NESNELER
insanların davranışlarını etkiler. Her nesnenin bir rûhu, bir anlamı vardır.
Daha doğrusu, insanlar o anlam ve rûhu nesnelere yüklerler.
İnsanların bazıları, bazı nesnelere sahip olduklarında o
nesnenin rûhuna ve anlamına da sahip olacaklarını; o rûha ve anlama sahip
olduklarında ise o rûh ve anlamın statüsüne de sahip olacaklarını düşünürler.
Kimi insanların kimi nesnelere sahip olma isteği bazılarımıza
ilk bakışta gereksiz ve anlamsız gelir. Ama bazılarımıza ilk bakışta gereksiz
ve anlamsız gelen sahip olma isteğinin altında o nesneye yüklenen rûh ve anlama,
dolayısıyla da o anlam ve rûhun statüsüne sahip olma düşüncesi vardır.
Tüketimi kutsayan sistem ise, bu arzuyu bazen açık, bazen
örtük olarak canlı tutmak ister.
Böylece tüketim sürekli hâle getirilir.
Belli markalara, belli nesnelere sahip olma isteğinin altında
yatan bu arzu, çok büyük bir yanılsamadır. Çünkü bu şekilde tüketim çarkına
kapılan insan, hakikate gün geçtikçe yabancılaşır. Hattâ bir zaman sonra
hakikate düşman olur.
Nesneler üzerinden kurgulanan bu tür yaşam biçimi, gösteriş
olgusunu ise zorunlu kılar.
Nesneler üzerinden hayata anlam kazandırarak statü
kazandıklarını düşünenler, sahip oldukları nesneleri göstermek isterler. Çünkü
sahip olduklarını gösterebildikleri ölçüde ayrıcalıklı olduklarını hissederler.
Ayrıcalıklı oldukları hissetmelerinin yanı sıra, sürdükleri yaşamın ve
sergiledikleri gösterişin onlara prestij kazandırdığını düşünürler.
Yalnız bu noktada ciddî bir açmaz vardır: Hissedilen ayrıcalık
ve sergilenen gösteriş sonucu elde edildiği düşünülen prestijin devamlılığı
için sürekli prestij ve statü sağladığı düşünülen nesnelerin en son modeline ya
da en son hâline sahip olma zorunluluğu…
Bu zorunluluk, bireyi sürekli olarak satın almaya yani
tüketime yönlendirir. Tüketimin sürekliliği, geliştirilen ilişki biçimlerinin
nesne merkezli ya da nesneler üzerinden oluşturulmasını zorunlu kılar. Bu durum
ise insan ve insaniyet merkezli ilişki biçimlerinin geri plâna itilmesine
sebebiyet verir.
Çevremize dönüp baktığımızda, gerekli olmadığı veya
eskimediği hâlde insanların anlam yükledikleri bazı nesneleri sürekli
değiştirdiklerini görürsünüz. Örneğin birkaç ay önce aldığı son model popüler
marka bir telefonu birkaç ay sonra çıkan yeni modeliyle değiştirilmek, bunun en
görünür örneğidir.
***
Tüm bunların hem psikolojik, hem de zihinsel olarak tahkimi
için medya her daim devrededir. Medya, gerek ürettiği reklâmlarla, gerek idealize
ederek topluma sunduğu yaşam kesitleriyle, gerekse diğer vesîlelerle ürettiği
içerik ile bu tarz tüketim duygu ve düşüncesini tahkim ederek bu duygu ve
düşüncenin devamlılığını sağlar.
Nesneler üzerinden hayatına yeni bir rûh giydirme, hayatı
anlamlandırma ve tüm bunlar üzerinden statü sağlama girişimi bazen o kadar
histerik bir hâl alır ki bazı insanlar kazançlarının çok büyük bir kısmını söz
konusu nesneyi elde etmek için harcarlar. Hattâ bu histerik
hâl bazen patolojiye dönüşmekte ve insanlar, bazı nesnelere sahip olabilmek
için organlarını dahi satabilmekteler.
Örneğin en geç bir yıl içerisinde popülaritesini kaybedecek
ve yüklendiği anlam itibariyle eskiyecek bir telefona sahip olmak için
böbreğini satanlar var. Belki “popüler marka bir telefona sahip olmak için
böbreğini satan adam” haberini medyada sıklıkla göremiyoruz ama etrafımız,
ihtiyacın ötesinde sözünü ettiğim nedenlerle bir nesneye sahip olmak için
kazancının önemli bir kısmını harcayan insanlarla dolu.
Borçlanarak, kredi kullanarak veya taksitle bir şey almak,
özü itibariyle kazanılmamış paranın harcanması, geleceğin ipotek altına
alınması demek.
Çevre, ihtiyacı olmadığı hâlde sözünü ettiğim nedenlerle
nesneleri elde etmek için borçlanan ve kredi kullanan insanlar ile dolu. Yani
insanlar, ihtiyacı olmayan nesnelere sahip olmak için kazanmadıkları paraları
harcıyorlar. İnsanlar, kazanmadıkları paraları harcayarak geleceklerini belli
oranda ipotek altına alıyorlar. Garip olan ise, borçlarını ödediklerinde, sahip
oldukları nesne eskimiş oluyor. Bu kez yeniden borçlanıyorlar. Borçlar
bittiğinde nesne tekrar eskimiş oluyor. Yani kısır bir döngü oluşuyor!
Bunları söylerken gerçek ihtiyaçları karşılamak için
borçlanan ve kredi kullananları ayrı tutmakta fayda var.
***
Özellikle 20’nci yüzyılda üretim başlı başına bir değer
olarak küresel düzeyde kabul görüyordu. Fakat tüketimin âdeta kutsandığı
günümüzde, tüketimi kutsayanlar için üretim başlıca bir amaç olmaktan
çıkmıştır.
Özetle anlatmaya çalıştığım tüketim çılgınlığının özneleri,
üretimin de özneleri olabilirler. Yani tüketenler aynı zamanda üreten tarafın da
özneleri olabilirler ama onlar için üretim, bir değer olmaktan ziyâde, tüketimi
tahkim eden birer araç niteliğinde...
Toparlayacak olursak… Günümüzde insan üretimi olan nesneler,
artık insan davranışlarını etkiler hâle geldiler. İnsan, hayatını sahip olduğu
nesneler üzerinden kurguluyor. Bu da nesnelere sahip olma yarışını doğuruyor. Nesnelere
sahip olma gösterişi, gösterişte tüketimi ortaya çıkarıyor.
Hayatın bu şekilde kurgulanması hem insanî değerler, hem hakikat, hem de hayatı anlama ve anlamlandırma üzerinde ciddî sorunlar ortaya çıkardı. Öyle anlaşılıyor ki, insanlar bu çarktan kendilerini kurtaramadıkları müddetçe sorunlar çıkmaya devam edecek.