Gönül erbabından gönül kelâmı

Mücadele edecek, doğruları haykırmayı bileceğiz. Bizim doğrumuzu itip kaksalar da öne çıkıp hakikati söylemeyi bileceğiz. Dâvâmızda, ne kadar çetin olursa olsun, bizi yarı yolda bıraksalar da, iki değil yirmi yüzle karşımızda dursalar da, sözümüz ve özümüzle bir olduğumuzu, gönülden ve yürekten durduğumuzu herkese göstereceğiz!

DEĞERLİ bir devlet adamımızın çok anlamlı bir nasihati var gençlerimize. Şöyle diyor o tecrübe abidesi ilk sözlerinde: “Sınıfını geç, hayatını seç, rakibini geç, ama asla gülüp geçme!”

Evet, ömür sermayesi, doğumdan gençliğe ve gençlikten sonra yaşlılığa doğru günbegün ilerliyor. Tabiri caizse, su misâli akıp gidiyor ömür. Gidiyor ama nasıl? Hayırla mı, şerle mi?

Eğitim ve öğretimimiz de hayatımızın her aşamasında devam ediyor, sınıflar bir bir geçiliyor ve belli bir zaman dilimi gelip o kritik safhada tüm hayatınızı etkileyecek bir karar veriyorsunuz. Bir tercihte bulunup yola devam ediyorsunuz. Bu noktada gerek meslekî, gerekse eş seçimi olarak çok ciddî iki karar safhası var. Biri mesleğiniz, diğeri eşiniz…

Bir insanı insan yapan, inanın kadındır. Hani Neşet Ertaş’ın bir sözü vardır ya “Kadınlar insandır, biz insanoğlu” diye, gerçekten de durumu özetleyen, hakikatin arkasını gösteren muazzam bir sözdür bu! Onlara karşı saygı ve hürmet nasıl olursa, inanın, yansıması da bizlere karşı aynı olacaktır.

Az önce ifade etmiştik ya “Mesleğiniz ve eşiniz iki önemli nokta olacaktır” diye, eşinizi öyle bir seçmelisiniz ki, o insan, sizleri ilmî, fennî ve dinî olarak bütünleyecek, hayırla yâd edilmenize vesile olacak, hayırlı hizmetlere imza atarken arkanızda duracak, varlıkta yanınızda olduğu gibi darlıkta da yanınızda bulunacak, sevinçte omuz omuza olduğu gibi hüznü de paylaşacak… Yani yâr olmayı, gönül almayı ve bir dâvâya baş koymayı size gösterecek.

Devamında ne diyordu Üstad? “Rakibini geç, ama asla gülüp geçme!” Gerek eğitim, gerekse meslek hayatımızda birçok rakibimiz olacak. Bu rakiplerimize kibirle bakmaksa asla kitabımızda olmayacak. Ehliyetle, liyakatle, edeple ve hoşgörüyle rakiplerimize bakacağız. Bizim bileğimizi bükenleri tebrik ve takdir etmesini bileceğiz. Hor ve küçük görmek, bizim ne geleneğimizde, ne de kültürümüzde vardır. Her zaman ve her yerde alçakgönüllü olmaya devam! Efendimizin (sav) bu konuda güzel bir sözü var: “Allah için alçakgönüllü davranan kimseyi Allah muhakkak yükseltir.”

Sözlerinin devamında ise şöyle diyordu o gönül insanı: “Gönül al, dost al, yoldaş al, ama beddua alma!”

Yûnus Emre ne güzel söylüyor: “Biz gelmedik kavga için/ Bizim işimiz sevi için/ Dostun evi gönüllerdir/ Gönüller yapmaya geldik…”

Yürüdüğümüz yolda gönüller yapmalıyız. Edirne’den Kars’a, Sinop’tan Antalya’ya, batısından doğusuna, kuzeyinden güneyine kadar bir gönül köprüsü kurmalıyız. Farklılıkları zenginlik olarak görmeli ve ona göre adım atmalıyız. İnsanı insanlığı, Hakk’ın bir güzelliği olduğu için sevmeli, bu sebeple de tüm insanlığa gönlümüzü açmasını bilmeliyiz. “Dost olmak varken düşman olarak kesilmek neyimize?” deyip bir paydada buluşmalıyız. Tabiî dostluk gibi önemli bir duygu, unutulmayacak kadar derin ve ender insanlarla yaşanacak kadar özel. Ama dostumuzu seçerken, yanımıza, hayatımıza alırken bunlara da dikkat edelim. Bize ne katıyor, bizden ne götürüyor, ölçelim, tartalım, sevgi ve sadakati ile ne derece yanımızda olduğuna bakalım ve ona göre adım atalım.

