Grozni'den İdlib'e giden yol Soçi'den mi geçer?

Bugün yaşadıklarımız, dünkü Sykes-Picot'un ve müdavimlerinin hayâllerinin devamıdır. Ecdâdımızın yaptığı ve bugün devlet aklının işaret ettiği gibi, İstanbul’un savunması, Mekke-i Mükerreme’den başlar. Ankara’yı savunmayı, Kerkük’ü tahkim etmekle sağlayabiliriz ancak.

YAZININ başlığında İdlib’le Grozni’yi aynı cümlenin zikretmemizin sebeb-i hikmeti, Rus emperyalizminin bugünkü idare şeklinin Bolşevizmin bir devamı olduğunun hatırdan çıkarılmaması hakikatidir.

Atalarımızın bize bıraktıkları nurlu sözlere "irfanî kelâm" deriz. "Ayıdan post, Moskoftan dost olmaz" ifadesi de bunlardan biri… 

İdlib’de olanların evveliyatını bilmeden bir şeyler söylersek, meseleyi tam anlatamayız.

Şimal-i Afrika’da yaşanan Arap Baharı hareketlerinin güneyimizdeki Suriye’de 15 Mart 2011'de başlamasından çok önce, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti'nin o dönemki Başbakanı, tarihî mesuliyet ve Haçlı zihniyetinin cemaziyelevvelini bildiğinden, Suriye’nin o günkü Devlet Başkanı'na gelen tehlikeyi defalarca söyledi.

Bununla birlikte, ülkesinin birliğinden, değişik meşrep ve etnik yapıdaki nüfusunun vahdetinden ortaya çıkacak hakikati göstererek yardımcı olmaya çalıştı.

Ancak heyhat!

Baas ideolojisinin günümüzdeki temsilcisinin eski bir alışkanlığı olsa gerek, hemen bir emperyal ortak aradı ve buldu Suriye'deki rejimin başı…

***

Beşar Esad ve Rusya için insan yoktur, basitçe nefes alan makineler vardır. Bir bölgede hâkimiyet sağlamak için insanların ölmesi, göç etmesi ve bunlardan kaynaklanan korkunç dramların hiçbir önemi yoktur.

O ürkütücü soğukkanlılığın insanlık için ne kadar tehlikeli bir hâl aldığı görülüyor. Kontrolü sağlamak için fazla zamanı ve uğraşacak hâli yok. Karşısında binlerce insanın ortasında gizlenmiş bir muhalif varsa, onu yok etmek için gerekirse binlerce kişiyi de yok edebilir.

Suriye’de, kontrolü sağlamak için kaç insan öldürmek gerekirse onu yapmaya azmetmiş bir soykırım koalisyonu vardır.

***

Başlıktaki ifadenin mânâsına gelince...

Moskova’nın aynı Çeçenistan’da olduğu gibi Suriye’de de kendisine muhalif olan, çıkarlarına aykırı hareket eden ve dinî olarak kontrol altında tutamadığı bölge halkını, Grozni modelini esas alarak yani "Kuşat ve yok et" taktiğini benimseyerek yönetmeyi plânladığının ispatını görüyoruz.

Bu, yularını elinde tuttuğu Esad güçlerinin saldırılarından anlaşılmaktadır.

Çeçenistan cihadında Rusların başta efsane komutan Cevher Dudayev ve mücahit komutan Şamil Basayev'in mücadeleleri boyunca neler yaptıklarını unutmadık. Tıpkı Birinci Çeçen Savaşı’nda olduğu gibi, Suriye’de düzenli ordu, gerilla taktiği karşısında başarı gösterememiştir. Tâ ki Rusya’nın 2015’te savaşa dâhil olmasına kadar... Bu andan itibaren sahada dengeler Rejim güçlerinin lehine değişmeye başlamış ve zaman içerisinde Halep, tamamıyla Rusya’nın desteklediği Rejim güçlerinin kontrolü altına girmiştir.

Önemli bir hatırlatmada bulunalım: Vekâlet savaşlarının önemli aktörü İran’ın kahramanı (!) Kasım Süleymani de burada sahne almaya başlamıştı...

***

Süreci incelediğimizde, Rusya’nın Grozni modelini Halep sahasında uyguladığını görmekteyiz.

İlk olarak Rusya’nın yoğun hava saldırıları sonucunda muhalif güçlerin ablukaları kırılmaya başlanmış, Halep’e kuzeyden ve Azez’den uzanan ikmâl hatları kesilmiş ve birçok alan yerle bir edilmiştir. Ardından Halep’i kuşatma operasyonu hız kazanmış, bölgeye giden tek karayolu, yoğun bombardımanlar sonucunda kullanılamaz hâle getirilmiştir.

Rusya, bölgede uyguladığı taktikleri ve hedeflerini ortaya koyarken, bir taraftan da NATO’nun önemli üyelerinden Türkiye ile dost geçinmeye çalışıyor. Sözde Türkiye’yi NATO’dan soğutmaya çabalıyor….

Peşinen belirtmeliyiz, NATO hakkındaki kanaatimiz mahfuz olup, bu yazımızın mevzuu değildir. Lâkin Kuzey Atlantik Paktı İttifakı'nın da bize pek hayrının dokunmadığını belirtmekle yetinelim.

Diğer yanda Türkiye’ye devamlı oyunlar oynayan ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ise, "Türkiye’nin yanındayız" diyor.

İkiyüzlü değil, yüzsüz ABD'nin Hâriciye Vekili Pompeo’nun, henüz siyasete atılmadan önce de "Müslüman dünya ve İslâm ile nasıl bir hesaplaşma içinde olunması gerektiği" üzerinde yaptığı konuşmalar bilinmiyor değil.

