Günaydın

Allah kadını ve erkeği yoktan var etti. Birini diğerinden değil, her ikisini de aynı özden, topraktan tekvin etti. Allah’ın hitabına birlikte muhatap oldular. Birlikte omuzladılar dünya yükünü…

UYANDIK yine bir sabah/ Yıkadık elimizi yüzümüzü sözcüklerle/ Selâmladık gökyüzünü/ Mandalina kokusu ektik biraz avucumuza/ Koyduk kahvaltıya ekmek arası güneş/ Delilik serptik biraz da üstüne/ Sildik süpürdük kırık dökükleri/ Yağmura serdik kurumuş çiçekleri/ Vanilya bahçesine daldık yalın ayak/ Ayrık otlarını temizledik düşlerin/ Bir çırpıda karıştık/ Elimizin hamuruyla satırlara/ Dikiş tutmadı yamalı sözler/ Harfleri savurduk rüzgâra/ Denize astık gönlümüzden bir dolunay/ Demli geceyi yudumladık ağırdan/ Avuttuk içimizin küs çocuklarını/ Bizi kimse anlamadı/ Biz de şiirleri öptük alnından…

***

Günaydın ey umarsız dünya! Bir kadın yürüyor bak yalınayak. Avuçlarına düşen dua, kar taneleri gibi yayılıyor semaya. Şehir üşüyor. Üveyikler can veriyor. Merhametin sesini vuruyor bir avcı. Sütü kesiliyor ceylan yürekli bir annenin. Hoyrat kaçkını düşler yaka paça savruluyor sokak ortasına. Bir fer daha sönüyor. Bir gözyaşı daha düşüyor çiçek açmayı umduğu toprağa. Toprak ıslandıkça yanıyor; daha kaç kadının ahını taşıyabilir ki? Haksız yere kırılmış, horlanmış, kendisine bir yer konumlandıramamış nice kadının iç sesi ârş-ı A’lâ’ya yükseliyor da dünyada sadece lakırdıdan ileri gitmiyor. TV ekranlarında izlemeye alıştırıldığımız mesnetsiz yapımlar gönül gözümüzü daha da köreltiyor. Bir meta olmaktan kurtaramıyoruz kadınımızı.

Kendisini bir mücadele içerisinde bulan kadına bâtıl bir elbise biçiliyor. “Kadın dediğin güçlüdür”… Neye göre? Maskulen bir hayat modeli sunulan kadın anatomisini yitiriyor böylece. Zarafet bir gelincik narinliğinde kadının süsü iken, örtüsü şiirlere dahi konu olamayacak kadar mahremi iken, şimdi erkeğin bütün görevlerini bir marifet gibi üstlenmiş ve bununla övünür hâle gelmişiz. Topuklu ayakkabı düşleyen çocukluğumuzu rafa kaldırıvermişiz.

Kadın, haberlere konu olacak bir malzemenin en fakir fabrikatörü. Reyting ivmelerini oynatan bir ibre. “Şiddete hayır!” derken bile dilimize yerleşen “şiddet” kelimesi kolayca çıkıyor ağzımızdan. “Minnet” ne zor bir düğüm oluyor boğazımızda. Hak savunucularının mahalleyi uyandıracak davulu yüksek seste inletirken medyayı, çözümsüzlüğe bir kazma daha vuruluyor aslında. Kimi kadının toplumdaki yerini çekiştiriyor, kimi kimliğini. Medeniyet inşâsında sayısız rol biçiliyor kadına. İdeal anne, ideal eş, ideal çalışan… Kadın, ötekileştirmenin bir diğer adı oluyor oysa. İnsan onuru zahir iken kadını oradan koparmaya gerek var mı?

Rabbin “Ey insanlar!” hitabının muhatabı olarak kadın ve erkeğin yaratılış hikmetini göz ardı edemeyiz. Tanış olmaya geldik. Mekke’nin karanlığına ışık olan Peygamber’in hutbesinden süzülen huzme “emanet” diye yankı buldu kadın üzerinde. Niye böylesi taş kesildik? Hissiz kalabalıklar her geçen gün biraz daha ezip geçiyor toplumsal yaramızı. Nuh’un tufanı bize yetişir mi bilmem ama fiziksel kıstasların gölgesinde, reklâm panolarına akan salyalarda boğulacağız korkarım. Müptelası olunan zaaflar, bu nicelik ve nitelik dünyasının basiretsizliğini taşıyor omuzlarımıza. İslâm’ın kadın konulu öğretilerini yakalamaktan ve Kur’ân’ın çizdiği perspektifi kavramaktan mustarip bir Müslüman toplumunda kalem oynatmak böylesi bir zorluğu beraberinde getiriyor.

