
KORONAVİRÜS salgını hayatımızın her ânını etkisi
altında aldı. Çoktandır camilerde cemaatle namaz kılınamıyor. Cuma namazlarını
bu yüzden kılamıyoruz. Evlerimizde cemaat özlemini gidermeye çalışıyoruz.
Mübarek Ramazan
ayı da teşrif etti gönüllerimize. Ramazan ayının olmazsa olmaları olan
iftarlar, sahurlar ve teravihler de virüsten etkilendi. Zira artık toplu
iftarlar ve sonrasında sohbet edip beraber cümbür cemaat sahur yaptığımız
günler sadece hâfızamızda birer hatıra olarak kaldı. Hani her Ramazan’da
tekrarlanan “Nerede o eski Ramazanlar!”
sözü şimdi gerçek oldu.
Ramazan aylarında
alevlenen “Teravih var mıydı, yok muydu?”
tartışmaları -eskisi kadar olmasa da- arada cılız seslerle yine dile getirilse
de toplu kılınan teravihler özlem listemize eklendi.
Gerçi kılanların
değil de kılmayanların derdine düştüğü bu tartışmalar, oldum olası nefretimi
celp etmiştir. Bu çevrelerin sözüm ona modern görüşleri, bir ay boyunca havanda
su dövülmesi gibi eriyip gider, bir sonraki Ramazan’a kadar derin dondurucuya
kaldırılırdı.
Tüm bunlara rağmen
teravihlerini aksatmadan kılan, her gün farklı bir camiye giden, hattâ hatimle
kılınan teravihlere katılanlar kimseye kulak asmadan ibadetlerine devam ediyordu.
Şimdi ise evlerimizde ailece oluşturduğumuz küçük cemaatlerle bu özlemi bir
nebze olsun gidermeye çalışıyoruz.
Umarız bu ayın
feyzi ve bereketi ile bugünler de geçer ve sağlıklı mutlu günler geri gelir.
***
Bugünlerde vaka
sayılarında düşüş ve şifâ bulan hasta sayılarındaki artış bizi
umutlandırmaktadır. Sağlık çalışanlarımızın cansiperâne çabaları her türlü
takdirin üzerindedir. Onlara ne kadar teşekkür etsek az!
Onların bu
mücadelesine karşılık, hâlâ bazı insanlarımızın vurdumduymaz tavırları, trafikteki
yoğunluk, sokaklarda sele serpe gezenler de gözden kaçmıyor.
“Kendinizi ve ailenizi tehlikeye atmayın” âyeti tam da bu
konuda üzerimize yüklenen sorumluluğu hatırlatmakta. Kul hakkının ne kadar
önemli olduğu bugünlerde daha da çok anlaşılmalı aslında.
Bir kişinin,
vurdumduymazlığı yüzünden hastalığı başkalarına bulaştırması, onların ölümüne
neden olması, onların da zincirleme başkalarına bulaştırması, bu işin
geçiştirilecek bir basitlikte olmadığını göstermekte. Unutmayalım ki, bu
mücadele bizlerin de uyarılara uyması ile daha da kolaylaşacaktır.
Tabiî vakaların
stabil hâle gelmesi ve şifâ bulanların sayısındaki artış halkımızın umutlarını
diri tutarken, felâketseverlerin umutlarını da tüketmekte. Âdeta vaka ve ölüm
sayılarında artış olmasını akbabalar gibi bekleyenlerin varlığı da bir başka
vaka…
Zaman zaman
yazılarımızda değindiğimiz bu kesim, virüsten daha tehlikeli bir illetin
malulleri. Onların şifâ bulmaları da neredeyse imkânsız! Kur’ân ifadesiyle
kalpleri, gözleri, kulakları mühürlenmiş, hakikatlere kör ve sağır olan bu
kesim, olumlu her gelişmeden rahatsız olmaya devam etmekte.
Son olarak Leyla
Gülüşken’in sosyal medyada, İsveç’te Covid-19 hastası olan babası Emrullah
Gülüşken için yaptığı çağrı ile Sağlık Bakanlığı tarafından özel bir ambulans
uçakla Türkiye’ye getirilmesi de bu kesimin öfkesini depreştirdi.
Meselenin şova
dönüştürüldüğüne kadar varan söylemler mide bulandırmaya devam ediyor. Devletin
başarısından rahatsız olmakta gelinen son nokta, maalesef başarının tam zıddı
bir çukurlukla ölçülebilir. Yazık!
***
Tüm bunların yanı
sıra Diyanet İşleri Başkanımızın LGBT çılgınlığına karşı Kur’ân’ın hükmünü
açıklaması ile başlayan süreç de ayrı bir facia!
Hukuku lâstik gibi
çekip sündürmeyi maharet bilen kimi sözde hukuksal çevreler, atağa geçip Başkan
hakkında suç duyurusunda bulunmuş.
Siz Papa’yı veya
Başhaham’ı yaptığı dinî açıklamadan dolayı mahkemeye veren bir Avrupa ülkesi
gördünüz mü?
Din adamlarının,
hele o dinin resmî en yüksek mâkâmının bir mesele hakkında mensubu olduğu dinin
hükmünü açıklaması, onun aslî görevi değil midir?
Örneğin İslâm’da
faiz haramdır. Bankalar Birliği de çıkıp “Faiz haramdır” diyen din adamlarını
mahkemeye versinler… “İçki haramdır” hükmü var diye içki üreten firmalar da
mahkemeye gitsinler… Ya da “Namaz, oruç, hac, zekât farzdır” dedi diye halkı
ayrıştırmaktan mahkemeye versinler... Bu olur şey değildir! Bu nasıl bir
demokrasi ve özgürlük anlayışıdır, anlaşılır değil!
Dinî hükümler ve
bu konudaki açıklamalar, ona inananları bağlar. Siz bu din veya herhangi bir başka
dine mensup değilseniz, bu açıklamalar zaten sizi ilgilendirmiyordur. Eğer
burası, halkının çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülke ise, bu ülkenin de resmî
dinî mâkâmı Diyanet İşleri Başkanlığı ise, bu kurumun başındaki kişi, dinin
hükümlerini elbette açıklayacaktır. Allah’ın emrettiğini veya yasakladığını
açıklamak, bir din adamının görevidir.
Siz iyisi mi,
-hâşâ- Allah’ı da mahkemeye verin de tam olsun bari!