GÖZLERİNİ açtı. Etrafında
sayamayacağı kadar çok ve sürekli artan insan sayısı onu hayrete düşürdü.
Bilinçli yapıldığı söylenemeyecek olan hareketleri ile bu kadar insan nereden
geliyor ve hangi keşmekeşin içinde oradan oraya savruluyordu?
Gözlerini
ovuşturarak tekrar baktı ve hiçbir değişim karşılamadı onu. Herkes konuşuyordu
fakat hiç kimsenin sözleri seçilmiyordu. Bu kez odak noktasını mekâna vermeyi
denedi. Bulunduğu yer, boşluğu ve sınırsızca uzanan havası ile onu daha da hayrete
düşürdü. Bunun bir rüya olduğunu düşünüp kendine telkinler vererek içini
rahatlatıyor ve korkuya teslim olmamak için elinden geleni yapıyordu.
Gözlerini
bu kez kendine çevirdi. Bu hareketini bir merak duygusundan ve zihin
yardımından faydalanmanın yanı sıra, iç sıkışıklığı ve karmaşadan uzaklaşma
isteğiyle yapmıştı. Birden bileklerindeki bağ, canını acıtmaya başladı. Bunu
daha önce nasıl olmuştu da fark etmemişti? Kendine olan öfkesi arttıkça sanki
ipler iki elini daha da sıkı sarıyordu. Artık kalabalığa sadece gözlemleyerek
değil, yardıma muhtaç bir insan arayışı ile bakmaya başladı. İnsanları toplu hâlde
görüyor ve onlara çoğul hitaplarda bulunuyordu. Kimsenin onu ciddiye almadığını
fark etmesi uzun sürmedi. Ne kadar zaman geçtiği bilinmez, tek bir noktaya
gözlerini sabitlemişken nihayet bakmakla görmek arasındaki algıyı keşfetti.
Kalabalığın
içindeki tek bir insana odaklandığı anda sözlerini duymaya ve ne yaptığını
anlamaya başlamıştı. Herkes düzenin mekanik birer parçası gibi çarkı çeviriyor,
fakat etrafında olan şeylere karşı duyarsızca hareket ediyordu. Bu kadar çok
sesi birleştirirken hepsini birbirine sağırlaştıran düzeni lânetlemekle
kutsamak arasında debeleniyordu.
Sonunda,
biraz uzağında elleri bağlı diğer adamı da görmeyi başardı. “Düzenin
ilerlemesine taş koyanların sonu bu, aramıza hoş geldin” dedi uzaktaki adam. Adamın
sözlerinden anladığı, sistemin dışına çıkmış ve cezalandırılıyor oluşuydu.
Fakat aynı zamanda bu ceza ona büyük resmi görme şansını altın tepside
sunmuştu. Tek tek tüm insanları ayrıntılarına varana kadar izledi. Birbirinden
çok farklı ama bir o kadar aynı görünen insanları…
Gözlerini
açtı. Bunu fiilen mi, yoksa zihnen mi yaptığını sorgulamaktan vazgeçti. Evinin
duvarları üstüne gelmeye başladı. Bütün iplerinden kurtularak kendini dışarı
attı. Yaşamını düzen içinde devam ettiren her şey yerli yerinde duruyordu ama
onun topluma nesneleştirilmiş bakış açısından eser yoktu. İnsanlara çarpa çarpa
sürüklenircesine ilerledi. Hayatı boyunca ilk kez böylesine plânsız, yönsüz ve
hoyratça hareket ediyordu.
Uzunca bir yürüyüşün ardından sahilde durdu. Suyun dalgalanışını izledi. Kumsala vuran güneş ile dalganın çekildiği yerde ıslanmış kumların parlayışını seyretti bir süre. Uyandığı her yeni gün gibi kuma bir iz bırakıyor fakat denizden gelen dalga, dünyaya bıraktığı izi çabucak siliyordu. Kendine şu soruyu sordu: “Dalgada bir damla su mu, yoksa dalganın asla erişemeyeceği bir kum tanesi olmak mı?”