, yemeklerini yesinler” diye o aletleri ellerine veriyor, keyiflerine bakıyorlar. Ben en yakınımdaki durumdan söz etmek istiyorum. Artık delikanlı olan torunlarım için üzülüyorum. Çocuklar ruh gibi… Söylediğin bir şeyi duymuyor; en az iki kez tekrarlamak zorunda kalıyorsun. Memlekette ne olup bitiyor, dünya nereye gidiyor, haberleri yok. Dünya yansa bir tutam otları yanmaz. Erkek ergenler böyle. Ya kızlar? Olabildiğine serbest… Anne, baba kendi sevdâsında…

Kılık kıyafetine, gittiği yerlere, arkadaşlarına, kiminle gezdiğine, ne yaptığına bakan yok. Uyarınca, “Ben kızıma/oğluma güveniyorum” diyor anne babalar. Sen çocuğuna güveniyorsun da, karşısında, yanında kim var, biliyor musun? Onlara nasıl güvenebiliyorsun? Ahlâk bu kadar tefessüh etmişken, insanların dini imanı para, menfaat olmuşken?

Tam “Bu konulara değineyim biraz” diye klavye başına geçtiğim sırada, yeni bir kadın cinayeti haberi aldım. Pınar Gültekin... 27 yaşında, üniversite öğrencisi… Muğla’da, özel bir üniversitede, oldukça pahalı bir okul olduğu hâlde çift dikiş yaparak okuyordu sanırım hanım kızımız… Bitlis Hizan’dan gelmiş ve 6 yıldır üniversite okuyormuş. Yani 21 yaşında gelmiş Muğla’ya. Sonra birine âşık olmuş. Adam evli, çocuğu var ve bar işletmecisi… Abisinin beyanına göre evli olduğunu sonradan öğrenip ayrılmaya kalkınca öldürmüş kızcağızı adam. Nasıl bir caniliktir ki öldürüyor, yakıyor, varile koyup üzerine beton döküyor?! Bu kadar caniliği içinde barındıran biri hiç mi anlaşılmaz? Gencecik o kıza mı, anasına, babasına, ailesine mi, o caninin karısına, çocuğuna mı, onun anne babasına mı, hangisine yanarsın?

“Okuyacak” diye uzak yerlere gönderilip, aranıp sorulmayan evlât için o kadar üzülüyorum ki… Duâlarım hep onlar için. Gençler boşlukta, ne yaptıklarını bilmiyorlar! Daha lise çağına gelmeden para kazanma hırsına kapılmaları endişe verici. Ailesine katkıda bulunmak üzere iş arayanlar için değil sözüm. En iyi telefonu, en iyi marka arabayı alma sevdâsındalar. Genç kızlar giyim kuşam, takı taklavat, makyaj malzemeleri için para peşine düşüyor ve bu konuda ışık gördükleri ne idüğü belirsiz erkeklerle ilişki yaşamaya râzı oluyorlar. Sonrası ise…

Yazık bu çocuklara! “Dünyanın çivisi çıktı” derdi anneanneciğim. Şimdi gelip görse, çivi nasıl çıkarmış anlardı! İt izi kurt izine karışmış, kimin eli kimin cebinde belli değil. Tam bu gergin günler sürerken, eh, hayatın gerçeklerinden bir düğüne katılmak zorunda kaldım. Yakınım olan birinin… Düğünlerden çok haz etmediğim için kına gecesine katılayım istedim. Nasıl olsa kadın kadına, rahat rahat oturup izleyecektim. Sen misin bunu diyen? Bir saate kadar iyi gitti. Sonra, “Damat gelecek, kına yakılacak ve gidecek” dendi. Damat, arkadaşları, sonra gelinin kardeşi, babası, misafirlerin oğulları, kocaları derken salon doldu. Pandemi imiş, sosyal mesafe imiş, hak getire! Maskeler fora! Hanım kızlar, yarı çıplak değme dansözlere taş çıkartıyor. Tabiî ben daha fazla dayanamayıp kalktım. (Bu konuda çok şeyler yazarım da zülfiyâre dokunur…)  


86 yıllık hasretin bittiği gün!

