GENÇLİĞİMİN ilk yıllarıydı. Terörün zirvede olduğu dönemde, Siirt Kurtalan’a şark hizmeti için gitmiştik. O dönemlerde Refah Partisi milletvekillerinden İ…. Ç…’nin yeğeni olan öğretmen arkadaşımız, Zokayd ismindeki köye giderken PKK’lı teröristlerce şehit edilmişti. Bunun üzüntüsünü atlatamamışken bir hafta sonra, halkı birlik ve beraberliğe çağıran Din Kültürü öğretmeni arkadaşımız PKK’lı teröristlerce evinden alınarak dağa kaçırılmış, gözüne çivi çakılmış, vücuduna naylon eritip damlatılarak işkence edilerek o da şehit edilmişti. Günlerce kendimize gelemedik. Eşinin sinir krizleri, çocuklarının perişanlığı… Bunu yapanlar asla Müslüman olamazdı. Bir devlet kurmak için bir Müslüman Kürt, bunları asla yapmazdı. Başka şeyler olmalıydı… Nitekim yıllar sonra orada görev yapan üst düzey bir askerî yetkiliden şu sözleri duyacaktım: “Güneydoğu’da olanlara şaşırma. Çatışmada öldürdüğümüz PKK’lı teröristlerin yüzde doksanı sünnetsiz, Müslüman değil. Sarışını, esmeri her ırktan insan var, PKK’nın yüzde doksanı dışarıdan para ile tutulmuş gayrimüslimler. Kandırıp dağa çıkardıkları Kürt gençleri geri planda çalıştırıyorlar ya da uyuşturucu verip sahaya sürüyorlar. PKK’da Süryani Ezidi, Hıristiyan, Yahudi ne ararsan var. Hem sünnetsiz hem yabancı kimlikte olanlar çoğunlukta. Mağaralarda kutu kutu kadın doğum hapları ve uyuşturucu haplar buluyoruz.”
Kimlerdi bu PKK’yı kuranlar, neden Güneydoğu’yu cehenneme çeviriyorlardı? ASALA geliyordu aklıma, “Büyük Ermenistan”, sonra Yahudilerin “Arz-ı Mevdu”u ve petrol… Evet soruların cevabı vardı ama gerçekleri terennüm etmek, gizli ve yazılı olmayan bir yasak ile mümkün değildi.
Çatışma çıkınca evin çift duvarlı kısmında yere upuzun yatar, çatışmanın geçmesini beklerdik. Her an evimiz basılabilir, öğretmen olduğumuz için alınıp dağa kaçırılabilir, işkenceyle öldürülebilirdik. Nitekim ben de gönüllü Kur’ân-ı Kerîm öğretmek istediğim için, tehdit edilecektim: “Rukiye Hoca, sana yazık olur, evinde otur!”
At izi, it izi karmakarışıktı
Orada yaşadıklarım akla hayale sığmaz şeylerdi. Biz bunlara şahit olurken, halk arasında “Türk askeri, Kürtlerden masum insanlara işkence yapıyor” söylentileri dolaşıyordu. PKK, öğretmen arkadaşlarımızı öldürüyordu. Askerimiz bizi korumak için oradaydı. Ancak halk da haklıydı, iki ateş arasında kalmışlardı. Çünkü askeriye içinde PKK ile dirsek temasında olan FETÖ kırıntıları ve çeşitli ülkelerin istihbarat ajanları vardı. Gerçekten de halktan bazı kişiler, Türk askeri kıyafetini giymiş birileri tarafından gözaltına alınıp işkence ediliyordu. Ev sahibimizin oğluna sorguda jopla işkence yapılmıştı, o yüzden Türklerden nefret ediyordu. Hâlbuki PKK’nın ipleri ile kendisine işkence eden askerin ipleri aynı güçlerin elinde idi. At izi, it izi karmakarışıktı. Diğer taraftan yöre halkının gecenin bir yarısı evi PKK’lılar tarafından basılıyor, “Kürdistan’ı kuracağız, evinizdeki yiyecekleri, evlatlarınızı bize vermelisiniz” diyerek paralarını, yiyeceklerini, evlatlarını alınıp dağa kaçırılıyorlardı. Seçim zamanı eli silahlı PKK’lı teröristler, seçim olan binaların etrafında, sandık başlarında oy verenleri tehditle kendi istedikleri partiye yönlendiriyordu.
