GÜNEŞ batmak üzereydi.
Koca denizin boz sularında sağa sola yatıp kalkan ufak bir tekne vardı, kara
kara düşünüyor, az sonra başlayacak olan fırtınaya karşı nasıl tedbir
alacağının hesabını yapıyordu...
Güneş
batmak üzereydi ve ağır adımlarla gömülüyordu, gömüyordu kendini, ışığını...
Yakamozu hüzün doluydu. Süzülüyordu...
İlk
başlarda başı hafifçe sallanan tekne, şimdi daha tempoluydu. Beşik gibiydi... Dakikalar
ilerledikçe suyun sesi daha belirgin, küçük tekne daha tedirgindi. Teknenin işi
şimdi daha zordu. Gök karardı. Zaman, böyle bir karanlığa esir düşmüş gibi
umutsuzca geçmez olmuştu.
Yağmuru
sırtlayan bulutların altında, denizin hırçınlaşan koynunda ve bilmem hangi
metrekarede hasar almış küçük yorgun bir tekne...
Telaşlandı...
Bir sağa, bir sola... Dengesini kaybediyordu. Her uğultunun ardından, gök bir
anda yırtılırcasına bağırıyordu. Gök yırtılıyordu adeta. Başından aşağı tüm hiddetiyle
yağan bir yağmur vardı. İçi doluyordu. Çırpınmak ise beyhude... Her teşebbüs sonuçsuz
kalıyordu...
Karanlıkta
teknenin yolu silinmişti. Tekneyi bilmediği bir yöne sürüklüyordu fırtına. Karanlık,
göze perde, kalbe ürperti olmuştu. Karanlık ki azmettirmiyor, azmini
eritiyordu. Gayrete perde bir karanlık... Karanlık ki, ürpermemek elde değil...
Cehdetmeye perde bir karanlık...
Dalgalar
tarafından acımasızca sarsılmak, salınmak... Geriye kalan son mumun da denize
düşmesiyle umut ışığını karanlık geceye terk etmişti.
"Buraya
kadarmış!"
Yakışmazdı
bunu demek. Yakışmadı zaten... Dedi... Ve yüreğinde yanan son alev de sönüverdi.
Bağıran gök, ürküten gece, tokatlayan tufan arasında kalmıştı. Düşen her damla,
kaya gibi gökten yağıyor, önce sancak, ardından iskele tarafını tarumar
ediyordu. Soluk soluğa bir varoluş mücadelesiydi bu yaşadıkları.
Her
fırsatta bir kurtaran var mı diye bakındı, kimseyi göremedi. Boğulmamak, onu
içine almaya çalışan denizin içinde kaybolmamak adına, menziline ulaşabilmek
adına çırpınıyordu var gücüyle. Var olmak adına var gücüyle...
Yorgunluk
bir hırka oldu teknenin omuzlarına. Yoruldu artık. Kalp yorgun, beden yorgun,
umutsuzca atılan adımlar yorgundu artık. Sallandı, sallandı, sallandı ve daldı.
Suyun dibine doğru bir dalış... Ve çıktı... Doğal bir dalıp çıkmaktı bu. Dalıp
dalıp çıkıyordu... Sağa vurdu, sola vurdu. Alabora olup duruyordu. Harap
olmuştu.
Gök
sustu. Deniz de adeta yorulmuş gibi uysallaştı. Sessizlik çöktü her yana. Kan
dolmuş gözlerini son bir kez açtı. Sanki son kez açıyordu. Bulanık bir görüş
alanı ve ufukta parıldayan ince bir ışık huzmesi belirdi. Işık ki, bir
görünüyor, bir kayboluyordu. Son şanslar hep böyle olur; bir var olurlar, bir
yok. Önceleri umursamadı; lakin ışık, ümitsizliğin celladıdır. Umut dolu
adımlarla, büyük bir heyecanla ışığa uçarcasına yaklaşıyordu. Umut yeşeriyordu
baharı hisseden kalbinde. Siyah boşluğun ortasında, karanlık gecenin dalga
dalga sularında semaya asılmış bir ışık, bir kayanın üzerine tutturulmuş,
olduğu yerde dönüyor, “yönsüzlük içinde kaybolmuş”, yardım sayıklayan masum bir
tekneye iz açıp yol gösteriyor, yardım ediyordu.
Teknedir
yüreğimiz kardeşim! Ömrün denizinde bitmeyen bir yolculuktur afiyetimiz.
Meşgaleler arasında bir batıp bir çıkar gibiyiz. Meşgale ki, dalgalarıdır tufan
yerinin.
Teknedir
yüreğimiz kardeşim! Yönsüzlük ise Allah’ın gazabı... Korusun Rabbim! Her kalbin
düştüğü bir deniz, her denizin bir feneri vardır muhakkak... Korusun Rabbim!
Bugün
kıyıya ulaşabilmesi için ışığını bekleyen insanlık, kendi denizinde fenerini
arıyor. Bu milletin nasıl ki izzeti, cevdeti, iffeti, hikmeti, ülfeti,
beşaşeti, ismeti, himmeti varsa, aynı ölçüde -belki daha fazla- hamiyeti
vardır. Hamiyet ki, elinde olmasa bile verebilen bir yüreğin maharetidir.
Allah razı olsun... Sen de razı olan Allah’ın kulusun... Ve Allah bu milleti korusun!