“Gülebakan” kitabının portresi: Çok Yaşayın Güller, Gülebakanlar, Güleyazanlar

Çok önemli bir işi başarmış. Gözlerinden, emeklerinden, kaleminden öpüyorum. En yazılması gerekeni yazmış, en yapılması gerekeni yapmış. Ne güzel! Bir tarafıyla şehir tarihi/şehir kültürü bu kitap, diğer tarafıyla şehir arkeolojisi adeta. Edebiyat, biraz da kimsenin görmediğini görmek/göstermek, kimsenin yazmadığını yazmak değil mi? Pekâlâ da öyle.

OLDUM olası gülü severim. Eşim Gülseren, kızım Gülsüm, kurduğum kooperatiflerin isimleri Gülkent, Gülaçtı. En sevdiğim reçel gül, en sevdiğim sabun gül sabunudur meselâ. (Son Isparta seyahatimde gül çayı bile aldım.) Zira biz gül medeniyetinin çocuklarıyız. Amenna. Gül Peygamberinin ümmetiyiz. Amenna.

Şiir güldür meselâ bizde. İyilik güldür, merhamet güldür, vefa güldür. Gül metaforunun, gül imgesinin onlarca karşılığı, çağrışımı, göndermesi var. Ona da amenna. Bildik.

Literatüre üç yeni kavram: Güller, Gülebakanlar, Güleyazanlar

Şehir kültürü alanında son birkaç yıldır yayımladığı eserleriyle çok hızlı ve takdire değer bir giriş yapan Yusuf Ertuğrul Erdem, Değişim Yayınları’ndan çıkan son kitabı Gülebakan ile güle yeni bir metafor eklemiş oldu: “Meczuplar”. Eyvallah.

Tebrikler Ertuğrul. Zira toplumun, şehrin, sokağımızın gülleridir onlar, evet.

Ve toplumda onlara sahip çıkan altın kalpli isimsiz kahramanlar için de bir kavram geliştirmiş kendisi: “Gülebakan”. Çok da yakıştı bu kavram onlara. Bihakkın, hakları zira.

Cami cami, cadde cadde, semt semt, şehrin delilerinin çetelesini tutan, adeta kuyumcu terazisizi elinde onları keşfe çıkıp hayat hikâyelerini bize takdim eden Yusuf Ertuğrul Erdem kardeşime -yüksek müsaadelerinizle- bir sıfat da ben hediye etmek istiyorum: “Güleyazan”.

Bu geniş, engin ve zengin çalışmasıyla Yusuf kardeşim bunu hak etmiştir. Yerden göğe kadar hem de.

Üç hayâlim: Ansiklopedi, Ozanlar Kitabı ve Adapazarı’nın Delileri

Senelerdir yazar, söylerim “Doğup büyüdüğü şehri kaleme almak, en hafifinden sıla-yı rahim hükmündedir” diye, buna gönülden inanan biriyim. Ve gereğini de yapmaya çalışan...

Geçenlerde (24 Kasım 2023) yazar M. Furkan Özren’in sosyal medyada benimle yaptığı, şahsıma Türkiye Yazarlar Birliği 2011 Şehir Yazarı Ödülünü getiren “Aynalıkavak Yazıları” kitabı söyleşisine hazırlanırken saydım, altmış dört senelik ömrümde yirmi beş kitabım yayımlanmış; bunun on beşi direkt veya endirekt Adapazarı veya Adapazarlılar üzerine. Yüzde altmışı!

“Çok şükür” dedim, “Şehrime az çok görevimi yapmışım” diye düşündüm. Ama yakın çevrem bilir, henüz gerçekleştiremediğim üç hayâlim daha vardır benim: Adapazarı Ansiklopedisi, mahallem Ozanlar kitabı ve Adapazarı’nın Delileri çalışmam…

Tek Kollu Yaşar Amca: Müslümanlar bu memleketi siz geri bıraktınız

Son yirmi senedir, “Bu şehrin delileri mutlaka yazılmalıdır, yoksa Adapazarı yetim kalır” demişimdir yirmi kere, en az.