Dostlarımızla istişare edelim. Yapacağımız birçok işte istişare ederek adım atalım. Ehli ile istişare, asla pişman olmayacağımız adımların başlangıcıdır. Zaten tedbirli bir kimse de işinin ehli olana danışır ve ona göre hareket eder.

Bir de “Yoldaş al, ama beddua alma!” diyordu, değil mi? Yoldaşımız, beraberce inandığımız, dâvâsına baş koyduklarımız olacak. Bu yoldaşlarımızla hayırlı birlikteliklere imza atacağız. Unutmayacağız ki, “Birlikten rahmet, ayrılıktan azap doğar”. Bir olacağız, iri ve diri olacağız ve bu yolda Allah’ın rızası için adım atacağız. Hayırlı hizmetlere imza atarsak, hayır ile anılırız.

Beddua almadan, yanında, karşısında veya ortamında bulunduğumuz her insandan dua alıp ayrılmalıyız. Allah bizlere doğru zamanda, doğru yerde, doğru kapılar açsın! Niyetimiz gönül ve dua almak olsun, gerisine Allah Kerîm…

Sözlerine şöyle devam ediyor Üstad: “Yaklaş, tanış, konuş ama uzaklaşma!”

Farklılıklarımız, bizim zenginliklerimizdir. Tanıyacağız, konuşacağız ve kucak açacağız. Vefasız olmak bizlere yakışmaz; bundan dolayı da uzaklaşmayacağız. Neydi vefa? Unutmamaktı. Zor günde sırtını dönmemek ve kapıları örtmemekti. Dostun zordayken gülmemek, her acıya onunla göğüs germekti. Yazarın dediği gibi, “Vefa, dostunla hemhâl olmaktır. Yaralıya merhem, susuza su… Ve vefa ‘anlamak’, bir diken için bir gülü atmamaktı”…

Nasihatlerine devam ederken bir ikazda bulunmayı da ihmâl etmiyor o koca çınar: “Doğrul, sıyrıl, evril, devril ama eğilme!”

Necip Fazıl Kısakürek ne güzel söylemiş, yeri gelmişken bir kez daha analım: “Sen bir devsin, yükü ağırdır devin/ Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!”

Gerçekten de omuzlarımızda o muazzam medeniyetten kalan ağır bir yük var. Doğrulup ve sıyrılıp hem bu memleket, hem de insanlık için ayağa kalkmalı, başımız dimdik şekilde yolumuza kilitlenmeliyiz. Devrilsek bile ayağa kalkmasını azimle bilmeliyiz. Kimseye eğilmeden, diz çökmeden, yalnızca rıza-i İlâhî için mücadele etmeliyiz.

“Tasalan, seslen, uslan ama paslanma!” diyerek uyarıya devam ediyor Üstad.

Mehmet Akif Ersoy’un “Safahat” eserinde yer alan “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem” mısralarında olduğu gibi, yeri ve zamanı geldiğinde tasalanmasını, tüm dünya sussa da zulme ve haksızlığa karşı seslenmesini yürekten bilmeliyiz. Kendimizi her zaman sosyal olarak canlı tutmalı, küresel gelişmeleri takibe almalı, değişen ve hızla gelişen dünyayı okumalı ve ona göre atım atmalıyız. Paslanmaya asla fırsat vermemeli, günden güne ilmî ve fennî anlamda ilerlemeliyiz.

Son sözlerinde ise, “İtil, atıl, katıl ama satılma!” diyor Üstad bu hayat yolundaki serüvene dair.

Mücadele edecek, doğruları haykırmayı bileceğiz. Bizim doğrumuzu itip kaksalar da öne çıkıp hakikati söylemeyi bileceğiz. Dâvâmızda, ne kadar çetin olursa olsun, bizi yarı yolda bıraksalar da, iki değil yirmi yüzle karşımızda dursalar da, sözümüz ve özümüzle bir olduğumuzu, gönülden ve yürekten durduğumuzu herkese göstereceğiz!