Diğer bir tarihî hakikat de şudur: Bugünkü Suriye meselesinde Rusya’nın şimdilik kazananlardan olmasının, Barack Obama’dan Putin'e bir hediye olduğunu unutmamalıyız. Alman Başvekil Bayan Merkel’in ikircikli tavrı ise, “Bizim bu palavralara karnımız tok” dedirten lâtif kelâmlardandır.

ABD’nin emperyalist ideolojisi gereği İran’ı Müslüman coğrafyası içine bir “Şia hançeri gibi” sokan ABD’dir. Ve bugün Suriye genelindeki katliamın sorumlusu da ABD ile beraber Rusya ve İran’dır.

Suriye diye bir devlet organından bahsetmekse abesle iştigaldir!

Rusya onay vermeden Suriye Rejiminin adım atması mümkün değil. Diğer tarafta İran ise, işgal altında veya terör odaklarının elinde olan vatan topraklarını kurtarmak için silah kullanmasının, Suriye Rejiminin hakkı olduğunu açıklıyor, Kasım Süleymani’nin o coğrafyadaki katliamlarını görmezden gelerek aklımızla alay ediyor. Tabiî terör örgütünden kasıtla Suriye Millî Ordusu'nu gösteriyor.

***              

Türkiye, "Arap Baharı" diye afişe edilen hareketi emperyalist devletlerin başlattığını biliyor idi. Devlet aklı ve cihanşûmul tasavvurumuz, mazlum Arap topluluklarının başlarındaki diktatörlerin sonunu getireceğine inandıkları bu harekette de, o ülkelerin muhalif liderlerini desteklemeyi Cihan Devleti Osmanlı’nın mîrasçısı olarak tarihî bir mesuliyet bildi.

Ancak, yüzyılın vesâyet rejimlerinin mimarları olan başta Sykes-Picot'un imza sahipleri, sonra ABD ve Rusya, o coğrafyalardaki ülkelerin insanlarını ve Şimal-i Afrika ile Orta Doğu'yu kan deryasına dönüştürdüler.

Bol bol silah satıyor, o ülke liderlerinin dinarlarını ruble, dolar ve avroya çeviriyorlar.

Nihâyetinde Allah (cc) murâd eyledi, yüz yılın kuşatılmışlığını Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtlarıyla parçalayan Türkiye, daha sonra İdlib'de kurulan kumpası kırmak için önce 2017 yılında Astana’daki mutabakatı Rusya ve İran ile hayata geçirdi.

Sonra Soçi’de, bilâhare Ankara’da bu işin ismi koyuldu.

Ancak son altı aydır Rusya ve Rejimin İdlib’i tamamen ele geçirmeye yönelik hamleleri söz konusu…

İdlib’deki “gözlem noktalarımıza” yapılan taciz atışlarından sonra, Han Şeyhun ve Ma’arretü’n-Nu’man’ın işgali ve nihâyet bir hafta içinde on iki asker, bir sivil vatandaşımızın Rusya destekli Esad güçlerince şehid edilmesi, Astana ve Soçi Mutabakatlarına uyulmadığının göstergesidir.

ABD yanlısı monşerler âdeta zil takıp oynuyor, bıyık altından gülüyorlar.

Onlara göre Türkiye ile Rusya’nın arası açıldı...

Seviniyorlar; çünkü Türkiye, gitgide Avrupa’dan yani Batı'dan ayrılıp Doğu blokuna kayıyordu(!). Rus yanlısı eski tüfek Marksist-Leninist artıklar ise, "Neden Suriye ile orta yolu bulmuyorsunuz?" diye Rusya ve Suriye Rejimine âdeta methiye düzüyorlar.

Devlet Başkanımızın Ukrayna ziyaretinin esnasında İdlib’de sekiz şehidimizin olmasını bize verilen bir gözdağı şeklinde yorumlayanların haklılığını düşünmek de göz ardı edilmemeli...

Bizdeki muhalefetin hâl-i pürmelâli ise “evlere şenlik” kabilindedir. Bu hâli Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın'ın şu kısacık cümlesi ile anlatmak yeterlidir:

"Rusya ve Esed Rejimi sınırımıza dayanmış. Yeni bir mülteci akını kapımızda bekliyor. Belki de sıcak bir çatışmanın eşiğindeyiz. Herkes kendince çeşitli öneriler üretiyor. Ama ülkemizdeki muhalefetin ipe sapa gelir tek bir teklifi yok. Ama bu son İdlib meselesinde söylediklerine bakacak olursanız, muhalefetin hâli içler acısı."

***               

Sonuç olarak, ülkelerin dostluğu yoktur, milletlerin yani devletli olmanın, istikbâle dair tasavvuru olanların yüzyıllık ve daha ötesi plân ve ülküleri vardır.

Bugün yaşadıklarımız, dünkü Sykes-Picot'un ve müdavimlerinin hayâllerinin devamıdır.

Ecdâdımızın yaptığı ve bugün devlet aklının işaret ettiği gibi, İstanbul’un savunması, Mekke-i Mükerreme’den başlar. Ankara’yı savunmayı, Kerkük’ü tahkim etmekle sağlayabiliriz ancak.

Suriye, Irak, Doğu Akdeniz ve Libya’da söz sahibi olamazsanız, yarın Türkistan’ı, Kafkasya’yı ve Evlâd-ı Fâtihan olan Balkanlarda esâmemiz okunmayabilir.

Vesselâm…