MEDYA, insanların
ilgisini yayınlarına çekebilmek için içerik oluştururken şiddet ve cinsellik
başta olmak üzere müzikal etkilere sahip ve insanları kışkırtacak ögeler
kullanır. Bu durum tüm dünyada böyledir. Medya, içeriğini bu şekilde
oluştururken, kışkırtıcılığı da âdeta yüceltir.
Cinsellik,
şiddet ve müzikal etkilerin oluşturduğu kışkırtıcılık, sosyal medyanın ortaya
çıkmasıyla birlikte söylem düşkünleri yani sıradan insanların bile yaşamlarını şekillendirmeye
başladı.
İnsanlar,
artık sosyal medya içeriklerini oluştururken içerik tüketicilerini kışkırtacak
tarzda içerik üretiyorlar. Bunu yaparken cinsellik, dans, müzik, şiddet ya da
ideolojik ögeler o kadar fazla içeriğe boca ediliyor ki içerikler, insanları âdeta
hipnotize ediyor.
Özellikle
gençler, neredeyse tüm yaşamlarını bu içerikleri hem üreterek, hem de tüketerek
geçiriyor. İçeriklerdeki kışkırtıcılık, her şeyden önce insanlardaki otokontrol
mekanizmalarını zayıflatıyor. Otokontrol mekanizmalarındaki zayıflamanın
doğurduğu denetimsizlik, insanları suyun akışına bırakıyor.
Hatta
insanlar, sosyal medyada ortaya konulan yaşam kesitlerini ideal yaşam biçimi
olarak algılamaya başladı. Bu nedenle suyun akışına kendini kaptıran insanlar,
âdeta sosyal medyada ortaya konulan yapay ve realiteden uzak yaşamın bir
parçası olmak için yarışır hâle geldiler.
Bu
yarış, insanların hayatı, toplumu ve olguları kavrama noktasında realite ve
rasyonellikten uzaklaşmalarına sebebiyet veriyor. Sosyal medya hayatın o kadar
içinde ki âdeta hayatı sosyal medya yeniden üretiyor, hayatı kendi doğruları
doğrultusunda yeniden kurguluyor.
Hâliyle
sosyal medya, insanın kendisini de yeni baştan üretiyor. İnsanın davranışlarını
yeni baştan ve kendi oluşturduğu paradigmaya göre kurguluyor ve inşâ
ediyor.
Görünür
ve bilinir olma arzusunun en başa yerleştirildiği, baştan çıkarma ve baştan
çıkarılma arzusunun onu takip ettiği bu yeni paradigmada insanlar, yaşamlarını
cömertçe gözler önüne seriyorlar. Yaşam bu tür insanlar için âdeta bir gösteri
hâline dönüşmüş durumda. Ahlâkî ve etik kaygılar gözetilmeden kurgulanan ve
neredeyse hiçbir derinliği olmayan bu gösteri, millî ve manevî paradigmayı her
geçen gün biraz daha aşındırıyor.
Görünür
ve bilinir olma arzusunun kışkırtıcılığına kendini kaptıran insanlar,
yaşamlarının en neşeli, en şaşaalı, en gösterişli, en havalı, en eğlenceli
anlarını sosyal medyada paylaşıyorlar. İnsanlar bu paylaşımlarla hem çok
eğlenceli, çok şaşaalı, çok havalı, çok gösterişli, çok neşeli bir yaşama sahip
olduklarını ispatlamaya çalışıyor, hem görünür ve bilinir olma arzularını
tatmin ediyor, hem de kışkırtıcılığın temel alındığı çarkın bir parçasına
dönüşüyorlar.
Bu
durum sosyal medyanın en büyük yanılsamalarından biridir. Çünkü bu yanılsama,
insanların hayatlarının görünür olmayan kısımlarına ve bu kısımda yaşadıkları
problemlere odaklanılmasını önlüyor. Ayrıca bu durum, bütüncül olmayan parçalı
bir yaşam, bölünmüş benlikler, parçalanmış kişiliklerin doğmasına kapı
aralıyor.
Sonuç
itibariyle, bilinçsiz sosyal medya kullanımı sonucu olan, insana olurken,
kazanansa hep çarkın gerçek sahipleri oluyor.