Güç yetiremediklerimiz

Bir şeylere fayda sağlamak için kullandığımız güç ve emek, uzun vadeli yorgunluklara gebedir. Evet, standart ve tekdüze yaşamlarımız, dünyanın yaralarından birini sarmaya yeltendiğimiz anda sekteye uğrar. Fakat burada amacı keşfetmek gerekiyor sanırım. Acaba bu âleme rahatımız bozulmasın, durduğumuz yer değişmesin, gündelik yaşamımız sekteye uğramasın diye mi geldik? Yaratılış gayemiz hiç bu kadar boş olabilir mi?

42 kilometrelik maraton koşusu, insan vücudunun dayanma sınırının hayli altındaymış. Birtakım bilimsel çalışmalar, bedensel gücün çok daha yüksek bir zirveye erişebilme potansiyelinden bahsediyor. Fiziksel dayanıklılığın son derece ileri boyutlara ulaşabildiğini bazı spor faaliyetlerinden de biliyoruz. Tabiî bunun için düzenli çalışma ve gerekli beslenme, yeterli uyku gibi gerek şartlar var.

Hemen her insanın fiziksel aktivite grafiği, bünye, fizyoloji ve yaşam şekli gibi kişisel verilere göre bir dizilim gösterir. Genetik faktörler de yine dayanma ve efor kapasitesi açısından önemli. Bu hususta en göz ardı edilen faktörlerden biri de zihinsel durum ve manevî motivasyon. Çünkü bu ikisinin eşlik etmediği hiçbir fiziksel devinim, gerçek limitlere ulaşmada başarı vadetmez. Yani aslında varlığımız, fizik ve psikoloji gibi birbirinden farklı edinimlerle bir kompozisyon oluşturabiliyor.

En genel-geçer tespitlerden yola çıkarsak, anatomik yapıda herhangi bir kusur yoksa ve zihinsel kabiliyetler de vasatî oranlardaysa herkesin iş ve eylem kapasitesi oldukça yüksektir.

Diğer yandan beyin fonksiyonlarımız da oldukça tatmin edici… Hem doğuştan belli bir kullanım imkânı veriyor, hem de zamanla geliştirilebilir ve faaliyet kondisyonu arttırılabilir bir büyüme payına sahip.

İnsan hakikaten güçlü bir organizma…

Bilhassa beklenti ve talepler doğrultusunda hem fizikî, hem zihnî, hem de manevî kabiliyetlerimizin sınırlarını zorladığımız bir gerçek. Böyle durumlarda insan önce güdüleniyor, sonra da büyük bir motivasyonla gücünü ve bu gücü kullanma yetisini katlıyor.

Aslında insanın hem beyin gücünü, hem fiziksel kotasını yükseltmesinde belli başlı itici faktörler devreye giriyor. Tıpkı bir annenin, söz konusu evlâtları olduğunda beden gücünü ışık hızıyla zirveye taşıyacak bir maneviyata sahip olması gibi… Her neyi önemsiyor ve talep ediyorsak, o uğurda yapabileceklerimizin sınırını biz bile öngöremeyiz.

Bu, herkesin kendi içinde daha kullanılmamış bir cevher olduğunu da gösteriyor. Her durum karşısında gerekli içtepiyi keşfettiğimizde, yapmamız gerekenleri hayata geçirmek için çok da yetersiz kalmayacağımız bir gerçek.

Fakat bir türlü o motivasyonu sağlayamadığımız ve devamında da gerekli güç ve zekâ seviyesine ulaşamadığımız bazı olgular var. Bazen tek tek güç yetiremediğimiz bu spesiyal durumlar için birlik olmak ve birliğin gücünü aktif etmek bile kâfi gelmiyor.

Bu hayatta güç yetiremediklerimiz var.

Akla hayâle gelmeyecek deneyimleri çaba ve güçlü istek bileşimiyle var eden insan, güya çok talepkâr olduğu bazı durumlar karşısında yokları oynuyor.

İstiyoruz, önemsiyoruz, hak veriyoruz fakat yapamıyoruz.

Meselâ doğru davranma, saygı sınırlarında kalma, adaleti sağlama ve fedakârlık gerektiren durumlarda inisiyatifi eline alma gibi çok sıradan mevzularda bile o sınır tanımayan fizikî ve zihnî kabiliyetlerimiz buhar olup uçuyor.

Aslında sebebi aşikâr. İnsan gerçekten istediği ve emek verdiği şeylere, Yaradan’ın bahşettiği o vücut ikliminde rahatlıkla ulaşabilir. Fakat insanın en tehlikeli hâli, istiyormuş gibi yaptığı o riya anlarıdır. Bu o kadar tehlikelidir ki, kendini bile ikna edebilecek bir sahteliği ilmek ilmek dokur.

İnsan ilişkilerinde hâlimiz bu. Kendi duygumuza zıt gelen doğrular için ne bedenî, ne manevî gücümüzü kullanabiliyoruz. Orada bir zerre kadar aciz kalıyoruz. Fakat bir de topluca güç yetiremediğimiz durumlar var ki, bütün bahane ve gerekçeleriyle düşünüldüğünde olağan gibi geliyor, ama biraz derinlere inildiğinde son derece sahtekârca olduğu kanıtlanıyor.

Dünya üzerinde cefa çeken insanlar, aç çocuklar, aile içinde yaşanan şiddet ve yıkımlar, bir türlü doyuramadığımız sokak hayvanları, evet, bunlara güç yetirememede devasa gerekçelerimiz var. Fakat insan şöyle bir düşünüyor da uzaya uydular gönderen bir zihinsel faaliyet, 42 bin küsur metre koşabilen bir fiziksel potansiyel, en karmaşık denklemleri çözebilen beyin aktiviteleri, gelip tam da gerekli olduğu anda iflâs ediyor.

Sakın kendimizi kandırıyor olmayalım?

Rahatımız kaçmasın diye, Yüce Rabbin bize verdiği gücün ve becerinin ölü taklidine yatıyor olmayalım? 

Evet, dünyada bir şeyleri düzeltmek insanın o emniyetli duruşunu bozar. Bir şeylere fayda sağlamak için kullandığımız güç ve emek, uzun vadeli yorgunluklara gebedir. Evet, standart ve tekdüze yaşamlarımız, dünyanın yaralarından birini sarmaya yeltendiğimiz anda sekteye uğrar. Fakat burada amacı keşfetmek gerekiyor sanırım. Acaba bu âleme rahatımız bozulmasın, durduğumuz yer değişmesin, gündelik yaşamımız sekteye uğramasın diye mi geldik? Yaratılış gayemiz hiç bu kadar boş olabilir mi? Asla!