Halk iki ateş arasındaydı ama neye, kime hizmet ettiklerini bilmeyen bazı gafiller de şehir efsaneleriyle PKK’yı kurtarıcı gibi gösteriyordu. Hâlbuki PKK en çok Kürtleri öldürüyordu. Kimin ne için savaştığı belli değildi, her şey karmakarışıktı…
Arkadaşımın babasını PKK’lılar küçük çocuğunun önünde öldürmüşlerdi. Tek suçları Kürt olmaktı. Ben bir Türk öğretmen olarak evimin basılmasından korkarken, onlar Kürt oldukları için korku içindeydiler. O dönem Güneydoğu’da Türk de Kürt de korku içinde yaşıyordu. Evlerde perdeler çekilir, bahçede açan çiçekleri, gülleri kimseler koklamazdı. Sanki güller bile açmaya korkardı.
Neydi bu, kimin davasıydı? Karakollar basılıyor, annelerinin öpmeye kıyamadığı Mehmetçikler şehit ediliyordu. PKK köyleri basıyor, sadece insanları değil, koyun, inek, kuzulara dahi el koyuyor, dağa çıkarıyordu. Televizyonda haberleri yüreğimiz ağzımıza gelerek dinliyorduk, sürekli “PKK ile çatışmada şu kadar Mehmetçik şehit oldu” haberleri veriliyordu. Bir seferinde 33 körpe Mehmetçiğimiz, eli kınalı kuzular öldürülmüştü; bu haber, bütün Türkiye’nin bağrına yakıcı kor gibi düşmüştü. Şehit evlerinden yükselen acı feryatlara dayanamaz olmuştuk. Kimle savaşılıyordu?
İtiraf edemedikleri dillendirmeye korktukları vahim bir gerçek vardı: “Kürdistan” denilerek Kürtleri yok eden bir oluşum vardı ve bu oluşum, kahraman gibi gösterilmeye çalışılıyordu. Bütün bunlara rağmen o meşum çatışma döneminde dahi Anadolu’nun Türk-Kürt anaları kenetlenmiş durumda idi. PKK tarafından kandırılıp oğlu terörist olarak dağa çıkarılanların anaları, sarma sarar, oğlu askerde Mehmetçik olan üst komşusuna götürür, birbirlerini teselli ederlerdi. Hülasa onca oyuna rağmen analar bu oyuna gelmez, İslâm kardeşliği, ortak vatan aşkı ile yanıp tutuşur, birbirine tutunurlardı. Onlar, ferasetleri ile olanların arka planını iyi okuyorlardı.
Ülke kan, kaos, çatışma içindeydi
AK Parti öncesi hükümetlerde, PKK’nın Amerika ile iş birliği, televizyon kanallarında asla dile getirilemezdi. Zira o günlerde Türkiye, adeta Amerika’nın vassalı gibi hareket ediyordu. FETÖ Amerika’dan emir alıyordu; PKK ise Amerika, İngiliz, Fransız, Alman, Rus hepsinden emir alan karmakarışık bir yapıya dönüşmüş, Marx Lenin ideolojileri dillerde, İslâm’a, Türkiye’ye hakaret eden PKK marşları söyleniyordu. Müslüman Kürtler o kadar rahatsızdı ki bu durumdan ama korkudan bir şey yapamıyorlar, kandırılan kardeşlerini üzülerek izliyorlardı. Çünkü dönem, terörün Türkiye’de zirvede olduğu dönemlerdi. PKK, Güneydoğu’da bir kesimi “Kürdistan” kuracağına inandırmıştı. Hâlbuki diğer taraftan PKK, Kürt köylerini basıyor, Kürtleri öldürüyordu, Kürt çocuklarını dağa kaçırıyordu, en çok Kürtler mağdur ediliyordu.
