Görsel sanatların kültürel gelişime etkisi

“Ben yaptım, oldu” diyecekseniz, kafanıza göre oluşturacağınız bir senaryoyu sahnelersiniz ve hiç kimsenin bir şey söyleme hakkı olamaz. Ancak benim tarihim ve tarihî kişiliklerimin adını kullanarak “Bu bir filmdir/dizidir” bahanesinin arakasına sığınmakla kurtulamazsınız.

TOPLUM olarak okuyup araştırma yapmak gibi bir alışkanlığımız olmadığı için birileri tarafından sunulanların hazırcılığının zevkini çıkarmayı tercih eder hâle geldik. Film ve dizileri seyrederken onun bir kurgu eseri olduğunu düşünmüyor, bilakis onları izleyerek duygusal tatminin yanında bilgi birikimi ve düşünce oluşturmaya çalışıyoruz.

Oysa film ve diziler kesinlikle belge değeri taşımadıkları gibi, senaristlerin kurguladığı metinlerin yönetmen gözüyle sahneye konulmasından ibaret olduklarını unutuyoruz. Yönetmen, yapımcının daha fazla para kazanması için ne kadar heyecan yaratır ve işi sürükleyici hâle getireceğinin (günümüz tabiri ile ne kadar “reyting” elde edip diğer kanalların önüne geçeceğinin) peşindedir. Ortada bir emek var ise kazancın olması da doğaldır ancak fazla kazanma uğruna kamuoyunu bilinen toplumsal gerçeklerin dışında yorumlara götürmenin arkasında bir art niyet yoksa gaflet olduğundan şüphe duyulması doğaldır.

Tarihî geçmişi olmayan ABD, millet olma gayretlerini dev film şirketleri sayesinde kendince kahramanlar üretip bütün dünyaya pazarlamaktadır. Sürü çobanları dünyada izlenen filmlerin başında gelmektedir. Onlar kendi anlayışlarına göre güçlerini gösterme çabasında olup kendilerince haklıdırlar. Film ve dizi sektöründe uluslararası alanda söz sahibi olmaya başlayan Türk yapımcıların onlardan alacakları dersler olduğuna inanıyorum.

Sayısız konu ve kahraman varken yıllarca yabancı yapım tarihî film ve dizileri onlara imrenerek izlemişizdir. Son yıllarda içimize su serpen yapımlarla karşılaşmamız ümit vermeye başlamıştı. “Çok zaman geçmeden hevesimiz kursağımızda kaldı” dersek fazla abartmış olmayız. Bu defa da tarihî gerçeklerin çarpıtıldığını, reyting uğruna toplumsal değerlerin yıpratıldığını görmek üzdü bizleri ister istemez. Zira daha fazla seyirciyi kendi kanallarının başında toplama adına yüzlerce yazılı kaynakta yer bulmuş gerçekler bir kenara itilip kendilerince bir tarih sunmaya çalışmaları anlaşılır değil.

Yapımcı, yönetmen ve senaristlerin daha fazla seyirciyi kendi kanallarının başında toplama adına yüzlerce yazılı kaynakta yer bulmuş gerçekleri bir kenara itip kendilerince bir tarih sunmaya çalışmaları anlaşılır gibi değildir. Yaptıkları işin günü kurtarıp rant elde etmenin ötesinde millette şuur oluşumuna yaptığı katkıyla oluşan tahribatın kolay kolay silinemeyeceği unutulmamalıdır.

Mafya gruplarıyla ilgili bir kurguyla yola çıkarsanız, sürekli rakiplerle düelloya girmenizi kimse yadırgamaz. Ancak belli bir devlet geleneği olan bir tarihî geçmişle ilgili bizzat kahraman ve ülke ismi vererek bir yapı ortaya koyuyorsanız, orada devlet olmanın kültürel ve felsefî derinliğini seyirciye hissettirmeniz gerekir. “Ben yaptım, oldu” diyecekseniz, kafanıza göre oluşturacağınız bir senaryoyu sahnelersiniz ve hiç kimsenin bir şey söyleme hakkı olamaz. Ancak benim tarihim ve tarihî kişiliklerimin adını kullanarak “Bu bir filmdir/dizidir” bahanesinin arakasına sığınmakla kurtulamazsınız.

Öncelikle bu ülkenin imkânlarından yararlanıyor, bu ülkenin insanlarını muhatap alarak bir eser ortaya koyuyorsanız, o ülke ve o milletin değerlerine halel getirmemeye dikkat etmek gibi bir sorumluluğu taşımak zorundasınız. Aksi hâlde yaptığınız çalışmalar ve kazançlarınızın vebali altında ezilirsiniz.

Devlet televizyonu olan TRT’deki yapımlarda da aynı lakaytlık sürdürülünce, “Bunları bir el mi yönetiyor?” diye düşünmeden edemiyor insan. Devlet televizyonlarının ülke insanlarını eğlendirmek, güzel vakit geçirmelerine katkı sağlamak ve kültürel değerleri yaşatmak için her türlü sanatı kullanmaları doğaldır. Bunu yaparken millî değerlerin toplum nezdinde içselleştirilmesi yönünde çaba sarf edilir. Özel kanalların finans zorluğu dolayısıyla giremediği ciddî konuları milletin vergileriyle ayakta duran devlet kanalları tamamlarlar. Bu kanallardan, son dönemde yapıldığı gibi, ülkenin değerlerinin yerlere serilmesine teşne olmaması, aile ve toplumsal yapıyı olumlu yönde destekleyecek sanatsal faaliyetlere eğilmesi beklenir. Burada söylemeye çalıştığım, sansür mekanizmasının devreye girmesi ya da sanatçının özgürlüğüne müdahale edilmesi değil, yapılan çalışmaların özgünlüğü korunarak yanlışa düşülmesinin önüne geçilmesidir. Bunu en iyi yapacak olanlar, otokontrol yöntemiyle yapımcı, senarist ve yönetmenlerdir. Genç neslin tarih şuuru ve millî moral bulması sanat eserleriyle, edebî eserlerin yanında özellikle de film ve dizi gibi etkisini gün geçtikçe artıran görsel yapımlarla geliştirecek ve pekiştireceklerdir.