Çok şey anlatmak istiyor insan. Değişim sağlamanın imkânsızlığı ket vuruyor dermansız bileklere. “Karınca misali safımız belli olsun” diyerek kadının varoluş hikâyesine naçizane bir imza da biz bırakalım öyleyse…

Kadın… Bir romanın içli sayfalarında, Segâh bir eserin komalarında, oyalı bir bohçanın derin sevdasında… Gecesi sıcak bir döşek, gündüzü sıcak bir ekmek. Bazen o ekmekle pişmek… Gülüşünde deva saklı, kanadında yuva. Kilometreler ötesine su taşır Afrika’da. Mermi taşır Anadolu’da. Gül taşır dudağında, gülüşen olur bir adamın ruhunda. Kadın sevgiyle güzelleşir. Sevdikçe yarışır atlarla, sevildikçe büyür göğsü. Tüm insanlığı sığdırır içine.

İnce belli bir bardaktan çay yudumlamak kadar sade olmalı kadın. “Kün” emriyle anne rahmine düşen, “Rahîm” sıfatıyla merhameti tezahür eden olmalı. İplik dokuyan, pamuk eğiren elleri, ayıpları kusurları örtmeli. Örtü olmalı duygusuyla, düşüncesiyle, sevgisiyle. Şefkat örmeli dokunduğu her yere. Haneleri hoş etmeli yemeğiyle, diliyle, gönlüyle... Sancıyla geldiği dünyada yine sancıyla devam etmeli üretmeye, çoğaltmaya, yaymaya. İlmi ve dehası fıtraten buna uygundur çünkü. Renkleri konuşturan, onu suyla buluşturandır kadın. Ebruli bir yüreğin izdüşümüdür. Sofrasıyla, adabıyla, sanatıyla, ruhuyla yârdir, yarendir.

Allah kadını ve erkeği yoktan var etti. Birini diğerinden değil, her ikisini de aynı özden, topraktan tekvin etti. Allah’ın hitabına birlikte muhatap oldular. İkisi birlikte yeryüzünü imar etti. Birlikte omuzladı dünya yükünü. Birlikte aldandı, birlikte ağladı, birlikte af ve mağfiret diledi, birlikte halef kılındı dünyaya. Kadın ve erkeğin değer açısından eşitliği açıklama gerektirmeyecek kadar nettir. Kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılık asırlar öncesinden toplumsal ve insanî bir farklılığa dönüşmüş, günümüze kadar direnen bir ideoloji olmuştur.

Kadim kültür ve geleneklerin Müslüman toplumlara tesiri ne yazık ki dinden daha baskın çıkmıştır. Allah, kitabında kadınla ilgili nikâhtan boşanmaya, mirastan özel hâllerine kadar pek çok soruna yer vermiştir. Kur’ân ahlâkıyla bezenen Resûl-i Ekrem’de (sav) de kadınları her zaman saygılı bir tutum içerisinde mübârek sözleriyle taçlandırmış, onları dinlemiş, sorunlarına çözüm bulmuş, incitmekten imtina edilmesini tavsiye etmiş ve sosyal hayata katılmalarını sağlamıştır. Resul’ün sünnetinden uzak bir kadını anlama çabasına ne konferanslar yol haritası çizebilmiş, ne de makaleler merhem olabilmiştir. Putlaşmış benliklerimize İbrahimî bir cesaret gerek. O zaman şavkıyacak Kur’ân’ın ve Sünnetin ışığı. Çağa ayak uyduramayanlar terk etmeyecek son kaleyi. Kadın, özüyle sözüyle kadın olarak kalacak, yerli üretime aklını ve yüreğini katacak, emanet bilinciyle korunacak. Hazreti Peygamber’in bize miras bıraktığı ezelî hikmet ve hakikat ölçüleriyle insan olmanın gereğiyle yaşayacak…

İnsanı en güzel biçimde yaratan Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve senalar olsun!