Gündelik işlere ara verme eylemi olarak: Tatil

Bizi hayatımızdan uzaklaştıran bir yeryüzü keşfi, bir kendini tanıma eylemi olarak tatil, her şeyde ruhun sûretini görmek, göğün metafiziğine temas etmek için bir fırsattır ve aslında “öğrenmek”, çoğu şeyden daha eğlencelidir.

DÜNYANIN kaygısından, telâşın büyülü yalnızlığından, korkusundan kaybolmanın ve direnmenin kötü kokan kibrinden biraz uzaklaşmak iyi gelir.

“Tatil” deyince güneş, kum ve deniz üçlüsünü kirli bir oyuncak etmiş, eğlence kültürü unsuru bir etkinlik geliyor akla. Doğrusu burada tatilin etimolojisine de, nereden çıktığına da değinmeye niyetim yok. Konsept dışı bir yazı olacaktır belki ama içeriden gelenlerin, sîneye değenlerin gün geçtikçe daha çok önem kazandığına olan inancım, bana bu yazıyı bu şekilde yazmam gerektiğini söylüyor.

Google’nin yapamayacağı şeyler, ortaya koymak daha kıymetli ve anlamlı görünüyor artık. Bu, yine de temiz bilgileri kaliteli bir yazıda birleştirmemek anlamına gelmediği gibi, bilgi ağırlıklı yazıların kıymetini de düşürmez. Nihayetinde insan, üretimi mekaniklikten çıkardığı, sanat mertebesine yükselttiği ölçüde yaptığı işe özgünlük kazandırır. İlham veren işler bu şekilde ortaya çıkar çoğunlukla. İlham gözenekleri açık insanlar, bulaşık süngerinden bile dünyanın işleyişi üzerine dersler çıkarabilir, o ayrı mesele. Ama insanın içinde daha önce fark etmediği tek bir teli bile titretebiliyorsa ortaya konan iş, bunu, ilhamdan ayrı tutmak oldukça güç olacaktır.

Sevgi nedir, ne değildir?

Gündelik işlerin sıkıcı olmaya başladığı zamanlar olur. Bir günde yapılan işlerin sayısı, diğerini tutmasa keşke ve rutine binince işler özelliğini kaybetmeye başlamasa, daha güzel olabilirdi belki her şey. Ama bunu da bilemeyeceğimiz ihtimâller silsilesi içinde yaşamak, “Olduğu kadar güzeldik” dedirtiyor önünde sonunda. “Hayatın tadını çıkarmak gerek” gibi bir felsefe değil bu. Ahirete dönük hesabı olan bir hayatın ne tadı, ne de tuzu kalıyor düşününce. Ama “sevgi” temelli bir bakış açısı çok şeyi değiştiriyor hayata dair.

Erich Fromm’un “Sevme Sanatı” eserinde söylediği gibi, sevmeyi bilmemektir aslında çoğu sorunun başlangıç noktası. Bir şeye sahip olmakla ona değer vermenin birbirine bağlı düşünülmesi sonucunda sevginin de -arada kurunun yanında yaşın da yanması gibi- tüketilmesi hâli… Bazen farkında olmadan, bazen göz yumarak, bazen de bile isteye…

“Sevgi nedir?” suali ne zor bir sorudur ki insan basitçe cevabını söyleyemez. Selvi boyluya göre sevgi; geçen zamana, giden sadakate rağmen unutamamak, sevdiceğin gözlerinde yok olmak ve yüreğin tutuşmasıdır. Al yazmalıya göre sevgi iyiliktir, dostluktur, emektir. İkisi de doğrudur belki, ama insana al yazmalınınki daha doğru gelir hikâyeyi bilince. Çünkü bazen gidiş yolu, sonucun doğruluğundan daha önemlidir. Bu yine de sonucu yanlışlamaz.

“Sevgi ne değildir?” desek belki daha kolay işin içinden çıkabiliriz. Sevgi, bir kere kesinlikle sahip olmak değildir. Bir meta değildir sevgi. Ne bir histir sadece, ne de tek bir ifade biçimi olan basit bir kelime. Sahip olunamayacak kadar kudretli, sahip olmamanın mümkün olamadığı sıradanlıkta… Fikrî emek gerektiren derinlikte, küçük bir dokunuşla açığa çıkacak kadar basit… Dokunsan değecek kadar yakın, uzansan erişemeyecek kadar uzak… Doğadaki her şey gibi zıtlıklardan ibaret, hareket alanı kısıtlı olsa da sonsuz, aciz ve eşsiz bir duygudur sevgi.

Birçok şey sevgi bağlamında düşünüldüğünde ne kadar kötü bir olay olursa olsun, sevginin içinde barındırdığı merhamet, esen rüzgârla birlikte gelen hanımeli kokusu gibi tüm ruhu doldurur. Sıcak bir bahar akşamındayızdır artık ve rahatsız eden düşünceler, o dinginliğin içinde silikleşir. Kaygısından kurtulmadan şüphenin hiç ulaşamayacağımızı sandığımız o denizel iklimlere sakince ulaşmaktır sevmek. Ve merhamet, sevginin içinde yeşeren yosundan kin tutuculardır. Sevginin temizliği merhametten gelir.

