Göz

Uzunca bir yürüyüşün ardından sahilde durdu. Suyun dalgalanışını izledi. Kumsala vuran güneş ile dalganın çekildiği yerde ıslanmış kumların parlayışını seyretti bir süre. Uyandığı her yeni gün gibi kuma bir iz bırakıyor fakat denizden gelen dalga, dünyaya bıraktığı izi çabucak siliyordu…

GÖZLERİNİ açtı. Etrafında sayamayacağı kadar çok ve sürekli artan insan sayısı onu hayrete düşürdü. Bilinçli yapıldığı söylenemeyecek olan hareketleri ile bu kadar insan nereden geliyor ve hangi keşmekeşin içinde oradan oraya savruluyordu?

Gözlerini ovuşturarak tekrar baktı ve hiçbir değişim karşılamadı onu. Herkes konuşuyordu fakat hiç kimsenin sözleri seçilmiyordu. Bu kez odak noktasını mekâna vermeyi denedi. Bulunduğu yer, boşluğu ve sınırsızca uzanan havası ile onu daha da hayrete düşürdü. Bunun bir rüya olduğunu düşünüp kendine telkinler vererek içini rahatlatıyor ve korkuya teslim olmamak için elinden geleni yapıyordu.

Gözlerini bu kez kendine çevirdi. Bu hareketini bir merak duygusundan ve zihin yardımından faydalanmanın yanı sıra, iç sıkışıklığı ve karmaşadan uzaklaşma isteğiyle yapmıştı. Birden bileklerindeki bağ, canını acıtmaya başladı. Bunu daha önce nasıl olmuştu da fark etmemişti? Kendine olan öfkesi arttıkça sanki ipler iki elini daha da sıkı sarıyordu. Artık kalabalığa sadece gözlemleyerek değil, yardıma muhtaç bir insan arayışı ile bakmaya başladı. İnsanları toplu hâlde görüyor ve onlara çoğul hitaplarda bulunuyordu. Kimsenin onu ciddiye almadığını fark etmesi uzun sürmedi. Ne kadar zaman geçtiği bilinmez, tek bir noktaya gözlerini sabitlemişken nihayet bakmakla görmek arasındaki algıyı keşfetti.

Kalabalığın içindeki tek bir insana odaklandığı anda sözlerini duymaya ve ne yaptığını anlamaya başlamıştı. Herkes düzenin mekanik birer parçası gibi çarkı çeviriyor, fakat etrafında olan şeylere karşı duyarsızca hareket ediyordu. Bu kadar çok sesi birleştirirken hepsini birbirine sağırlaştıran düzeni lânetlemekle kutsamak arasında debeleniyordu.

Sonunda, biraz uzağında elleri bağlı diğer adamı da görmeyi başardı. “Düzenin ilerlemesine taş koyanların sonu bu, aramıza hoş geldin” dedi uzaktaki adam. Adamın sözlerinden anladığı, sistemin dışına çıkmış ve cezalandırılıyor oluşuydu. Fakat aynı zamanda bu ceza ona büyük resmi görme şansını altın tepside sunmuştu. Tek tek tüm insanları ayrıntılarına varana kadar izledi. Birbirinden çok farklı ama bir o kadar aynı görünen insanları…

Gözlerini açtı. Bunu fiilen mi, yoksa zihnen mi yaptığını sorgulamaktan vazgeçti. Evinin duvarları üstüne gelmeye başladı. Bütün iplerinden kurtularak kendini dışarı attı. Yaşamını düzen içinde devam ettiren her şey yerli yerinde duruyordu ama onun topluma nesneleştirilmiş bakış açısından eser yoktu. İnsanlara çarpa çarpa sürüklenircesine ilerledi. Hayatı boyunca ilk kez böylesine plânsız, yönsüz ve hoyratça hareket ediyordu.

Uzunca bir yürüyüşün ardından sahilde durdu. Suyun dalgalanışını izledi. Kumsala vuran güneş ile dalganın çekildiği yerde ıslanmış kumların parlayışını seyretti bir süre. Uyandığı her yeni gün gibi kuma bir iz bırakıyor fakat denizden gelen dalga, dünyaya bıraktığı izi çabucak siliyordu. Kendine şu soruyu sordu: “Dalgada bir damla su mu, yoksa dalganın asla erişemeyeceği bir kum tanesi olmak mı?”