PEK Muhterem Kari,
Zaman belki de düz ya da dalgalı bir çizgi gibi değil de nereden başladığı,
nerede biteceği, dibi, derinliği, sonu, çapı, hızı (biz fâniler için) belli
olmayan, içinde kıvrıla kıvıra, döne dolana, savrula savrula dibine doğru yol
aldığımız, attığımız her turda bir önceki turun izdüşümünden geçerken bizi
tarihin tekerrürüne inandıran bir garip girdaptır belki de. Neden olmasın?
Biz fâniler de, ülkeler de, tarih de, coğrafya da, medeniyetler de, hattâ
dünyanın küllümü ve dahi zamanın bizzat kendisi bu girdabın içerisinde
birbirinden farklı hızlarla kaçınılmaz sona, girdabın dibine doğru yol almakta
mütemadiyen.
Kendimi bu serencamın içinde buldum bulalı ve siz muhterem kariye bunları
anlatmaya başladım başlayalı sıklıkla bu izdüşümlerin altlarından geçtiğimi
fark etmeye başladım hayretten hayrete gark olarak. Belki daha önce de
yaşıyordum bunları ama idrak edemeden geçip gidiyordum muhtemelen. Tıpkı Yaşar
Usta’nın dükkânı önünden yüzlerce kez geçmiş olmama rağmen o dükkânı daha önce
fark etmemiş olmam gibi…
Evet, Yaşar Usta’nın atölyesine yangın sonrasında yeniden gittim. Atölye
hâlâ yangının izlerini ve kokularını taşıyordu. Yaşar Usta’yı bulup Şeker Abi’nin
selâmını ilettim, derdimi fazla tafsilata girmeden anlattım. Güherçile ile
çalışan bir motoru sıvı yakıtla çalışan bir motor ile tadil etmek istediğimi
söyledim, Efrasiyab’ın verdiği çizimden sadece motorun olduğu kısmı kopya
ettiğim kâğıdı gösterdim.
Hiç soru sormadı, bu beni çok rahatlattı. Tam da aradığım esnaf tipi; soru
sormadan istediğini veren… Muhtemelen benzer bir çizim görmüştü ve kuvvetle
muhtemel ne işe yaradığını da biliyordu. Aynı torkta, aynı güçte, aynı devirde
çalışan bir motoru sefineme bir hafta içerisinde takmıştık bile.
Zaman girdabının yine bir izdüşümü noktasından geçtiğimi, Yaşar Usta’yı bir
yerlerden tanıdığımı hissediyordum ama bir türlü çıkaramıyordum.
Motor çizimini gösterdiğim ofisinin duvarında gri, Yaşar Usta’ya göre uzunca
bir cübbe asılıydı. Yaşar Usta bana soru sormadığı için cübbenin kime ait
olduğunu sual edemedim. Lâkin Efrasiyab’ın buralarda bir yerlerde olduğundan
emindim. Umarım bu yapbozun parçaları bir gün yerli yerine oturur.
***
Bu ayki yolculuğumuz için zaman nişangâhımızı 1389 yıl öncesine, 23 Şubat
632’ye kuruyorum. Mekân nişangâhını da Arafat tepesine göre ayarlıyorum. Haydi
bismillah, deveran başlasın!
Arafat tepesinin eteklerindeyim. Tepe tamamen beyaza bürünmüş. 124 bin
Müslüman tüm tepeyi doldurmuş, Rahmet Peygamberi Hazreti Muhammed’in (sav),
Veda Haccında “Kasvâ” adlı devesi üzerinde irat ettiği Veda Hutbesi’ni
dinliyor. 124 bin Müslüman nefesini tutmuş, çıt bile çıkarmadan bu hutbeye
kulak kesilmiş durumda. Tabiat da bu sükûta ayak uydurmuş sanki, rüzgâr dahi
esmek için hutbenin bitmesini bekliyor.
Yüzümü kaldırıp O Mübârek Yüze bakmaya yüzüm yok. Başım önde, O Mübârek Sesi
dinlemeye koyuluyorum:
Veda Hutbesi
“Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamdeder, O’ndan yardım isteriz.
Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de
kimse hidâyete erdiremez. Şahâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yoktur.
Tektir, eşi ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şahâdet ederim ki, Muhammed O’nun
kulu ve Rasûlüdür.
Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden
sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.
İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız
nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise,
canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden
korunmuştur.
Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O da sizi
yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakin Benden sonra eski
sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi,
burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse
bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.
Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine
versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir.
İlk kaldırdığım faiz de Abdulmutallib’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir. Lâkin
anaparanız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.
Ashabım! Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün âdetler
kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan dâvâları da
tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvâsı, Abdulmuttalib’in torunu
İlyas bin Rabia’nın kan dâvâsıdır.
Ey insanlar! Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine
tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek
işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için
bunlardan da sakınınız.
Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan
korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız ve
onların namusunu kendinize Allah’ın emriyle helâl kıldınız. Sizin kadınlar
üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar
üzerindeki hakkınızı; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız
kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade
etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız
bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir.
Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve âdete göre yiyecek ve
giyeceklerini temin etmenizdir.
Ey mü’minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça
yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamberin
Sünnetidir.
Mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman
Müslüman’ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman’a,
kardeşinin kanı da, malı da helâl olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile
vermişse o başkadır.
Ey insanlar! Cenâb-ı Hakk, her hak sahibine hakkını vermiştir. Her
insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur.
Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet
vardır.
Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in
çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da
Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın
da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâda, Allah’tan
korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Azâsı
kesik Siyahî bir köle başınıza âmir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabı
ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Kimse kendi suçundan başkası
ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine
suçlanamaz.
Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız: Allah’a
hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız. Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı,
haksız yere öldürmeyeceksiniz. Zina etmeyeceksiniz. Hırsızlık yapmayacaksınız.
İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?
(Sahabe-i Kiram birden şöyle dediler: ‘Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine
getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz diye şahâdet ederiz!’)
(Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) şahâdet parmağını
kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu:) Şahit ol Yâ Rab! Şahit ol Yâ Rab! Şahit ol Yâ
Rab!”
Ve hutbe bitiyor. Hutbe sonunda yavaş yavaş dağılan Müslümanlar ile
birlikte -yine başım yerde- ben de dönüş yoluna koyuluyorum. Bugün 124 bin
insan arasında bile başını kaldırmaya yüzü olmayan benin, yarın mahşerde ne
yapacağını kara kara düşünüyorum.
Allah’ım! Sadece Senin merhametine sığınıyorum, merhametin olmazsa
güveneceğim ne Sana lâyık bir ibadetim, ne de bir amelim var. Merhamet et Yâ
Rab bu aciz kuluna ve tüm Müslüman kardeşlerime!
***
Muhterem dostlar,
O mübârek günün sene-i devriyesini yaşadığımız ve yeni anayasayı
konuştuğumuz şu günlerde neredeyse tüm zamanı kuşatmış bu evrensel mesajdan nasibimizi ne
kadar da az almış olduğumuzu görüyorum, düşünüyorum. O mübârek günden
bugüne dek yüzlerce anayasa yazıldı ve yüzlercesi de tarihin çöplüğünde elan. Bizim yüz yıllık
Cumhuriyet tarihimize bile beş altı anayasa yazıldı, değiştirildi, düzenlendi;
şu günlerde de bir yenisinin eşiğinde dolaşıyoruz. Gün,
Veda Hutbesi’ni defa defa okuma ve okutma günüdür! Ve gün, kulak arkası ettiğimiz,
görmezden geldiğimiz bu mübârek tavsiyelere sıkı sıkıya sarılma günüdür!
Gün batıdan doğmadan…