Günah

Masumiyet ne kadar geniş duruyor gözde. İçinde huzur dolu, ferah bir ev gibi, cıvıl cıvıl çocuk sevinci gibi, bahar gibi, yeni adım atmış gibi, ilk cümleyi kurmuş gibi, fırından yeni çıkmış taptaze ekmek gibi… Bir günaha tövbe etmek mi, o günaha hiç girmemek mi? Hangisi bu bütünün daha çok parçası?

SİNEYE çekilmiş bir ihanet gibi durur bazen bakışlar. Üstü açık, kıvrılıp uykuya dalmış ve sırtına kar yağmış gibi durur günahlar. Örtülmek, sığınmak isterler, ama nereye gitseler, hangi kapıyı çalsalar da sığınamazlar.

El ayak kaçmak ister o bedenden; göz başka bir oyuğa yerleşmek, kalp göğüs kafesinden firarî atarken, akıl bir başın içinde olmaktan azat edilmek ister. Günaha girmek bir anlık karar; bir an için şaşalı bir parıltı, bir ayak çelmelik tatlı söz, güler yüze kanıverir insan, gerisi kahreder işte, gerisi mahşer!

Pişmanlık insanın yakasını öyle kolayca salıvermez de hem, gölgesi olur her nefesinin, huzurun gidişini seyrederken kalp. Günahkâr olanlar bilirler, öyle rahat edemezler günahın ardından, en masum anlarını ararlar ama çocukluğun kapısı önünde paspas olsalar da arınamazlar.

Gerçek bir günahın affını bilmek neyi halleder? Kendini affedemeyen bir suçluyu hangi ceza rahatlatır? Azap vicdanın hükmüne boyun bükmüşken, neresi güzel günah işlemenin? Ama güzel geliyor işte! Çünkü daha güzelini ne görmüş, ne düşlemiş insan. Güzele kapılmak, insanın mayasında var. Günah çirkin görünmüyor ki insanın gözüne. Öyle tatlı, öyle vazgeçilmez ki, sürüklüyor peşinden.

Sonrası yok ki zaten günahın, sadece öncesi var ve bir yığın bahanesi. Ama insanın durduğu makamda melek aranmaz ya, sonunda tövbe ediyorum. İlk cüretim için, günahıma ilk teşebbüs ettiğim anki imanım için, işte tam da dünyanın içindeyim, şimdi, şuracıkta aşkın sözünü edememişsem, yanamamışsam, cehennem bu eksiği tamamlamak için yarın orada olacak -olması gerektiği gibi-. Ama cennet de öyle olacak, olması gerektiği yerde, öylece duracak.

Masumiyet ne kadar geniş duruyor gözde. İçinde huzur dolu, ferah bir ev gibi, cıvıl cıvıl çocuk sevinci gibi, bahar gibi, yeni adım atmış gibi, ilk cümleyi kurmuş gibi, fırından yeni çıkmış taptaze ekmek gibi… Bir günaha tövbe etmek mi, o günaha hiç girmemek mi? Hangisi bu bütünün daha çok parçası? Cennetin varlığı günahsızlığın mı, yoksa tövbenin mi sonucu? Yahut “Hatasız kul olmaz” dedikten sonra “Elde var cehennem” mi? Hangisi en doğrusu?

Huzur, dalgasız denizlere benzer hep, selamı verilmiş bir sabah namazı gibi sonsuz bir dinginliğe yaslanır yürek.

Kiminin hata yapmadan önceki sabrı değerlidir, kimininse tövbe ederken döktüğü gözyaşı. Kimi geçmişine baka baka bulur yolunu, kimi geleceğine tutunarak yol alır. Kimi bir günahtan sonra durulur, kimi sevapla başlar ama erkenden yorulur. Âdem’in kaderidir nihayet kaderimiz; önce yasak meyveyi yeriz, sonra tövbe ederiz.

Hayalin gücü, zamanın başladığı yerden alsa bizi, sırat köprüsünden geçmeye kalksak ve bazen yansak ateşlerde, bazen cennette uyansak…  Hayal bu ya, bazen de arafta kalsak... O müthiş gücü bir de böyle kullansak... Dönsek dünyaya sonra, bambaşka olsak… Bilmem, belki Peygamber aşkından bir kıvılcım sıçrar kalbimize. Bilmem, belki Âdem’i kupkuru bir topraktan ayıran ruhu yakalarız ellerimizle.

Şeytan kim ki, nefis ne ki, aşkı bulana? O yücelere gönül vermişlere yol vermeyen kalır mı? Bu dünyada yanmışları cehennem hiç alır mı? Adım “İnsan”, yeri gelir insan olduğumu hatırlamam. Çok günahım var, kabul ediyorum, tamam! Tevvab ve Rahim diye adın var... Ben Sensiz sadece acıdan ibaretim; ayrılık acısından ibaret... Seninle sonsuz bir yolculuğun ilk adımlarını attım dünyada, yolumu yolundan ayırmam hata. Tek bir şey için var bunca kâinat. Aşkına kul köle olamayıp da gözümü izinden ayırmam hata.