Terör, bir dönem o kadar ilerlemişti ki artık sadece Güneydoğu değil, PKK, İç Anadolu’ya kadar girmeye başlamıştı. PKK, gece yarısı operasyonları ile Mehmetçik öldürmeye devam ediyor, her gün haberlerde gencecik Türk askerlerinin tabutlarına sarılan anaların feryatları maşerî vicdanları kanatıyordu.
Ülke kan, kaos, çatışma içindeydi. 12 Eylül’ün yarası sarılmadan 28 Şubatlar yaşanıyordu. Sadece Güneydoğu değil Türkiye’de faili meçhuller, suikastlar almış başını gidiyordu. Turgut Özal’ın GAP’ı (Güneydoğu Anadolu’yu Geliştirme Projesi) vardı ve bu fikrini hayata geçirmeyi başarmıştı. Turgut Özal, bu projenin ardından bir de Türki Cumhuriyetleri ile ortak işbirliği yapıyordu. Bunun için gittiği ziyaret dönüşü vefat etmesi akıllarda soru işaretleri bırakıyordu. Nitekim en yakınları, yıllar sonra Özal’ın zehirlendiğini söyleyecekti. Ülkenin Cumhurbaşkanı zehirleniyor, MİT Başkanı balkondan düşüp ölüyor (balkondan atılıyor), birilerinin arabalarına bomba konuluyor, PKK şehre kadar iniyor, her gün karakollar basılıyordu. Bütün bunların perde arkasında, PKK piyonunu sahaya sürenler Amerika, İngiltere, Fransa ve Rusya gibi emperyal güçlerin içimizdeki piyonları ve dindaşları vardı. Küresel vandallar Mezopotamya’dan, Bereketli Hilal’den ve petrolden vazgeçmemişlerdi. Bu olanlar küresel güçlerin oradaki pasta paylaşımının bir tezahürüydü. Ama bu gerçek, Türkiye’de dile getirilemiyordu, çünkü bu güçlerin emrinde bir Türkiye yönetimi vardı.
Irkçılık her zaman sömürgeci güçlere ekmek yediriyor, işlerini kolaylaştırıyordu. Soğuk savaş sonrası “ırkçılık” yemi ile ülkeleri tuzaklarına düşürüyorlardı, toplumları ayrıştırıp çatıştırıyorlardı. Bir tarafa gidiyor “Sen üstün ırksın”, diğer tarafa gidiyor “Sen ezilen ırksın” diyerek ikilik yaratmak işlerini kolaylaştırıyordu. Dil birliği, din birliği gibi toplumları bir arada tutan bütün değerlere savaş açmışlardı.

Recep Tayyip Erdoğan, feraseti, basireti ve devlet yönetmedeki becerisi, dış siyasetteki manevra gücü ile tüm oyunları bozup kardeşlik türkülerini yeniden terennüm ettirdi. Etle tırnak olan kardeşlerden birisi kesilince yekdiğeri de acı çeker, kanardı; bu kan durmalıydı, artık birbirinin yaralarını sarma zamanı gelmişti.
Türklerin oğlu, Kürtlerin damadı Erdoğan, tedrici olarak PKK’yı bitirecekti
Onlar kirli oyunlar kura dursun, yıllar sonra Recep Tayyip Erdoğan diye biri gelip oyunlarını bozacak, Türklerin oğlu, Kürtlerin damadı olan Erdoğan, tedrici olarak PKK’yı bitirecekti. Evvela sınırlara dört metre yüksekliğinde sınır boyu duvarlar ördürecek, İHA, SİHA üretecek, sonra İHA ve SİHA’larla sınırda kuş uçurtulmayacaktı. Türkiye’nin sınırları temizlendiği gibi sınırlar da aşılıp Suriye içine kadar girilecek ve PKK avlanacaktı. Huzur yavaş yavaş Güneydoğu’da hissedilmeye, ticaret canlanmaya başlayacaktı. Halk dağlara piknik yapmaya çıkacak, güller, laleler açacak; çiçekler rayiha saçarak muştular taşıyacaktı. İslâm’ı bilen, ilim ehlini, bilge Kürt âlimlerini Mele ismi ile halkla buluşturacaktı. PKK cephesi Karl Marx, Lenin ideolojisini savundukları için halkın desteğini alamıyordu, halkın desteğini almak için hemen PKK yanlısı sahte Seyit -Şerif olan Mele’leri sahaya süreceklerdi ama bölgenin bilge halkı sahte Mele’lere itibar etmeyeceklerdi.