ATAMIZ Fatih Sultan Mehmed Han’ın emaneti kadim Ayasofya’da ilk Cuma namazı kılınarak ibadete açıldı, elhamdülillah. 24 Temmuz 2020, unutulmayacak bir gündü. Müze olarak yıllardır ziyaret edilen mübarek mabet, tekbirlerle doldu taştı. Orada olmayı çok istediğim hâlde olamadım, maalesef. Naklen yayını gözyaşları içinde izliyorum. Allah, Reisimize hayırlı, sağlıklı, uzun ömür versin bizlere ikinci fethi yaşattığı için!

Memduh Cumhur yazmış: “Ebedileşen fetih mucizesinde, her nazarda/ Ezeli Muhammedî hikmeti aşikâr görürsün/ Dede’nin ferahfezâsıyla kanatlanan cihanda/ Ayasofya’dan ezan sesleri yükselince hürsün…”

Ayasofya’da Cuma namazı kılındığı sırada Yunanistan’da yas ilân edildi. Bayraklar yarıya indirildi, naklen verildiği için namaz bitinceye kadar bütün kiliselerde çanlar aralıksız çaldı. 86 yıldır bu mabet ne kadar mahzunmuş meğer. Şükürler olsun, artık zincirleri kırıldı Ayasofya’mızın. İçimizdeki Müslüman görünümlü Rumlar zıplasa da…

“Sıkışınca yalan söyleyebilen, kafası bozulunca küfür edebilen, dara düşünce faiz yiyebilen, çıkarı söz konusu olunca kul hakkına girebilen, tıpkı bir Çin malı gibi görüntüsü muhteşem, dayanıklılığı, direnci, kalıcılığı ve etkisi sıfır bir Müslümanlık yaşıyoruz” demişti bir arkadaş. Bu fetih, umarım düzelmemize, kendimize gelmemize vesile olur. Silkelenip kendimize gelmeli, hâlimize, tavrımıza çekidüzen vermeliyiz. Yoksa sonumuz hiç de iyi olmayacak!

Kılık kıyafetler, hâl ve hareketler bana endişe veriyor. Mütedeyyin ailelerin çocuklarında dahi şaşırtıcı durumlar vuku buluyor. Allah korusun, gözetsin yavrularımızı. Haram-helâl ayırt edebilmeyi, günahlardan sakınmalarını nasip eylesin Rabbimiz!

Zilhicce ayı haçsız geçti. Covid-19 diye bir virüs belâsı geldi, başımıza musallat oldu. Nedenini hiç düşünüyor mu insanlık? Özellikle Müslümanlar? Kâbe boş, Mescid-i Nebevî boş… Camiler aylarca boştu. Artık cemaatle namaz kılınıyor ama safları sıklaştıramıyoruz. Cemaatin arasında en az bir metre boşluk oluştu. Ankara Hacı Bayram-ı Veli Camiî’nde namaz kıldığım zamanları hatırlıyorum. Müezzinin ısrarla “Safları düzgün ve sık tutun” uyarılarına hiç aldırmayan Müslümanların -özellikle kadınlarımızın- hâlleri aklıma geliyor. Vebâlı gibi birbirlerinden kaçıyorlardı. “Alın size” dedi Rabbim, “Madem kurallara uymuyorsunuz, böyle ayırırım sizi”. Cemaat düzenine uyamıyoruz, en sevdiklerimize sarılamıyor, hattâ yaklaşamıyoruz. Kardeşliğimizin sembolü musafahamızı yapamıyor, hattâ yaklaşamıyoruz. Hastalarımızı, yaşlılarımızı ziyarete bile gidemiyoruz.

İşte bütün bu cezaları çekiyoruz ve fakat değişen bir şey yok, görüyorum! Etrafımdaki herkes aynı hayatına devam ediyor. Ne diyeyim, bilmiyorum! Allah akıl, fikir, feraset versin hepimize!