Tarihî geçmiş ve toplumsal değerler, olayların yaşanmasından sonra ortaya konulan sanat eserleriyle öğretilir, pekiştirilir ve böylece duygu tatmini sağlar. Geçmiş ile bağı koparılmış topluluklara “millet” denemez zaten. “Tarih edebî eser, dizi ve filmlerden öğrenilmez” diyenleri duyar gibiyim; “Arzu eden araştırsın, doğrusunu öğrensin” bahanesine sığınılamaz. Sunum şeklinin önemi de unutulmamalıdır bu noktada. Hayâlî bir kahraman etrafında işlenen olaylar ile çok bilindik dönem ve kişiliklerin sergilendiği olaylar farklıdır. İlki ne kadar yazar, senarist, yönetmen ve yapımcının inisiyatifinde ise, ikincisi işlenen konu, olay ve kahramanların mensubu olduğu herkesi ilgilendirir. Sanat eserinde imzası olan etkili ve yetkililer, bir milletin tarihî değerlerinin ve kahramanlarının adının geçtiği yerde titiz olmak zorunda olduklarını bilmelidirler. Bilmiyorlarsa bildirecek birilerinin çıkması gerekir diye düşünüyorum. En azından kendi çocukları ve torunları, gerçekleri doğru yansıtmadıkları için atalarından utanacaklardır.

Bu dünya geçicidir. İnsan ne kadar iyi bir iz bırakırsa, arkasında bıraktıkları onu o nispette yâd edecektir. Ülkemizin eğitimdeki başarısı ortadayken, sanatsal yapılarla yetişmekte olan genç neslin kendi kültür değerleriyle tanışmasında daha bilinçli davranıp özgüvenlerinin olumlu yönde gelişmesine katkı sağlanabilir. Aksi hâlde kompleksli nesiller yetişmesine katkı sağlamaktan öteye gidilmez.

Birkaç yıl önce televizyon haberlerinde cani DAEŞ militanlarının insan boğazlamalarını nefretle seyrederken, şimdi kendi tarihî dizilerimizde, orada olanlardan daha fazla insan katlinin, boğaz kesmelerin sınırsızca devam ettiğine şahit olunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu gibi bir devleti bize bırakanların o devleti sadece kılıç zoruyla kurmadıkları bütün tarihçiler tarafından teyit edilirken, bugünlerde izlediğimiz dizilerde insan doğramaktan, etrafa kan sıçratmaktan başka sahnelere pek rastlayamıyoruz. Burada tarihimizin en bariz bilinen bir dönemini, mekân ve kahramanlarının orijinal isimleriyle işleyen bir dizi ismi vermeme gerek kalmadan ne söylemek istediğimin anlaşıldığını umuyorum. İster “Y” kuşağı, ister “Z” kuşağı olsun, “Benim atalarım bunlar mı?” dedirtecek duruma son verilmeli diye düşünüyorum.

Ortaya konulan sanat eseriyle normalin üstünde ilgiye muhatap olunabilir, ekonomik yönden beklenenin üzerinde gelirler elde edilebilir ancak yanlış imajlar zihinlere işlenerek bir daha kolay kolay silinemeyecek olumsuz izler bırakabilirler.

“Macera yaratacağız” diye her bölümde toplumu moral bozukluğuna sürüklüyor, Türk aleyhtarı unsurların söyleyişiyle “barbar” tutum sergilettiriliyorsa, orada durup düşünmek gerekir.

Dizi filmler tamamen hayâl unsuru bir kurgu eseri olsalar söyleyecek hiçbir sözümüz olamazdı. İsteyen izler, istemeyen elindeki kumandanın düğmesine dokunarak başka kanala geçerdi. Bunun tamamen izleyicinin keyfine kaldığı düşünülürdü. Fakat söz konusu tarih ve doğrudan bir milletin temel yapılarıyla ilgili dönemler ve tarihî kişilikler konu edilince, o milletin herhangi bir mensubunun bir şeyler söylemeye hakkı vardır diye düşünenlerdenim.

Sinema filmi veya TV dizilerinin hem iç kamuoyunda, hem de dış dünyada vermesi gereken mesaj önemlidir. Dönemine damgasını vuran toplumlar veya kişiliklerin özellikle genç nesil tarafından yanlış algılanmasına sebebiyet verilebilir. Bu hassasiyetle konular ele alınır, temel değerler gözden kaçırılmadan film veya dizi tekniğine uygun işlenirse, tarih şuuru oluşturmada yeri doldurulamayacak olumlu izler bırakılabilir.

Yapımcı, senarist ve yönetmenlerden ülke tarihi ile ilgili konuları işledikleri için teşekkürümüzü bildirirken, içinde doğup büyüdüğünüz bu milletin değerlerini doğru yansıtmak ve yanlış anlama ve algılamalardan kaçınmanız konusunda hassas olmalarını da istemek hakkımızdır diye düşünüyorum.