Sonra, öyle bir an gelecekti ki, Türkiye’ye hükmetmeye alışık Amerika Başkanı Donald Trump bir gün çıkıp “Erdoğan ile görüştüm, ona saygı duyuyorum. Suriye konusunda Türkiye’ye yaptırımları kaldıracağım” diyecekti. Recep Tayyip Erdoğan PKK’ya silah bıraktırıp kendini fes ettirecekti; “Türk, Kürt, Arap asırlardır bu coğrafyanın asıl sakinleri ve sahipleridir” diyecek, terörü bitirecekti.
Mezopotamya, “Bereketli Hilal” dediğimiz İslâm’la harmanlanmış bilge insanların memleketi olan bu kadim topraklarda, Türk-Kürt-Arap kültürünün/ harsının çocukları ele ele asırlarca birlikte yaşamışlardı. İslâm kardeşliği altında ekmeklerini paylaşmış, kız alıp kız vermişlerdi. Bu toprak ananın üç evladı gibi Türk, Kürt, Arap kardeşlerdi. Kimse onlara Türk-Kürt ayrımı yapmamışken bir dönem geldi bu kardeşliğin bölgeye güç verdiğini bilen birileri kardeşi kardeşe düşürüp “böl, parçala, yut” politikası uygulamak için fitne tohumları ekmişti. Ama bu öyle bir kardeşlikti ki, İslâm harcı ile birbirine tutturulan bu kardeşler, oyunu bozdu…
Recep Tayyip Erdoğan, feraseti, basireti ve devlet yönetmedeki becerisi, dış siyasetteki manevra gücü ile tüm oyunları bozup kardeşlik türkülerini yeniden terennüm ettirdi. Etle tırnak olan kardeşlerden birisi kesilince yekdiğeri de acı çeker, kanardı; bu kan durmalıydı, artık birbirinin yaralarını sarma zamanı gelmişti.
Şimdi iki yürek, sevinç çığlıkları ile tek yürek olacak, bir kuşun iki kanadı gibi birlikte göklere süzüleceklerdi.
Şimdi PKK’ya silah bıraktırıldı… Güneydoğu’da eskiden güller açmazdı, şimdi Güneydoğu, Gülşen olacak, Gülizar olacak. Buram buram özgürlük, kardeşlik gülleri ilelebet kokacak. Burası küffara vatan olmadı, olmayacak. Ellerimizi omuzlarımıza atıp kardeşlik türkülerimizi dağlarda söyleyeceğiz; ezanlar, ilelebet bu topraklarda yankılanacak. Selahaddin Eyyübi ile Fatih Sultan Mehmet’in torunları bir olunca Kudüs’te bile yeniden güller açacak.
“PKK ile masaya oturmak, şehitlere ihanettir” diyerek yine şehit haberi almak isteyenler, terörün bitmesini istemeyenler, bir tek Mehmetçik öldürülse dahi bunun vebalinden kurtulamazlar. Recep Tayyip Erdoğan, yılanın kuyruğunu değil başını kesti.
Recep Tayyip Erdoğan, her ne kadar içimizdeki hainler fark etmese de çözülemez denilen başörtüsü sorununu çözdün… Ayasofya’yı açtın… Suriye gibi devâsa bir sorunu hallettin… PKK’yı bitirdin… Bir de Gazze kurtulursa, ismin tarih sayfalarında Alpaslanlarla, Fatihlerle yazılacak. Fatih Sultan Mehmet’in ömrünün vefa etmediği yarım kalan hayallerini, torunu Kanuni Sultan Süleyman tamamlamıştı. Torunun Hamza’ya selam söyle, çabuk büyüsün, dünya onu bekliyor…