Bir akşam Ağa Camiî’nde namazdan çıkan cemaate, “Müslümanlar, bu memleketi siz geri bıraktınız; siz bu dini doğru anlasaydınız, biz de doğru anlardık. Memleket de kurtulmuş olurdu” dediğine şahit olduğum, cebinde daima Cumhuriyet Gazetesiyle meydan nutukları çeken Tek Kollu Yaşar Amca’dan şehrin tek selatin mabedi olan 700 yıllık Orhan Camiî içinde elinde sesini sonuna kadar açtığı radyosuyla bangır bangır İbrahim Tatlıses’ten “Ayağında kundura/ yar gelir dura dura” türküsü dinlerken onu susturmak ve korkutmak için hafiften bir tokat indiren ve sabaha kadar gözü uyku tutmayan Müezzin Hasan Çolak’a “Nasıl, sabaha kadar sıkıştın, uyuyamadın, değil mi?” diyen Deli Hamit’e, Gümrükönü Meydan’daki 50’nci Yıl heykelinin kafasını senede en az bir kere keserle kıran, mahkemeye çıkartıldığında ise “Hâkim Bey, bakın buradan açıkça ilân ediyorum, bu baş bu gövdede durduğu sürece, o baş o gövdede durmayacak” diyen ama cebindeki Bakırköy raporu nedeniyle bir gece dahi tevkif edilemeyen Deli Adil’e ve daha onlarca birbirinden renkli meczuplarımıza... Adapazarı’nın en temel güzelliği olan bu insanları bir gün mutlaka yazmalıydım. Ama fırsat bulup yazamadım yirmi senedir. Başaramadım. Kusurluyum. Özür dilerim.

Onların hayatı roman, bizimkisi hikâye

Ve en az onlar kadar bu şehrin güzelliği olan Gülebakanlar…

Cennetmekân Terzi Ali Amca (Taşçeken) meselâ… Defalarca gözümle gördüğümden söylüyorum; güllere eliyle her gün çorba, kuru fasulye, pilav pişirip doyuran, ellerini yüzlerini yıkayan, doyurup giydiren mübârek Ali Amca… Oğlu Alaattin abi ne güzel anlatır: “Babam onlardan bazılarını eve de getirirdi. Ve onlar kendilerini ev sahibi, bizi de misafir gibi görürlerdi.”

Ali Taşçekenlerin birincil vasfı, meczupları bu dünyanın gerçek sahipleri görmeleridir ya zaten. Ve nice Terzi Ali Amcalar geldi geçti bu şehirden. Bir kısmı da yaşıyor. Gülebakıyor onlar.

Açıkça ilân ediyorum buradan; bir şehrin şereflileri, sahipleri, söz sahipleri meczuplar ve onlara sahip çıkanlardır. Yani Ertuğrulca söyleyeyim, Güller ile Gülebakanlardır. Gerisi teferruat. Hikâye. Mehmet Şeker’ce konuşayım; “onların hayatı roman, bizimkisi hikâye”.

2024 yılının “dua ödüllü” kitabı açıklıyorum: “Gülebakan”

Benim yapamadığımı Yusuf Ertuğrul Erdem kardeşim yapmış.

Kitabı baştan sona okudum. Başarmış. On kere, yüz kere, bin kere tebrik ediyorum onu. Gönülden hem de. Canı gönülden… Helâl olsun kardeşime!

Çok önemli bir işi başarmış. Gözlerinden, emeklerinden, kaleminden öpüyorum. En yazılması gerekeni yazmış, en yapılması gerekeni yapmış. Ne güzel! Bir tarafıyla şehir tarihi/şehir kültürü bu kitap, diğer tarafıyla şehir arkeolojisi adeta. Edebiyat, biraz da kimsenin görmediğini görmek/göstermek, kimsenin yazmadığını yazmak değil mi? Pekâlâ da öyle.

Ödüllük bir kitap bu. En büyük ödülü de tebrik, teşekkür ve dua. 2024 Yılının Dua Ödüllü Kitap Birinciliği, açık ara senin Yusuf kardeş, yeminle bak! Harbiden ama. Abartısız söylüyorum.

Çok yaşayın siz ey Güleyazanlar!

“Dünyanın onların sayesinde ayakta olduğuna inandığım güllerimiz çok yaşasınlar” diyorum ben. Çok yaşasınlar Gülebakanlarımız da. Ve tabiî çok yaşasın Güleyazan yazanlarımız, Yusuf Ertuğrullarımız.

Bizler size minnettarınız. Hepinize, bir bir, ayırmadan…

Gül kokulu okumalar efendim…