Uzak ve kaçış

Tatili bir tür ara verme, uzaklaşma, kaçış, sıyrılma olarak görmenin tek yolu, onu eğlence ve dinlence zindanına hapsetmek değildir. Deniz kenarı Kur’ân okumak için harika bir yer, tatilse uzun zamandır yapmak isteyip de yapamadığımız bir projeyi hayata geçirmek için.

Sevgiyle ilgili uzun uzun cümleleri yazının tam da bu kısmı için kurdum. Sevmek, tek başına bir duygu ya da içinde merhamet barındıran bir eylem olmanın ötesine taşınır ve bir yaşam tarzı hâline getirilirse, tatil de diğer her şey gibi bundan nasibini alacaktır. İnsan, sevdiği bir şeyin zarar görmesini istemez, onu gözünden sakınır. İşte hayatı sevmenin dozunu ayarlamak için bize güzel bir ölçü! Sonsuzluğun içinde sonlu bir yaşam miktarı… Kimine göre kısa, kimine göre uzun olan hayat o kadar kıymetli ki sonunda insanın sonsuz hayatının nasıl olacağını belirler.

Her şeyi iliklerine kadar hissederek yaşama cesareti göstermek, insana derinlik kazandırdığı kadar, basitçe yaşam emaresi göstermesi anlamına da gelir. Yaşayan biri ile varlığıyla yokluğu arasında fark olmayan biri arasındaki en önemli fark, onun, başka birçok şeye etki edecek türden işler yapmasıdır. Bu etki her zaman olumlu olmasa bile böyledir.

Hayattaki her şeye bir sevme sorunu gözüyle bakmanın en büyük katkısı, belki de bu “hissederek yaşamak” meselesidir. Sevgi gözlüğüyle bakılan bir hayat, acısıyla tatlısıyla güzeldir. Belki deri hassaslaşır bu yüzden, detaylar bir örtü gibi sarar kaba saba gerçekleri ve bu incelikler yüzünden kırılganlaşır insan, ama derin bir yaşamak dururken bir bakıp geçilecek kadar önemsiz değildir hayat.

Böyle bakınca, hayatın içinde kısa veya uzun bir tatil, olsa olsa bir çeşit “gündelik işlere ara verme” eylemi olabilir. Sevme duyusunu kirleten rutine, hissederek yaşamaya engel telâşelere, zaman geçtikçe anlamsız gelse de içinde tutan, boğan, kuşatan her türlü eyleme başkaldırma eylemi olarak tatil…

Her şeyi külliyen bırakıp reddetme eylemi değil, oyun ve oyalanmaya ara verme yöntemi olmalı tatil. Bu bazen kaliteli bir uyku da olabilir, içinde birkaç güzel cümle dışında hiçbir özelliği olmayan bir roman okumak da. İllâ daha çok çalışmak değil, hislere yatırım yapmayı sağlamaya yarar bir dinlenme de tatile dâhildir.

Yeterince sıkışık bir hayattan geliyor ve sıkılacak vaktimiz olmuyorsa, boş durmanın ağırlığından bezip üretmenin lezzetini yaşamadıysak, sadece sıkılmaya bile mesai harcayabiliriz tatilde. İnsanın kendiyle karşılaşması ne kadar can yakar hep kalabalığın arasında, hep meşgul ve hep hareket hâlindeyse. Bu karşılaşma için tatil, bir imkân olabilir isteyince. “Kafa dinleme” deriz ya hani, işte öyle bir kendini dinleme hâli! Karşılaştığımız kendimiz ne kadar yabancı gelir bize ve o zaman neden daha önce durmadığımıza, durup kendimize bakmadığımıza yanarız.

Bir tarafta da pergelinin ucuna sevgiyi yerleştirmiş, pergeli açıldıkça, geliştikçe sevgisinin sınırlarını büyüten bir insan olarak yaşamak var. Böyle bir hayat içinde tatil, ancak gelişim sınırları içinde değerli bir eylem olabilir. Zaten sevgi üzere kurulu düzenin daha iyi bir seviyeye ulaşması arzusuyla meşguliyete kota koyma girişimi… Biraz dinlenmeyi, kendini dinlemeyi, uzak kalınmış gerçeklere yaklaşmakta ya da sadece kendi benliğinde var olan keşfedilmemiş ormanda yürüyüşe çıkmakta kullanmak… Tatili kayıp bir zaman dilimi olmaktan çıkarıp öğrenme yolculuğunun bir parçası hâline getirmek…

Bizi hayatımızdan uzaklaştıran bir yeryüzü keşfi, bir kendini tanıma eylemi olarak tatil, her şeyde ruhun sûretini görmek, göğün metafiziğine temas etmek için bir fırsattır ve aslında “öğrenmek”, çoğu şeyden daha eğlencelidir.

“Var olmasa da cismen/ Ruhumun sûreti var her şeyde/ Beni yakınlaştıran/ Gezegenlerin yörüngelerine/ Beni hayatımdan uzaklaştıran yeryüzünde…”*

 

*Aydın Ünlü/Maske… Leyla’nın Mecnun’u İçin